Bir ideolojik harç denemesi olarak Teknofest

Bu yıl 30 Ağustos-4 Eylül arasında Samsun’da gerçekleştirilen Teknofest, salt havacılık, uzay ve teknoloji alanındaki projelerin sergilendiği bir etkinlik olmanın ötesinde yaklaşan seçimlerin de etkisiyle bir siyaset arenasına dönüştü.

Yönetim Kurulu Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar’ın önce özel bir söyleşide “siyasi iktidar değişirse projeleriniz akamete uğrar mı?” şeklindeki bir soruya endişelerini sıralayarak yanıt vermesi, ardından CHP Grup Başkanvekili Engin Altay ile yaşadığı “hırsızlık” polemiği, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “sürpriz” ziyareti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iç politika ve dış politika mesajlarıyla yüklü konuşmasının sahnesi olarak en bugüne kadarki en politize Teknofest’ti. Bunun ötesinde bir gençlik tahayyülü olarak “Teknofest kuşağı”, “Teknofest gençliği” gibi tanımların da yoğun olarak devreye sokulduğu bir iletişim faaliyetine sahne oldu. Bu yeni “gençlik miti”ni anlamak için 10 yıl önceden başlamak gerekiyor.

“GENÇLİĞE HİTABEDE” MUSTAFA KEMAL’DEN NECİP FAZIL’A

Tarih 19 Şubat 2012.

O dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan partisinin il gençlik kolları 3. Olağan kongresine bir video mesaj yollamıştı. Konuşmasının bir bölümünde bir gençlik hayali ortaya koydu: "Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik...".

Aslında bu sözler Türkiye’de İslamcılığın simge isimlerinden Necip Fazıl Kısakürek’in “alternatif” “Gençliğe Hitabe” metninden alınıp konuşmaya eklenmişti. İlk defa bir başbakan, dolaylı yoldan olsa da kininin davacısı bir gençlikten bahsediyordu.

O konuşmada alıntı yapılan bölümde yoktu ancak Kısakürek’in bu metni “surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!” diye sonlanıyordu. Yıllar sonra surda bir gedik açılmış ve iktidarın gençliğe yönelik konuşma metinlerinde Atatürk’ün gençliğe hitabının yerini Necip Fazıl’ınki almaya başlamıştı.

Geçen yıllar boyunca kin, bir yandan gündelik siyasi söylemde “onlar”, “bunlar” ifadelerinin arkasına yerleştiren ötekileştirici ifadelerle diri tutulmaya çalışılırken, diğer yandan da dindar neslin inşası için imam hatiplere biçilen rol ön plana çıktı. Bu kurumun iktidar nezdindeki simgesel önemi ve atfedilen “dokunulmazlık” şarkıcı Gülşen’in gözaltı-tutuklama-ev hapsi sürecinde bir kez daha görülür oldu.

Ancak son yıllarda bu kurumların hedef kitlesinde arzu edildiği kadar popüler olmayabileceğine dair haberler, görüşler ve raporlar da birbirini izledi. Son olarak Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası Eğitim-iş bir rapor yayımladı. LGS sonuçları değerlendirilerek “yeterli maddi olanakları olmayan öğrenciler ya imam hatip ya da mesleki eğitime yönlendirilirken, maddi olanakları yeterli olan ailelerin çocukları özel okulları tercih etmektedir” denildi. Rapora göre imam hatip Ortaokulunu bitirenlerin yaklaşık %47’si eğitimine imam hatip liselerinde devam etmiyordu.

“KENDİME YENİ BİR BEN LAZIM”

Sertab Erener 2001’deki “Kendime yeni bir ben lazım” şarkısında “bu sene iyi geçmedi diye başlıyor “yeni bir duruş, yeni dokunuş, tek tek keşfetmem lazım” diye derin bir ah çekip “kendime yeni bir ben lazım” diyordu.

Her geçen gün artan imam hatip okulları ile bir maya olarak inanç, tüm sorunların kaynağı olarak yıllardır muhalefette temsil bulan ideolojiye yönlendirilen kin yeni nesili cezbetmeye tek başına yetmemiş olacak ki güncel bir mit aranmaya başlandı.

