BAHAR AKPINAR
Bir kıyıda durmak
Orta Çağ’da bir insanın uyandıktan öğlene kadar olan sürede zihninden geçirdiklerini saniyeler içinde tüketen insanlar olarak kendimizi bilgi dünyasının hakimi gibi görüyoruz. Zamanın ruhu bizi buna esir etti. Dünyayı çözümlediğini düşünürken uzak hayatlar, ayak basmadığımız ülkeler parmak uçlarımızdan kayıp gidiyor. Koca bir insanlık, aklına gelen her sorunun cevabını saniyeler içinde bulduğunu sanmanın rehavetiyle yaşıyor. Bu körlük içinde hâlâ anlamadığımız, sınıflandıramadığımız, analitik sisteme sokamadığımız, ölçemediğimiz, hatta hayal bile edemediğimiz devasa bir alan var: Bilinmeyen. Benim için bu bilinmeyenlerin en görkemlilerinden biri hiç şüphesiz okyanuslar.
Okyanus
Okyanuslar bugün bile insanlığın en büyük bilinmezlerinden biri. Işığın birkaç metrede yorulduğu, sesin ağırlaştığı, haritalı çağda bile haritasız kalmış o derin mavi muamma. Çağlar boyu hep yukarı bakan, yıldızları merak eden, aya gitme hayalleri kuran, gökyüzünde tanrılar ararken, o karanlık sulara hep arkasını dönen insanlığın hala daha kapısını aralayamadığı gizli evren.
Günümüzde Ay’ın bile yüzeyini haritalamış olmamıza karşın, deniz tabanının büyük kısmını hala bilmiyoruz. Yüksek çözünürlükte haritalanmış alanların mevcut yüzeyin %20’si civarında olduğu söyleniyor. Geri kalan yerler karanlık dalgaların altında saklı kalmış olan bilinmezliğin mabedi konumunda. Bildiğimizi sandığımız dünyanın altında, henüz adını bile koyamadığımız bir gerçek yatıyor. Bu gerçek aynı zamanda çağlar boyunca korkunun üretildiği bir alan. Gelin bu korkunun ilk olarak üretildiği alanlara beraberce bakalım.
“Burada canavarlar var”: Haritaların korkusu
Orta Çağ dünyasında bilinen coğrafyanın dayandığı sınırın ardında kalan topraklar, okyanuslarla aynı kaderi paylaşır. Karanlığın, korkunun üretildiği yerler olarak işaretlenir. Bu bölgeler, gidilmemiş olandan çok gidilmemesi gereken yerlerdir. Haritaların o bölgelerine not düşülen ‘Burada ejderhalar var’ anlamına gelen “Hic sunt dracones” ifadesi sadece bir navigasyon notu değil, korkunun da coğrafyasıdır. Korkunun coğrafyası insanlığın bilgi sınırını işaret eder. Geriye bilinmeyenin korkusu ve o korkudan doğan kontrol edilmesi imkansız bir güç kalır. Böylece her bilinmez bölge, önce efsaneye sonra o bölgeyi kontrol eden otoriteye dönüşür. İnsanlık işte böyle böyle, karanlığı tarif etmek isterken, birbiri ardına karanlığı yöneten güçleri doğurur.
Edebiyatın canavarları: Derinliğin hafızası
Edebiyat, bilinmeyenin bıraktığı gölgeyi en erken fark eden alanların başında gelir. Henüz denizlerin çoğu haritalanmamışken, insanların dalgaların altına bakıp orada bir şey olduğunu düşündükleri günlerde mitler ve destanlar deniz yaratıklarıyla, canavarlarla dolmaya başlar. Bu girişim aslında karanlığı anlama çabasının ilk biçimleridir. Coğrafyalar keşfedilmeden ve haritalar çizilmeden önce, insan zihni okyanusu hikayelerle aydınlatmaya çalışır. Homeros’un Skilla ve Kharybdis’i, kayalıklar arasında pusuda bekleyen o iki karanlık güç; yalnızca bir deniz tehlikesi değil, insanın iki korku arasında sıkışmış halinin şiirdir. Bir tarafta yok oluşun, diğer tarafta sürüklenişin olduğu bir kader duvarıdır.
