CEM ERCİYES
Beyoğlu’ndan vazgeçilmez
Cuma akşamı, ‘Kara Hafta’ polisiye edebiyatı festivalinin kapanış töreni için Beyoğlu’na yollandım. Törenden sonra iki kadeh içip laflamak üzere buluşacağım arkadaşım aradı, ‘metroyu kapatmışlar, gecikebilirim’ diye.
25 Kasım Kadın Platformu’nun düzenlediği şiddete karşı yürüyüş nedeniyle Taksim’e çıkan metro durakları ve Tünel kapatılmış. Ben otobüsüme bindim, Tarlabaşı Caddesi üstünde indim. Durakta bir arkadaşımı gördüm, Şişli’ye dönmek için otobüs bekliyor ama gideceği yön tıkalı. Pek otobüs filan geçtiği de yok. ‘Ne oluyor?’ dedim. İstiklal Caddesi’ne çıkan bütün sokaklar kapalıymış, ‘PKK eylem yapacakmış’ dedi. ‘Yahu, nereden çıkartıyorsun böyle şeyleri, kadınlar şiddete karşı yürüyüş yapacak’ diye cevapladım. “Ne bileyim ben, esnaf öyle söylüyordu. Değilse bile öyleymiş gibi yapıyorlar işte…” diye durumu toparlamaya çalıştı.
Hakikaten İstiklal Caddesi’ne çıkan tüm sokaklar metal bariyerlerle kapatılmış, her birinin başında beş altı polis memuru giriş çıkışları kontrol altına almıştı. Kontrol altına almak derken, kimseyi salmıyorlar. Otel kartını, rezervasyon kağıdını gösterebilen turistler hariç. Bir memur, konuyu uzatan vatandaşa açıklıyor: ‘İstiklal Caddesi kapalı, dükkanlar, tüm etkinlikler iptal” diye…
Şişhane’ye inip arkadaşımla buluştum ve Pera Palas’ın önündeki merdivenli kısa sokağın başına kadar geldim. Polis memuruna hemen yanımızdaki otelde yapılan Kara Hafta’ya katılacağımızı izah edip en kibar ve munis halimle geçiş için izin istedim. “Kara Hafta da ne?” diye sordu. “Polisiye edebiyat festivali” diye cevaplayınca hoşuna gitti, “Esas bizi davet etmeliler” diye espri yapıp, davetiyemi de kendisine ibraz etmemin ardından geçmemize izin verdi.
Nasılsa, cadde kapatılmadan önce söyleşileri dinlemek için gelmiş küçük bir grup davetlinin katılımıyla tören gerçekleşti. Kendisine verilecek ödülü almak üzere gelen, Adli Tıp profesörü yazar Sevil Atasoy bile polislere epey dil dökerek girebilmiş otele. Törenden sonra Cavit’e gittik. Eski tüfeklerden bir arkadaşım tek başına oturmuş rakısını yudumluyordu. Yürüyüşe katılmak için gelmiş ama caddeye giremeyince belki bir iki saate durum düzelir diye vakit geçirmek için buraya oturmuş. Cuma günleri yer bulmanın imkansız olduğu mekan neredeyse boştu. Gecenin ilerleyen saatlerinde de zor doldu. Çünkü rezervasyon yaptıran gruplar ister Türk olsun ister yabancı, Beyoğlu’na sokulmuyordu. Bazen bir telefon geliyor, meyhanenin sahipleri koşar adım alt caddeye iniyor, müşterileri için yazılı rezervasyon kağıdı soran polislere dil döküyor ve dört – beş misafiriyle geri geliyor…
Hafta boyunca en çok iş yapacağı günlerden birinde dükkanlarını kapatmak zorunda kalan İstiklal Caddesi esnafının canı sıkkın, buraya gelmeyi seven, Beyoğlu’nda vakit geçirmek, etkinliklere katılmak, yiyip içmek isteyen İstanbullu ya da yabancı ziyaretçilerin canı sıkkın, yürüyüş yapmak, omuz omuza verip Türkiye’ye sesini duyurmak, şiddete karşı demokratik bir eylem yapmak isteyen kadınların ise durumu perişan. Sonuçta o gece yüzden fazla insan göz altına alındı ve eylem yapılamadı.