Siyasal iktidar gençlerin ilgisini çekecek o yeni dokunuşu, son yıllarda ideolojik bir harç olarak araçsallaştırılan Teknofest’te var etmeye çalışıyor gibi görünüyor. Burası karnı aç olsa da faturalarını ve kirasını ödeyemese de herkesin gurur duymaya çağrıldığı, vitrindeki ürünlerinin çoğu silah sanayii kaynaklı, bir festival alanı.

Erdoğan, Necip Fazıl’ın kininin davacısı bir gençlik tanımını masaya sürdükten 10 yıl sonra, 3 Eylül 2022’de Samsun’da Teknofest alanında bir konuşma yaptı ve “Türkiye’nin gerçeği de ihtiyacı da Teknofest kuşağıdır” dedi. “Teknofestizm” manifestosu niteliğinde bir belge, açıklama bulunmadığı için bu “kuşağa” dair tahayyülün izini yine yapılan konuşmalar, ön plana çıkarılan simgeler, verilen mesajlar bağlamında anlama çabası devreye giriyor.

Erdoğan konuşmasında “bu gençlik 20 yıldır verdiğimiz her mücadelede bizim de yanımızda yer almış ve moral kaynağımız olmuştur” diyerek “Teknofest gençliğinin” kimleri kapsadığını, kimleri dışarıda bıraktığını belli etmiş oldu. Teknofest’in “yüzü” doğal olarak Erdoğan’ın damadı ve etkinliğin yönetim kurulu başkanı Selçuk Bayraktar. Bayraktar, Robert Kolej, İTÜ ve ardından ABD’de Pennsylvania Üniversitesi ve MIT’de süren eğitimiyle tanınıyor. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin son dönemde yurt dışında en çok tanı(tıl)nan ürünleri listesinde en tepelerde yer alan SİHA modeli Bayraktar ile küresel bir markanın da yöneticisi. İş hayatında da, özel hayatında da aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarif ettiği “Teknofest gençliği”nin marka yüzü “ağabeyleri” olarak ön planda.

BİR TEKNOFEST KUŞAĞI KOLAY YETİŞMİYOR

Peki “makbul” bir “Teknofest gençliği” nasıl yetişecek? Örneğin gençlerin öncelikli tercihi olmadığına yönelik veriler ortadayken düz ortaokul, liseleri imam hatiplere dönüştürerek ya da sürekli yenisini açarak mı bilimsel atılım yapılacak? Robert Kolej’e gidemeyen parlak öğrenciler ne yapacak? İyi okullarda yetişmiş, mesleğinde yetkin liyakatli gençler “kutlu yürüyüşte” safa katılmak istemezse dışlanacaklar mı? Türk Tabipleri Birliği “iyi hal belgesi” için başvuran hekimlerin verilerini açıkladığı için yurt dışına göçen başarılı hekimlerin sayıları ortaya çıktığında herkes yutkunurken, yurt dışına giden diğer bilim dallarındaki gençlerin sayıları biliniyor mu? Türkiye’den ayrılan kuşağın arkasında bıraktığı bilimsel bozkırın çöle dönmemesi için ne tür adımlar atılması gerektiği hesaplanıyor mu? Cumhuriyet gündelik hayatta salt siyasal bir rejim değil, kurumlarıyla bilim, kültür sanat alanında büyük bir birikimin de adı aslında. Bugün yolunda giden şeyler varsa bu birikimin eseri olduğunu görmeden, kurumlarıyla bitmeyen bir hesaplaşmayı sürdürerek mi yürütülecek “milli” teknoloji hamlesi? Nitelikli öğretim üyelerinin uzaklaştırıldığı Türkiye’nin sayılı üniversitelerinden Boğaziçi Üniversitesi gibi kurumların içi boşaltılarak mı “yeni ufuklara” açılınacak? Mevcut koşullarda bir “Teknofest kuşağı” kolay yetişebilecek gibi durmuyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
CAN ERTUNA Arşivi
SON YAZILAR