CEM ERCİYES
Bizi dünyaya bağlayan İKSV
2022 yılının en güzel gelişmelerinden biri İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 50. yılını kutlamamızdı. ‘Kutlamamız’ diyorum çünkü İstanbul’da yaşayıp da kültür sanat etkinliklerine bir parça merakı olan hemen herkes mutlaka İKSV ile temas etmiştir. Ve bu temas mutlaka iz bırakmıştır. Bu nedenle, İKSV’nin 50. yılı sadece onu kurup bu günlere getiren, emek verenlerin kutlayacağı bir şey değil. Kültür ve sanata değer veren herkes için çok önemli bir yıldönümü.
Vakfın 40. yılında hazırlanan ‘İ-ka-se-ve’ adlı kitabı tekrar okudum. Vakfın kuruluş yıllarına dair anılar Nejat Eczacıbaşı’nın bu iş için ne kadar uğraştığını aktarıyor. Her şeyin, hele ki kültür hizmetlerinin devletten beklendiği bir zamanda, Batılı ülkelerdeki gibi sivil bir sanat kurumu oluşturmak üzere yola çıkmak kolay iş değil. Hele ki sponsorluk vs. gibi kavramların hemen hiç bilinmediği, zenginlerin en modern toplumsal hizmetinin okul yaptırmaktan öteye gitmediği bir zamanda, 1970’li yıllarda…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kültür politikası, Batılılaşma ve modernleşme yolunda klasik müzik, opera ve tiyatro kurumlarına önem vermiş. Bu kurumların merkezi de uzun yıllar başkent Ankara olmuştu. İstanbul’da ödenekli kurumların bir adım geriden gelen varlığını sivil inisiyatifler telafi etmiş hep. İKSV’nin de ilk yıllarında özellikle klasik müzik odaklı festivalleriyle bu anlamda önemli bir boşluğu doldurduğunu görebiliyoruz. Ama daha da önemlisi İKSV’nin 90’lardan itibaren başardıkları. Kültür sanatın küreselleştiği, eğlence endüstrisinin bir parçası olduğu bir dönemde vakıf, İstanbul’un uluslararası sanat haritasında yer edinebilmesine müthiş bir katkıda bulundu. Bu dönemde etkinliklerini, edebiyat hariç, sanatın tüm alanlarına yaydı. Müzik, caz, sinema, tiyatro, görsel sanatlar hatta tasarım ayrı ayrı festivallere, bienallere dönüştü. Bütün bir 90’lar ve 2000’ler boyunca dünyanın önemli klasik müzik orkestraları, solistleri, rock, caz yıldızları, efsanevi sinema yönetmenleri ve onların filmleri İstanbul’a geldi, gitti. Evrensel standartlarda organizasyon anlayışını Türkiye’ye getirip geliştirip yaygınlaştırdılar, bu anlam da standartları yükselttiler. Uluslararası turnelerin önemli duraklarından biri oldu Türkiye. Bu sayede bizler de adını bir şekilde duyduğumuz, kayıtlarını dinlediğimiz yıldızları canlı olarak dinleme fırsatı bulduk. Film Festivali’nin toplu gösterileriyle çağdaş sinema tarihinin iz bırakan yönetmenlerini tanıdık. Tiyatro Festivali bize asla ulaşamayacağımız hatta kimi zaman adını bile duymadığımız yaratıcı hatta çığır açıcı sanatçıları öğrenme onlardan etkilenme olanağı verdi. Bienal ise yepyeni bir dünyanın kapılarını açtı. Dünyada çağdaş sanatın kurucu imzalarından süper starlarına pek çok sanatçıyla, onların biçimsel ve düşünsel yapılarıyla karşılaşma fırsatı bulduk. Belki daha da önemlisi Türkiyeli sanatçıların bu uluslararası isimlerle birlikte sergilenmeleri ve kolaylıkla ülke sınırlarının ötesinde de varlık gösterme fırsatı bulmalarıdır. Yani İKSV etkinlikleri izleyici olarak bizleri eğitip, algımızı genişletip, beğeni çıtamızı yükseltirken, buradaki sanatçılar için de ilham verici fırsatlar yarattı. Vakfın 50. Yıl Gala Yemeği’nde yaptığı konuşmada Halit Ergenç’in söylediği gibi bugün pek çoğumuz bireysel kültür sanat birikimimizi önemli ölçüde İKSV’ye borçluyuz. İster izleyici ister vakfın gönüllü çalışanlarından biri, ister sanatçı ister eleştirmen, isterse de popüler bir oyuncu olun; pek çoğumuz için böyle.
