Depremde ölümlerin yüzde 83’ü yolsuz ülkelerde yaşanıyor

Afete hazırlıktan afet anı ve sonrasındaki yetersizliklere, çürük binalardan “yeniden inşa”ya, her şeyi sil baştan, sanki deprem ülkesinde yaşamıyormuş gibi konuşuyoruz.

Her gün, yapılması gerekenlerin yapılmadığını farklı örneklerle tekrar gösterdiği gibi, akıl almaz bir hoyratlığı ortaya çıkarıyor. Oysa Türkiye, özellikle 1999 Gölcük depremi sonrasında pek çok ulusal ve uluslararası afet ve risk yönetimine dair adımlar attığını ilan etmişti.

Afetlere hazırlık konusunda hazırlanmış en gelişkin sistem olan Sendai Çerçevesi’nin Afet Enformasyon Yönetimi Sistemi’nde Türkiye profilinde en son 2014 yılında güncellenmiş şu bilgiler yer alıyor:

  • Afetler bazında incelendiğinde depremde ölüm yüzde 94. Bunu yüzde 1 ile maden “kaza”ları ve Sendai’ye göre “afet” olarak değerlendirilen trafik kazaları takip ediyor.
  • En çok yaşanan afet, yüzde 32 ile orman yangını, yüzde 15 heyelan, depremse yüzde 3. (Elbette bu veriler yenilendiğinde bu tablo değişecek.)
  • Türkiye’de binaların yıkılmasının sebebi de yüzde 94 ile deprem.

Sendai Çerçevesi kapsamında (2005-2015) döneminin ardından ikinci dönemin (2015-2030) çalışmaları sürüyor. Peki bu ve başka uluslararası afet önleme girişimlerine katılan Türkiye, şimdiye kadar ne yapmış? Bu gibi “hedef” belirten çerçeveler ne işe yarar? Hem afet konusundaki bilgilerimizi güncellemek hem de Dünya’da bu konuda ne yapıldığını araştırırken BM’nin Afet Riski Azaltma bölümü Genel Sekreteri Mami Mizuturi’nin röportajına rastladım.

23 Şubat’ta Jessica Alexander’in “The New Humanitarian” için yaptığı röportajı, kısaltarak da olsa aktarıyorum. Röportajın tamamına İngilizce olarak şuradan ulaşabilirsiniz.

“Türkiye hazırlıksız değildi”

Jessica Alexander: Türkiye Cumhurbaşkanı, Maraş depremlerinin büyüklüğüne işaret ederek buna hazırlıklı olmanın mümkün omadığını söyledi. Bu doğru mu?

Hangi seviyeden bahsettiğinize bağlı. Ancak çok daha iyi hazırlık yapılabileceğini biliyoruz. Afetlerin etkisi sadece tek bir boyuta, örneğin fay hattına bakarak azaltılamaz. Afetler, tehlikenin büyüklüğü, maruz kalma oranı, korunmasızlığın bir karışımıdır.

Türkiye, Disaster Risk Reduction DRR (Afet Risk Azaltımı) ajandasının üyelerinden biri. Bir ulusal deprem stratejisi aksiyon planı ve afet ve acil durum otoritesi olan AFAD da var. Yani ülke, hazırlıksız değildi.

Bazen yaşanan felaket, boğucu hale gelebilir… Dünyada hızlı şehirleşmenin getirdiği çevresel yıkımlar da riskleri artırabilir. Bu gibi faktörler, bazı afetleri bundan onyıllar öncesine göre daha güçlendirebiliyor.

Ancak tahribat, şoke edici olsa da depremlerin olması sürpriz değildi. Bilim insanları bölgedeki sismik boşluğa dair yıllardır uyarıyordu. Bir depremin ne zaman ve hangi şiddette geleceğini tahmin etmek zor olsa da yeni riskleri elemek için, mesela daha sağlam binalar için fazladan bütçe ayırmanız, yeni dayanıklılık kriterleri koymanız gerekiyor. BM’nin Sendai Framework (Sendai Çerçevesi) afetleri önleme ve zararlarını azaltmak için hedeflerin ne olduğunu, riski azaltmak için yapılması gerekenleri ortaya koyuyor.

  • Türkiye afet risk azaltımı çabası konusunda “lider ülke” olarak övülüyordu. 1999 depreminden sonra deprem etkisini modelleyen bir yazılım geliştireceği, okulları hazırlıklı hale getirdiğini, eski binaları yenileyeceği, yeni binaların daha denetimli ve sağlam olacağını ilan etmişti. 2009’da kurulan AFAD’ın sorumluluk alanı afetleri önlemek ve afet kaynaklı zararı en aza indirmekti. Fakat son depremlerde eleştirildi, sorgulandı. Müteahhitler gözaltına alınıyor, yetersizliğe dair eleştiriler artıyorNeden böyle oldu?

Türkiye’de neyin yanlış gittiği hakkında dikkatli olmayı ve spekülasyon yapmamayı tercih ederim. Eminim Türkiye bu konuya eğilecektir, ders çıkaracaktır.

