İBRAHİM GÜNDÜZ
Facia mahallinde 2 gün: Vekiller Çöpler Altın Madeni'nde
Hatun ve Seher, babaları Mehmet Kazar’ı cep telefonundan aradıklarında anneleri de yanlarındaydı. Saat 14.25’i gösterirken Hatun, “Nasılsın baba? Seni merak ediyoruz?” diye sordu endişe içinde, “Ne yapalım kızım, konteynırın içinde çay-kahve içerek bekliyoruz. Ne yapacağımızı biz de bilmiyoruz, talimat bekliyoruz” diye bıkkın ve yorgun bir sesle karşılık verdi babası... Tam o sırada telefondan bağırış, çağırış ve panik sesleri yükseldi: “Heeeeyyy... Allaaahııımmm...” Ardından derin bir sessizlik...
Önce bir anlam veremediler ama bir şeylerin ters gittiği belliydi. Telefonla babalarının arkadaşlarına ve İliç’teki şirkete ulaşmaya çalıştılar ama başaramadılar, çünkü o sırada İliç-Çöpler’de kıyamet kopuyordu... Kısa bir süre sonra da madendeki faciadan haberleri oldu: Yığın liçi sahasında büyük bir çökme yaşanmıştı ve altında kalan işçiler vardı...
Hayatları boyunca bu acıyla yaşayacaklar. Babalarının o son sesi hiçbir zaman kulaklarından gitmeyecek. Oysa Mehmet Kazar, ailesini geçindirmek ve hayata tutunabilmek için Osmaniye-Kadirli’den gelmişti İliç’e. Uzun bir süredir de Çöpler Altın Madeninde taşeron Keklikler Şirketi’ne bağlı olarak çalışıyordu.
Mehmet Kazar'ın kızları Hatun ve Seher
İlk görenlerden biriydi
Sabah saat 07.30’da işbaşı yaptığında liç sahasındaki çatlakları ilk görenlerden birisi de oydu. Fotoğrafları hem birbirleriyle hem de üst amirleriyle paylaşmışlardı. Hatta arkadaşlarına, “Bir gün burası çökecek” diye birkaç kez dert yanmıştı. Çünkü ilk kez olmuyordu bu çatlaklar ve son zamanlarda daha fazla olmaya başlamış ve boyutları da büyümüştü. İşte o gün çatlaklar ortaya çıkıp, amirlerin hiç bitmeyen toplantıları devam ederken, Mehmet Kazar kullandığı dozeri dördüncü fazın üstünde güvenli bir bölgeye çekmiş ve ardından amirlerinin “güvenli” dedikleri konteynırların bulunduğu noktaya gitmişti. Yani çöken yığın liçi sahasının doğusunda kalan yere.
Kim vermişti bu talimatı, neden vermişti araştırılıyor ancak aslında arkadaşlarıyla birlikte derhal maden sahasını terk etmesi gereken Mehmet Kazar, ölümcül bir kararla konteynırların içinde beklemeye başlamıştı. Oysa o da dozeriyle birlikte üst kotta bekleseydi bugün hayatta olacaktı. Ne yazık ki, Anagold şirketi yöneticileri madende görev yapan taşeronlara hiçbir bildirimde bulunmamıştı. Yani Mehmet Kazar kullandığı dozerini güvenle bir yere çekmişti ancak amirlerinin yanlış kararlarının kurbanı olmuştu.
Çökmeden önce liç sahasında görülen bu çatlaklar, facianın ayak izleriydi.
13 Şubat 2024 Çöpler Altın Madeni Faciasının açtığı ve asla kapanmayacak yaralardan biriydi bu sadece. Göz göre göre yitirilen hayatlar ve liç yığınının altında kalan canlar. Mehmet Kazar belki kısa süren ve tarif edilemez bir acıyla veda etmişti dünyaya ama arkasında sonsuz bir acıyla yaşamak zorunda kalan sevdiklerini bırakarak.
TBMM Komisyonu bölgede
TBMM İliç-Çöpler Faciası Araştırma Komisyonu’nun başkan ve üyeleri, 7-8 Mayıs 2024 tarihleri arasında iki günlük inceleme gezisindeydi. 6 Mayıs Pazartesi gece yarısı uçakla Erzincan’a gelen komisyon üyeleri, 7 Mayıs 2024 Salı günü Valilik ve AFAD brifinglerinin ardından karayoluyla İliç’e geçtiler.