Moby-Dick bu geleneğin modern yüzü olarak karşımıza çıkar. Görünen bir balinadan çok, insan zihninin karanlık bölgelerine bakan bir metindir. Balina, yalnızca bir hayvan değil, tanımlanamayan korkunun, ölçeği kavranamayan gücün de simgesi halindedir.
Edebiyatın canavarı sudan çıkmaz, insanın bilinmeyenle karşılaşma anında hayat bulurlar.
Bilinmeyen karanlık, yalnızca suyun altı değildir. Toplumun kenarında, aklın kıyısında da bu karanlık kol gezer. Bu damar modern edebiyatta da kaybolmaz. Virginia Woolf’un denizin hafızasına gömdüğü sessizlik, Hemingway’in yaşlı adamının sabrıyla ölçtüğü derinlikle aynıdır. Hepsi aynı bilinmeyen yerden ses verir. Edebi canavar, insanın derinliğinde nefes alır.
Leviathan: Korkudan düzen yaratmak
Edebiyatın karanlık sularında gezinen bu canavar imgesi, bir noktada denizden çıkıp düşüncenin alanına geçer. 17. yüzyılda Thomas Hobbes, doğanın tehlikesini ve insanın korkusunu anlamaya çalışırken, Leviathan adıyla o eski deniz yaratığının adını siyasal düzene taşır. Hobbes için bu artık bir balina ya da mitik bir varlık değil, toplumun dağılmaması için tasarlanan büyük otoritenin simgesidir. İnsanların birbirinden duyduğu korkunun yerini, devlete verilen yetkinin gücü alır. Mitolojik canavarın yerini, düzeni sağlayan ama sınırları belirsiz bir güç tutar. Böylece derin denizlerin karanlığı, siyasal hayatın görünmez bölgelerine taşınır. Suyun altında hayal edilen devasa gövde, bu kez hukukun, düzenin ve otoritenin içine yerleşir.
Modern derinlikler
İnsanlık artık sadece tehlikeden korunmak için değil, belirsizlikten kurtulmak için de gözetim ister hale geldi. Bilinmezliğe tahammül edemeyen zihin, boşluk gördüğü her yere güvenlik kameraları yerleştirse de, en karanlık alan hala olduğu yerde duruyor. Bilgi genişledikçe bilinmeyenin alanı küçülmüyor, aksine daha görünmez oluyor. Tıpkı okyanus gibi yüzey sakin, derinlik sessiz, gerçek hareketin nerede olduğu ise hayli belirsiz.
Belki bu yüzden okyanus hala doğru bir metafor. Derinliklerini bildiğimizi zannettikçe, asıl bilinmeyenin nerede olduğunu kaçırıyoruz. Bilgi çağında sonsuz bir güvensizlikle hareket ediyoruz. Modern canavarların sesi yok, ama etkileri çok büyük. Sessizlikle hükmeden varlıkları hayatın her alanında hissediliyor.
Kıyıda durmak
Kısa Dalga için yazdığım bu ilk yazının sonunda ben böyle bir yerdeyim. Bilinmeyenin kıyısında durmaya cesaret eden, karanlığa gözlerini diken, korkuyu üretmeden, yalnızca gözlemleyerek yüzeyin ötesinde bir şeyler olduğunu biliyorum.
Bu yazı işte böyle bir kıyıda duruyor. İlk yazının merhabası böyle bir yerden olsun istedim. Zira bazı başlangıçlar böylesi bir kıyıda yan yana durabilmekle başlar.
Merhaba.
Ayasofya gölgesinde zamanı geri sarmak
01 Aralık 2025 Pazartesi 00:10Tıknefes bir zamanın içinden
15 Kasım 2025 Cumartesi 00:15