KEMAL GÖKTAŞ
Bu dünyadan bir gazeteci geçti: Celal Başlangıç
Erkut Direkçi, 15 Ekim 1996’da, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okurken bir işçi mitinginden sonra gözaltına alınmış ve tutuklanmıştı.
Suçu büyüktü: Sosyalist bir gazeteyi görme engelli arkadaşları için teyp kasedine okuyordu.
Aylarca cezaevinde kaldı Erkut. Açlık grevine katıldığı için bedeninin aldığı tahribat, kansere dönüştü. Tahliye olduktan kısa süre sonra, 12 Aralık 1997’de hayatını kaybetti.
Erkut’u herkese anlatmak istiyorduk: Nasıl güzel bir insan olduğunu ve nasıl acımasızca, keyfi suçlamalarla tutuklandığını ve hayatının nasıl elinden alındığını.. Okulda forumlar yapıyor, afişler asıyor, bildiriler dağıtıyorduk.
Ama hiçbiri bir sabah elimize aldığımız gazetedeki söyleşi kadar etkili olamamıştı. Radikal gazetesinde Celal Başlangıç, “Oğluma Terörist Dediler” kitabını yazan Erkut’un annesi Ergül Direkçi ile röportaj yapmış ve Erkut’u herkese anlatma derdimize derman olmuştu…
Celal Başlangıç ismi o tarihten sonra hep Erkut’u anlatan gazeteci olarak zihnime kazındı. Radikal gazetesinde tam sayfa çıkan söyleşi ve haberlerinin her biri herkese anlatmak isteyip de anlatamadığımız gerçeklerin gazeteciliğin gücüyle gün ışığına kavuşmasıydı…
Radikal’de gazeteciliğe başladığımda, en mutlu olduğum şeylerden biri Celal Başlangıç ile aynı gazetede çalışıyor olmaktı. Kürt köylülerine dışkı yedirilmesi haberi bir simgeydi: Celal Başlangıç, hak haberciliğinin öncüsüydü. İşkencelerin, yargısız infazların, gözaltında kayıpların, emek sömürüsünün karşısında keskin bir kalem, titiz bir muhabir, usta bir röportajcı olarak dikiliyordu.
Güneydoğu’da, 1990’larda hayatını riske atarak yaptığı gazeteciliği 2016’dan sonra OHAL koşullarında da devam ettirdi. Çözüm sürecinin bittiği, sadece ana akım medya değil, ‘muhalif’ medyanın da Kürt meselesi ile ilgili 90’ları aratan suskunluğa gömüldüğü koşullarda, Celal Başlangıç gazetecilik yapmaya devam etti.
Bu ısrarı yüzünden kendini bir anda Almanya’da, sürgünde buldu. Türkiye’de iken çalışmalarına başladığı Artı TV ve Artı Gerçek’i orada kurmak zorunda kaldı.
Ne mutlu ki, gazeteci olmama ilham veren, mesleği yaparken hep imrendiğim Celal Başlangıç ile Artı TV’de birlikte çalışma, aynı yolda yürüme şansına eriştim.
Birlikte yaptığımız programlardan, oturduğumuz rakı masalarından, memleket ahvaline dair sohbetlerimizden bana kalan Celal abinin verdiği yaşam sevinci ve direnç dolu bir umut oldu.
Artı TV ve Artı Gerçek için çok çalıştı Celal abi; hayatının tek uğraşı bu oldu. Öyle ki Köln’de evine çok yakın Dom Kilisesi dışında hiçbir yeri gezemediğinden yakınırdı.
12 Eylül sonrası sürgünleri ile Türkiye’deki dostlarının Ege adalarında buluşmalarını anlatırdı Celal abi; o buluşmalara suyun diğer tarafından katılacağını hiç hesap etmemişti belki de..
Sürgün, mahpusluk ile özgürlük arasındaki gri bir bölge gibidir… O bunun ağırlığını hep hissetti. Yine de meslek aşkını diri tuttu, bir gün döneceği umudunu yaşattı.
Çok büyük zorluklarla mücadele etti Artı TV’de. Ama onu en çok üzen, Artı TV’nin yaşadığı sorunlardan ötürü yönetim ve çalışan ilişkileri nedeniyle haksızca suçlanması, sosyal medyada pervasızca hedefe alınmasıydı.
Artı TV sürecinde ona yönelen kıyıcı dil bile onu gazetecilik tutkusundan alıkoyamadı.
Çünkü, yaşama sevincinin kaynağı gazetecilikti. Son anına kadar gazetecilikten, yani hayattan kopmamak için direndi.
Keşke onu bu mesleğe ve ülkeye yaptığı onca katkıdan sonra, sürgünde değil, çok sevdiği bir Ege kasabasında uğurlayabilseydik...
Keşke ona karşı yapılan haksızlığa, o yaşarken yüksek sesle itiraz edip karşı çıkmamanın ağırlığı hepimizin omuzlarında ağır bir yük olarak kalmasaydı…
Hoşçakal Celal abi…