TBMM Araştırma Komisyonu üyeleri Çöpler'de facianın yaşandığı liç sahasında
Bir süredir Türkiye’deki vahşi madencilik üzerinde çalışan ve özellikle siyanürlü altın madenleri konusunda araştırmalar yapan bir gazeteci olarak komisyon çalışmalarını da yakından takip ediyorum. Bu noktada Komisyonun İliç’e yapacağı bu inceleme gezisi benim açımdan da çok kıymetliydi. Kitaplarımda, makalelerimde ve konuşmalarımda konu ettiğim, üzerine çok şey okuduğum ve binlerce görüntü ve fotoğrafını izlediğim ve defalarca uydu görüntülerini incelediğim Çöpler Altın Madeni’ni ilk kez yakından görme fırsatım olacaktı.
İliç şehir merkezinde verilen yemek molasının ardından, Mercedes marka camları karartılmış minibüslerin içinde (Ankara’daki bir şirketten üç minibüs kiralanmıştı) ANAGOLD şirketinin ana giriş kapısından hızla geçiverdik. Oysa ki bu kapıdan içeri gazeteciler bir yana, eleştiren ve karşı olan hiçbir sivil toplum kuruluşu ve akademisyenler, avukatlar dahi alınmamıştı. Çok sıkı korunan maden sahasına bir anda girivermiştik.
Milletvekilleri Çöpler mühendislerini dikkatle dinlerken
Öndeki polis aracının eskortuyla ardına kadar açılmış kapılardan selam durmuş görevlilerin önünden hızla geçtik ve madenin taşlı-topraklı yollarında tepelere tırmanmaya başladık. Kanada-ABD SSR Mining şirketi ile Çalık Holding’in ortaklığında kurulan ANAGOLD Şirketi’ne ait Çöpler Altın Madeni’nin içinde yol almaya başladıkça madenini boyutlarını da görmeye başladık.
Olay yeri incelemesi
Güvenlik güçleri ve gazeteciler için “olay yeri incelemesi” hayati önemdedir. Hiçbir bilgi veya belge olay yeri incelemesinin yerini alamaz. Hayati kanıtlar, kritik izler ve olayın ruhu oradadır. Facianın, cinayetin boyutlarını kavrarsınız. İşte Çöpler Altın Madeni’nin çok sıkı güvenlik tedbirleriyle korunan sahasına girince bunu bir kez daha görmüş olduk. Yani üzerinde ne kadar çalışmış olsanız da, yüzlerce video veya fotoğraf görmüş olsanız da madenin devasa boyutlarını kavrayamıyorsunuz. Adına maden ocağı dedikleri yan yana dizilmiş cehennem çukurlarının bazen çevresinden bazen de tam ortasından geçerken, Çöpler Altın Madeni’nin bir ekokırım merkezi olduğuna bir kez daha gözlerinizle canlı canlı şahit oluyorsunuz.
Çöpler maden sahasında vekil konvoyu
Elbette benim yaşadığım şaşkınlığı milletvekilleri de yaşıyordu. Üstelik onların büyük çoğunluğu bu konulara aşina da değildi. Yeni yeni kavramaya çalışıyorlardı. Aşağıda binlerce yıllardır akan Fırat’ın can veren varlığının hemen üstünde, adına maden denilen bir ekokırım merkezinde doğanın ölümüne tanık olmak, kendisine insan diyen bir kişiyi etkilememesi mümkün değildi.
Kimsede maske yoktu
Yol boyunca tozu dumana katarak çalışan yüzlerce kamyonun yanından geçtik. Çöken yığın liç sahasından Sabırlı Deresine akmış olan milyonlarca tonluk liç yığınını “güvenli” dedikleri geçici depolama alanlarına aktarıyorlardı. Taşıdıkları siyanür ve ağır metaller içeren kimyasal bir kütleydi ama çalışanların hiçbirinde koruyucu maske yoktu. Sanki bir inşaat alanından hafriyat çeker gibi otomatiğe bağlanmış gibi Sabırlı Deresinden “Mermer Ocağı” adını verdikleri madenin cehennem çukurlarından birisine milyonlarca ton malzemeyi taşıyorlardı. Zincirin halkaları gibi arka arkaya dizilmiş yüzlerce kamyon, gece-gündüz vızır vızır işliyordu.
