Alice ve Julie

Batılılaşma nasıl bizim edebiyatımızın en temel meselesiyse, sınıf çatışmasının da İngiliz edebiyatında böyle bir yeri olduğunu söyleyebiliriz. 1991 doğumlu Sally Rooney, İngiliz edebiyatının son birkaç yılda dünyaya kazandırdığı en önemli isimlerden biri oldu.

Kendisi İrlandalı, hikayeleri de Dublin ve çevresinde yaşayan genç insanlar hakkında. Daha otuz olmamış genç kadın ve adamların arkadaşlık, aşk, seks, hayata tutunma, kendini bulma gibi meseleleri üstüne yazdığı üç kitabı var. Büyük sanatçılarda olduğu gibi Rooney’nin işleri de ilk bakışta birbirine çok benziyor; çünkü kendine özgü bir tarzı var. Romanlarındaki sakin anlatımı, karakterleri, söylenmemiş sözleri ve imaları okura geçirmekte gösterdiği beceri, basit hatta sıradan gençlik hikayelerini anlatırken her bireyin aşina olduğu ruh hallerini ve insani duyguları her okurun hissedebileceği güç ve açıklıkta anlatabilmesi onu kuşağının en nemli romancılarından biri yaptı. Nitekim İngiliz kitap ve eğlence endüstrisi de onu daha en baştan fark etti ve neredeyse yazdığı her şey önce best seller sonra film ya da dizi olma yoluna girdi.

İki kelimeye indirgersek, ‘arkadaşlık ve seks’ hakkında anlattığı o güzel kitaplarının altında bir yerlerde mutlaka sınıf meselesi de var. Hem ‘Normal İnsanlar’da hem de yeni kitabı ‘Güzel Dünya Neredesin?’de farklı toplumsal kesimlerden iki sevgili arasında varlığını koruyan sınıfsal gerilimi aktarıyor. Verili kültürel değerleri umursamayan genç insanlar arasında da o sınıfsal fark adı konulmamış bir gerilim olarak varlığını sürdürüyor. Sınıf meselesi, Normal İnsanlar’da adeta iki sevgilinin Marianne ve Connell’ın, kavuşmasını engelleyen bir unsurken ‘Güzel Dünya Neredesin’de daha önemsizleşiyor ve her ikisi de kendi toplumsal grubunun kıyılarında gezinen iki karakter, Alice ve Felix arasında bir ilişkiye dönüşebiliyor.

Roman, zengin ve ünlü bir yazar olmuş Alice ile üniversiteden en yakın arkadaşı, bir edebiyat dergisinde çalışan Elieen’ı ve sevgililerini anlatıyor. Başarı ve başarısızlık, şöhret ve yalnızlık, geçmiş ve gelecek kaygıları arasında sıkışıp kalan bu iki genç kadının aşkları da içinde bulundukları ruh hallerinin bütün iniş ve çıkışlarını yansıtıyor. Eskinin o pek sevilen mektuplaşmalar aracılığıyla karakterlerin gelişimini anlatan romanları gibi burada da bir yazışma var. İki genç kadın birbirlerine uzun e-mail’ler yazıyor ve içlerini döküyorlar. İlgilerini çeken hikayelerin yanısıra, politika, felsefe ve yaşadıkları zamana-hayata dair bol miktarda kırgınlık içeriyor bu yazışmalar.

Aslında gençler hakkında gibi bu kitaplar, ama ondan ibaret değil. Anlattığı genç insanları ve onların dünyaya bakış açısını tanımak ya da onun bir parçasıysanız eğer kendinizden bir şeyler bulmak için de okuyabilirsiniz Sally Rooney’i… Fakat onun farkı sanıyorum ki güncel hayata kendi kuşağının gözlükleriyle bakmak. Oradan görünen hepimizin aşina olduğu belalar. Birbirimize sevgimizi söyleyememek gibi insani zaaflar, yoksulluğun insanı tutsak eden ağırlığı gibi sınıfsal meseleler, teknolojinin hayata getirdiği hızla birlikte anlamını yitiren ilişkiler… Dolayısıyla Sally Rooney herkes için eşdeğer bir okuma keyfi sunuyor.

Bu kendi kuşağının içinden dünyaya bakabilme becerisini, Sally Rooney romanlarına çok benzeyen bir film de sergiliyor: Dünyanın En Kötü İnsanı. Norveçli yönetmen Joachim Trier imzalı film geçen yıl pek çok ödüle aday gösterildi, başrol oyuncusu Renate Reinsve’ye kazandırdığı Palmiye gibi pek çok ödülü de kucakladı. Bu kadar beğenilmesinde tabii ki yönetmeni Trier’nin envai çeşit sinema mahareti gösterdiği güzel bir film çekmiş olması en birinci sebep. Öte yandan dünyanın genç insanları hakkında evrensel bir hikaye anlatıyor olması, yaşadığımız dünyaya güncel bir pencereden bakıyor olması da etkili. Burada da kahramanımız 20’li yaşlarını sürmekte olan Julie. Ne olmak istediğine, nasıl bir hayat sürmek istediğine bir türlü karar veremeyen, kendini aşka ve biraz da birlikte olduğu erkeklere kaptırmayı tercih eden Julie filmin sonunda kişiliğini bulur... Ama bu arada başarı, sadakat, arkadaşlıklar, aile, gelecek ve ölüm gibi en temel konularda sıkı bir hesaplaşma yaşar. Julie’nin serüveni için fazla ‘eril’ bir bakış açısını yansıtıyor diyen eleştiriler de yazıldı, ama bana hem Julie’nin hem de Alice’in hikayesi birer kadın hikayesi olarak çok katmanlı ve etkileyici geldi.

Sally Rooney’nin roman kahramanları ile Dünyanın En Kötü İnsanı Julie arasında bir akrabalık, değilse bile yakınlık olduğu muhakkak. Bu belki sınıf çatışması değil, ama günümüzün genç insanlarına ve onların anlamlandırmaya çalıştıkları kavanoz dipli dünyaya dair bir ortak bakış açısından söz edebiliriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
CEM ERCİYES Arşivi
SON YAZILAR