Tabii bu kurumu bugünlere getiren Eczacıbaşı ailesini de mutlaka anmak gerekiyor. Kurucu Nejat Eczacıbaşı’nın ardından vakfı yıllarca yöneten, bir iş insanı olduğu kadar sanat insanı da olduğunu bildiğimiz Şakir Eczacıbaşı’nın ve onların ardından görevi devralan Bülent Eczacıbaşı’nın çabaları, emeği olmasa bunların hiçbiri olmazdı. Eczacıbaşı ailesi kendi değerlerini toplumla paylaşmanın en güzel ve kalıcı sonucu olarak İKSV’yi kurup yaşattı. Eminim maddi manevi en büyük katkıyı da onlar yapmıştır. Ama bir yandan da ülkenin diğer iş insanlarını ve kurumlarını sürece kattıkları, büyük sponsorluklarla bu devasa organizasyonu ayakta tuttukları için önemli bir işi başardılar. Hatta Türkiye’de sponsorluk kavramının yaygınlaşması, kültür sanat alanında kabul görmesinde İKSV’nin önemli bir rolü olduğunu söylersem hiç abartmış olmam diye düşünüyorum. Mütevelli heyetleri, danışma kurulları ve daha pek çok organizasyonla Türkiye’nin iş ve sanat dünyasını olabildiğince süreçlerin bir parçası kıldılar.
Tabii ki İKSV’nin geldiği yerde, kimileri bugün uluslararası kurumlarda yöneticilik yapan çalışanlarının da katkısı büyük. Benim gazeteci olarak onları tanıma olanağı bulduğum çeyrek asırlık dönemde festival direktörleri, iletişim bölümünün çalışanları ve yöneticileri, genel müdürler ortak bir kurum kültürü ve dili yaratıp bunu titizlikle sürdürdü. Bu anlamda vakfın genel müdürü, tüm ömrünü kültür sanatın içinde geçirmiş Görgün Taner’in şahsında pek çoğuyla kalıcı dostluklar kurduğum ekibi de 50. yıl için kutlamak isterim.
İKSV her ne kadar bir İstanbul kurumu olsa da etkinliklerine başka kentlerden de gelenlerin varlığıyla ve en çok da yukarıda anlatmaya çalıştığım çarpan etkisi yaratan katkılarıyla bir Türkiye kurumu oldu. Bizler için bir tür kültür bakanlığı gibi evrensel kültüre ulaşma hakkımızı gözeten değerli ve etkili bir kurum. İstanbul festivallerinin gençliğimizde, gündelik hayatımızda bıraktığı ize, tatlı hatıralara dair çok şey söylenebilir; söyleniyor da… Bilet kuyruklarında, konser mekanlarının kapılarında, iki film arası Beyoğlu’nda geçirilen zamanlar, etkinliklerde kurulan dostluklar, unutulmaz konserler, filmler; merakla beklenen bir starın haberini alınca duyulan heyecan, onu izlerken kapıldığımız coşku… Yüzbinlerce insanı etkileyen bu anıların tamamı ciltler tutar. Ben bu yazıda özellikle o sanatçıları anmıyorum. Çünkü başa çıkamayacağımı biliyorum. Ve beni ben yapan o etkinliklerden tekini bile atlamak istemiyorum. Sanatsever bireylerin coşkusu ve belleği biliyorum ki İKSV’nin de en büyük motivasyonu. Kültür alanında bir kurumu, hem de çağına ayak uydurarak yarım asır boyunca ayakta ve en önde tutmak başarısında bu nedenle izleyicilerin de payı olduğunu düşünüyorum. Sonuçta hepimizin ortak görüşü olduğunu düşündüğüm şu cümleyle bitireyim: ‘İyi ki varsın İKSV, nice elli yıllara…’