Yığın liçine son
Şirketin acelesi var. Bir an önce çöken malzemeyi kaldırıp madeni çalışır hale getirmek istiyor. 8 Mayıs 2024 tarihinde şirket tarafından yapılan açıklamada, artık bundan böyle yığın liç sahasının kullanılmayacağı ilan edildi. Şirket şimdilerde geçici olarak depoladığı yığın liçini, atık barajının altında inşa edecekleri yeni bir depolama alanına taşımayı planlıyor. Bundan sonra da sadece tank liçiyle çalışmalarına devam edeceklerini bildiren SSR Mining, depolanacak bu liç yığınında yaklaşık 706 bin ons yani 20 tondan fazla altının bulunduğunu belirtiyor. Yani şirket stoklanmış malzemeyi yeniden işlemek istiyor. Bu işlemler için de 300 milyon dolara kadar harcama yapmayı göze almış görülüyor. Çünkü her şey planlandığı gibi giderse işin ucunda yaklaşık 1 milyar 666 milyon 160 bin dolarlık bir kazanç söz konusu. Bir de buna ocaklardan yeni çıkarılacak malzeme eklenirse kazanç daha da fazla olacak.
Vekiller madende gezerken, siyanür liçleme boruları her yerdeydi
9 işçinin ölümünden sonra takılan jeoradar
Yığın liçi çökmeden önce Batı yakasında jeoradarlar faaliyetteydi. Ancak Doğu yakasındaki olması gereken jeoradarlar alınmamıştı. Tasarruf tedbirleri gerekçe gösterilmiş ve radarlar bir türlü alınamamıştı. Doğu bölgesinde jeoradarlar olmayınca da 13 Şubat günü yığın liçinde yaşanan büyük hareketlilik, tam olarak anlaşılamamıştı. Çünkü hareketin büyüğü Doğu yakasındaydı ve orada jeoradar yoktu. Batı radarları da liçte yaşanan anormal ivmelenmeyi ve hareketi kaydetmişti ancak tablo net olarak görülememişti. Bir başka deyişle birileri Batı radarlarının sonuçlarından ikna olmamış, risk almayı tercih etmişti. İşte o radarlar, yani Doğu yakasında olmayan o hayati mekanizmalar, 9 işçinin toprak altında kaldığı faciadan sonra apar topar tepelere yerleştirilmişti. AFAD yetkilisi Prof. Dr. Orhan Tatar’ın milletvekili heyetine bu radarları göstermesi ayrıca dikkat çekiciydi.
Çöken sahanın tam ortasında
Milletvekilleri, danışmanlar, komisyon görevlileri ve gazetecilerin de içinde bulunduğu heyet çöken liç sahasının tam ortasına götürüldü. Bulunduğumuz bölge Üçüncü Faz olarak adlandırılan ve tamamı çöken yığın liç alanıydı. Üst tarafta Dördüncü Fazın bir bölümü duruyordu. Alt tarafta ise Birinci ve İkinci Fazlar ayaktaydı. Ama ayakta kalan bu fazlarda da derin çatlaklar dikkat çekiyordu. Üçüncü Fazın temeline inilmişti ama Bir, İki ve Dördüncü Fazlardaki tehlike devam ediyordu. Şirket şimdi bu fazları boşaltarak yığın liçi alanını tamamen temizlemeyi hedefliyor.
Çökmenin yaşandığı liç alanı kısmen boşaltılmış
Tank liçiye devam
Şirket esasen yığın liçi alanındaki malzemeyi tekrardan tank liçinden geçirmeyi ve yığın liçinde kalan altını da almayı hedefliyor. Bundan sonra da yığın liçini artık kullanmayacağını açıklıyor. Bunun anlamı ise zaten doluluk oranı hayli yükselmiş olan atık barajının tıka basa doldurulacağı ve yeni bir atık barajının acilen inşa edileceği ve yetmezse üçüncü bir atık barajının da inşa edileceği gerçeği.
Vekiller çöken liç sahasının tam ortasında
Vekiller anlamaya çalışıyor ama tablo öyle kolay anlaşılacak gibi değil. Burada bir parantez açıp Merkez Bankası Eski Başkanı Durmuş Yılmaz’ın 10 Mart 2024 tarihinde Serhan Asker’in hazırlayıp sunduğu Görkemli Hatıralar programında yaptığı konuşmayı hatırlayalım. Ne diyordu Durmuş Yılmaz:
“Altınsız yapabilir ama arpasız, buğdaysız, susuz, havasız yapamayız. Bugüne kadar kirlettiğimiz toprak, kestiğimiz ağaç ve kuruttuğumuz nehir karşılığında ne kadar altın elde ettik ve ne kazandık. Kesinlikle ve kesinlikle altın bir ihtiyaç değil bir istektir. Altınsız yaparız ama gıdasız yapamayız.”
Herhalde Durmuş Yılmaz altının ne olduğunu dünyada en iyi bilebilecek isimlerin başında geliyordur.
Hileli gereksinim
Ne diyordu Prof. Dr. Aykut Çoban, “Altın hileli bir gereksinimdir.”