Sadece Türkiye de değil. 2011’de Nature dergisinde yayınlanan bir makaleye göre son 30 yılda, depremlerle yıkılan binalarda ölümlerin %83’ü, yolsuzlukla karakterize edilen kötü inşaat, fonlarda sapma veya yetersiz liderliğin hakim olduğu ülkelerde yaşandı. Kuzey Suriye, depremden en çok etkilenenler, savaş yüzünden halihazırda insani yardıma bağımı olanlardı.

Deprem “doğal” sebeplerden kaynaklanıyor ancak felakete dönüşmesi, insanları vurduğunda ortaya çıkıyor. Kırılganlık, illa ki fay hattına yakın veya dere yatağında yaşamaktan kaynaklanmıyor. Daha ziyade nüfusun yaşadığı sosyal, siyasal, ekonomik ve çevresel şartlarla ilintili.

  • O zaman herhangi bir ülke böylesine bir afete hazırlıklı olabilir mi? Görünürde sağlam afet planları olan ülkeler için beklentiler gerçekçi mi?

Ulusal afet riski azaltma stratejileri olan 125 ülke var. Pek azı bunları yasal hale getirdi. Hep dediğimiz, evet, bir plana ihtiyacınız var ama bu planın yasal altyapısı ve yaptırımı olmalı. Uygulanmadığında cezalandırılmalı.

Önlem alınmadığı için konuşuyoruz

Türkiye’de afeti önleme anlamında işe yarayan, başarılı olan kısımlar var mı?

Başarı diyemeyeceğim ama günler sonra enkazdan çıkarılanların pozitif hikayeleri var. Gerçek şu ki önlem alınsa zaten pek konuşulmaz. Önlem alınmadığında konuşuruz.

Bizim gibi organizasyonların, ülke biraz toparlandığında ulusal, yerel ve bireysel seviyede neyin nasıl yapıldığına bakma şansımız olur. Misal, şehirler arasında fark var mı? Yerel dirençliliği çok önemsiyoruz. Mesela bir şehir, önlemler aldığı için daha az etkilenmiş mi?

Türkiye ve Suriye’nin daha sağlam şehirler kuracağı konusunda ne kadar emin olabilirsiniz?

Sendai Çerçevesi’nin orta vadeli değerlendirilmesi aşamasındayız. Pek çok ülkeden, gönüllü olarak değerlendirmeler geliyor. İlginç bir şekilde “daha iyisini inşa etme” konusunda pek bir değişim göremiyoruz.

Yeniden inşa, büyük bir kararlılık ve dönüşümsel değerleri içerir. Mesela insanları afetin yaşandığı yere taşımazsınız. Yaparsanız da son derece dayanıklı olması gerekir.

Büyük afetler yaşandığında ulusal ve uluslararası fonlar ve bağış karmaşası yaşanır. Fakat bu destekleri bağış yapanların önceliklerine göre mi koordine edeceğiz, yoksa topluluğun gerçekten ihtiyacı olan şekilde mi?

Böylesine büyük felaketlerde önlem almanın bedelinin, yeniden inşa ve iyileşmeye harcanana kıyasla neredeyse hiç olduğunu söyleyebilirim. Gerçekten işe yarıyor, fakat önlem alınmıyor.

Neden?

Çok belli değil. Sadece maliyet değil, toplumların dönüşmesini cesaretlendirmemizle ilgili.

Japonya’da Büyük Doğu Depremi’nin vurduğu yerlerin nüfusu düşmekte ve yaşlanmaktaydı. Toparlanmaya ayrılan bütçeyi, sadece yeni binalara, dev deniz duvarlarına ayırmadılar. Bazı şehirleri daha çoğulcu hale getirdiler: Japon olmayan vatandaşlar, gençler, LGBTQ bireyler gibi şehirlerin daha dinamik ve dirençli olmasına katkıda bulunacakları teşvik ettiler. Başka yerlerde böyle bir anlayış olur mu, emin değilim. Esas düşünmemiz gereken bu.

Neye odaklanmak gerekiyor? Şimdiden neleri yapmak gerekiyor?

Riskin sistemik doğasına daha fazla odaklanmalıyız: Yani risklerin yapısal, sistemsel ve bağlantılı olduğuna. İklim aciliyeti ve çevresel yıkım, hızlı ve plansız şehirleşmeyi beraberinde getiriyor. Gelir eşitsizliği büyüyor. Tüm bunlar, afetlerin etkisini artıran faktörler.

Kadın, kız çocukları ve engellilerin durumu önemli. Türkiye ve Suriye’de en çok kimlerin etkilendiğine dair bir kanıt yok. Bu bilgileri, verileri toparlamalıyız ki resmi net görelim. COP27’deki önemli mesajlarımzıdan biri buydu: Afetlere dair zafiyetleri, kırılganlıkları bilelim ki bunların üzerine iki misli kararlılıkla gidelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
MEHVEŞ EVİN Arşivi
SON YAZILAR