Beyoğlu, yine kötü bir gün geçirdi. Temel sebep, görünürde terörizm. Daha on iki gün önce bir bombayla pek çok insanın öldürülüp sakat bırakıldığı bir yer Beyoğlu. O bombanın neden engellenemediği ayrı bir tartışma, terör önlemi gerekçesiyle ülkenin en ünlü eğlence merkezinin yaşama kapatılması ayrı bir mesele. Herkesin bileceği gibi teröre karşı hayatı durdurmak, teröristin tam da istediği şey. Ve aslında İstiklal Caddesi saldırıdan birkaç gün sonra kendi normal hayatına döndü.
Patlamadan bir hafta sonra Suç ve Ceza Filmleri Festivali için gittiğimde her zamankinden biraz daha seyrek ama yine yoğun bir kalabalığın parçası olmuştum İstiklal Caddesi’nde.
Bu Cuma yaşananlar ise teröre karşı alınan önlemden çok, uzunca bir süredir yürürlükte olan Beyoğlu’nu her tür muhalif gösteriye kapatma iradesinin bir sonucu gibiydi. Malum, Gezi Direnişi’nden bu yana İstiklal Caddesi, Taksim ve civarı her tür muhalif eyleme kapalı. Kadınlar, LBGT bireyler, solcular, işçiler, Kürtler, Müslümanlar… Muhalif içeriği olan her tür protesto gösterisine, iktidara itirazı olan her tür toplumsal kesime kapalı Beyoğlu. Kesin ve net biçimde. Israr edenler kendini gözaltında buluyor. Ama adalet arayanlar, sesini duyurmak isteyenler, demokratik gösteri yapanlar Beyoğlu kimliğinin olmazsa olmaz bir parçası. Tıpkı eğlence, kültür ve sanata dair her şey gibi. Rock barlardan, sinema ve tiyatrolara, konser salonlarından sokak müzisyenleri ve kitapçılara, müzelerden meyhanelere ve Türkü barlara… Tüm bunlar Beyoğlu’nu oluşturan kozmopolit kültürün kendini ifade edebildiği yerler. Beyoğlu’na, İstiklal Caddesi’ne kimliğini verenler onlar. İşte bu sayede Beyoğlu hep hayatta ve ayakta kalmayı başarıyor. Kentin kılcal damarlarına yayılan özgürlük duygusu, kültür sanat ve eğlence arzusu insanları her defasında tekrar buraya topluyor. Kim ne yaparsa yapsın.
Çünkü bunun tarihsel kökenleri var. Beyoğlu, Galata sırtlarında Batılı elçiliklerin kurulmasıyla oluştu. Pera, Batılı ülke vatandaşlarının, levantenlerin ve gayrimüslimlerin yaşadığı, çalıştığı bir semt oldu. 19. Yüzyılda şehrin en modern yeriydi. Apartmanları, pasajları, eğlence yerleri, tiyatrolarıyla saray erkanının bile Batılı kültürle temas etmek için ziyaret ettiği bir yer. 20. Yüzyıla girildiğinde mağazaları, pastaneleri, birahaneleri, lokantaları, otelleri, sinema ve tiyatrolarıyla Batı tarzı eğlence ve kültür sanatın tartışmasız merkezi olmuştu. Aslında daha Osmanlı döneminden başlayarak pek çok darbe yedi Beyoğlu. Mesela 1870 yangınında semtin büyük bölümü yok oldu. Cumhuriyet döneminde 1950’lerde zirveye çıkan modern yaşam 1980’lerde dibe vurdu. Sonra 2000’lerde yine zirveye çıktı. Ama üst üste gelen yasaklar Beyoğlu’nun neşesini kaçırdı. Bugün hala kentin en gözde eğlence merkezi İstiklal Caddesi ve çevresi. Ama artık nargile kafelerin ve orta doğulu turistlerin ağır bastığı bir atmosferi var. Bunun bir dibe vurma olduğunu düşünmüyorum, ama değişeceğinden de eminim. Çünkü Beyoğlu, Türkiye’nin ortak kültüründe Batılı yaşam tarzının simgesi. Pek çok modern kütür-sanat kurumunu ve eğlence mekanını barındırmaya devam ediyor. Üzerimizdeki ağırlık biraz hafiflediğinde yine hepimiz kutlamak için oraya gideceğiz. Bütün o acı hatıralara rağmen, Beyoğlu’ndan vaz geçeceğimizi hiç sanmıyorum.