Hileli gereksinim, yani insanların aslında gereksinim duymadıkları bazı nesneleri (altın gibi) gereksinim duyarmışçasına tüketme eğiliminde olması. Altın bazı bilişim, iletişim sektörlerinde ve kısmen de tıpta çok dar bir alanda gereksinim duyulan bir metaldir. Ve bu amaçlar için altın çok fazlasıyla dünyada mevcut zaten. Ancak gerçek gereksinimi çok dar bir alanla sınırlı olan altın, toplumsal yaşamda bir yatırım aracı olarak ya da takı, gösteriş, şatafat nesnesi olarak karşımıza çıkıyor. Yani aslında gerçek bir “gereksinim olmayan” bir ürün için doğayı tahrip ediyoruz. Ve bunu da birileri bize “insanlık için üretim yapmak zorunda oldukları madencilik” olarak yutturmaya çalışıyor.
Benzer bir açıklama da iki gün önce Türkiye ekonomisinin başındaki isimden, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’ten geldi: “Valla kusura bakmasınlar. Yani bir metali ülkede olmayan döviz kaynaklarıyla ithal edeceksiniz, ondan sonra da bir köşede atıl olarak duracak. Bunun neresi memleketin menfaatine. Vatandaşlarımızın tercihine saygılıyım. Ama biz burada ülkemizin menfaatine kaynaklarımızı etkin bir şekilde yatırıma, üretime, dolayısıyla istihdama ve nihai kertede ağırlıklı olarak ihracata dönüştüreceğiz...”
Kendin de üretsen, ithal de etsen sonuç aynı. Kendin üretirsen artı bir de ülkeni ekokırıma uğratıyorsun. Dağlarını, yaylalarını-meralarını parçalıyor, ormanlarını kesiyorsun; su kaynaklarını zehirliyor ve milyonlarca tonluk pasa ve liç yığınlarıyla birlikte zehir barajlarını ortalık yerde bırakıyorsun. O coğrafyayı bir daha eski haline getirmen de asla mümkün değil. Peki sonra ne oluyor? Mehmet Şimşek’in dediği gibi bir köşede atıl olarak duruyor. Üstelik bu altını ülkende çıkaran uluslararası kartellere milyarlarca dolar ödüyorsun. “Efendim TL verip satın alıyoruz” diyenler var. Kanadalı-Amerikalı da bir tuşla o TL’yi, Dolara, Euroya çevirip ülkesine götürüyor.
Kamyon şoförü Uğur Yıldız’a mezar olan, “Manganez” adı verilen cehennem çukuru
Korkunç tablo
Tekrar Çöpler’deki inceleme gezisine dönersek, aslında tablo yeterince korkunçtu: Üstümüzde ve altımızda tehlike yaratan liç yığınları, karşıda 47 milyon tonluk ağzına kadar dolmuş bir zehir barajı ve altımızda yine yüz milyonlarca tonluk pasa yığınları ve hemen yanımızda cehennem çukurları.
O saha gezisinde bir kez daha asıl büyük facianın nasıl kıl payı atlatıldığı görüldü. 13 Şubat 2024 günü saat 14.28’te liç sahası Doğu ve Batı yönlerinde değil de Kuzey yönünde yani madenin tank liçi tesislerinin, depolarının ve yüzlerce işçinin çalıştığı ofislerinin bulunduğu yöne doğru aksaydı bugün çok daha büyük bir faciayı konuşuyor olacaktık.
Çöpler köyüne akacaktı
Yığın liçi yüz binlerce ton siyanür, sülfürik asit, nitrik asit gibi dünyanın en tehlikeli kimyasallarını ve tank liçindeki milyonlarca tonluk kimyasalları ve yaklaşık 2 bin insanı da önüne katarak Çöpler köyüne doğru akacaktı. Buradaki yüzlerce insanı da içine alarak Fırat Nehri’ne dökülecekti. Yani binlerce insanımızın ölümünün yanı sıra Fırat Nehri belki de yüz yıllar sürecek bir kirlenmeyi yaşayacaktı. Bu kadar büyük bir tehlikeden söz ediyoruz ve bu tehlike halen devam ediyor. Sanki basit bir heyelan yaşanmış ya da bir trafik kazası yaşanmış gibi tavırlar takınarak, “Şu önlemi aldık, bu önlemi alıyoruz” gibi açıklamalarla insanlar aldatılıyor.
Şirketin vekiller için hazırladığı özel platformlar dikkat çekti
İçiniz ferah olsun
Milyonlarca ton kimyasal yığın liçinin aktığı ve halen 5 insanımızın da içinde olduğu Sabırlı Deresi’nin alt tarafına yaptıkları beton bendi gösterdiler. Efendim Sabırlı Deresi’nin zemini kireç taşıymış ve liçteki kimyasalların yeraltı sularına karışmasına engel olacakmış. Zaten pompalar ve sondajlarla her türlü önlemi almışlar ve içimizi ferah tutabilirmişiz.
Saha gezisinden sonra, 13 Şubat faciasının yaşandığı gün, hiç bitmeyen toplantıların yapıldığı madenin toplantı odasına götürdüler bizi. Prof. Dr. Mustafa Kumral başkanlığındaki İstanbul Teknik Üniversitesi’nden (İTÜ) hocaların son durumla ilgili açıklama yapacağı söylendi. U şeklindeki bir masanın kenarlarına milletvekillerini oturttular ve bizlerin de görüntü almadan dinlememize izin verdiler.
İTÜ Jeoloji Mühendisliğinden Prof. Dr. İrfan Yolcubal, Sabırlı Deresi’nde yarı geçirimsiz ve geçirimsiz zemin olduğunu, bölgedeki yeraltı sularının ise Fırat Nehri’ni beslediğini belirtti. Yığın liçinin yeraltı sularını etkileyip etkilemediğini ise henüz bilemediklerini söyledi. Çünkü su gözlem kuyuları, yığın liçinin altında kalmıştı. Siyanürlü malzemenin Sabırlı Deresi’ndeki zemine temas ettiğini ancak ne kadar etkilediğini bilemediklerini ve izlediklerini söyledi. Yani, “İzliyoruz, bakacağız, göreceğiz...”
Acılı aileler vekillerle görüştü
“Uygun yükseklikte yapılmamış bu çok net”
Yine bir başka İTÜ hocası Maden Mühendisliği Fakültesi’nden Doç. Dr. Cüneyt Atilla Öztürk, yığın liçi sahasının yer seçimiyle ilgili sorun olduğunu, tasarımının fazla yüksek ve fazla dar olduğunu vurguladıktan sonra, “O yapıya uygun yükseklikte yapılmamış, bu çok net” diyordu. Doç. Dr. Öztürk, madenin jeoradar görüntülerine göre son üç gün içinde büyük değişmeler olduğunu anlattı. (Buna benzer bir saptamayı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bürokratları da komisyon toplantıları sırasında yapmıştı.) Doç. Dr. Öztürk, mevcut yığın liçinin içinde altın olan bir malzeme olduğunu ve “atık” olmadığının altını çizdi. Yani tam da işte bu nedenle devasa kamyonlar vızır vızır işliyor ve Sabırlı deresine akan liç yığınını kaldırmak için canla başla çalışıyordu.
“İşçiler" için mi “altın” için mi?
Yani şirket yetkililerinin her fırsatta vurguladığı, “Liç altındaki işçilerimize ulaşmaya çalışıyoruz” açıklaması pek de gerçeği yansıtmıyordu. Çünkü buna benzer bir facia 2011 yılında Afşin-Elbistan’da Çöllolar kömür sahasında yaşanmıştı. Milyonlarca tonluk bir çöküntü yaşanmış ve 11 işçi hayatını kaybetmişti. 9 işçi halen toprak altında. Fazla maliyetli bulunduğu için arama ve çıkarma operasyonlarına son verilmişti. Çünkü Elbistan’da çöken yığınların içinde altın yoktu.
Yine İTÜ hocalarından Cevher Hazırlama Mühendisliği Fakültesi’nden Doç. Dr. Hüseyin Baştürkçü, yığın liçi sahasındaki malzemenin fazla ince olduğunu ve bunun da borularda tıkanmaya sebep vermiş olabileceğini anlattı. Peki neden gereğinden daha ince malzeme serilmişti? Normalde ince malzeme yani öğütülmüş malzeme tank liçinde kullanılıyor. Yığın liçinde gereğinden daha ince malzemenin serilmiş olması, yığın liçinde de sülfürik asit kullanıldığının bir işareti miydi?
Aileler tepkili
İki günlük bu inceleme gezisi sırasında milletvekilleri bölgedeki vatandaşlarla da sohbet etme imkanı buldu. Liç yığını altında kalan işçilerin ailelerine taziye ziyaretlerinde bulunuldu. Aileler tepkili. Evlatlarının, kardeşlerinin, babalarının gerekli önlemler alınamadığı ve verilen yanlış kararlar neticesinde acı bir sonla karşı karşıya kaldıklarına inanıyorlar. Jeoradar sistemleri faciadan önce alınsaydı, sabah saatlerinden itibaren görülen çatlaklar ve yarılmalar ciddiye alınıp maden alanı tamamiyle boşaltılsaydı, altın madenciliği ve genel olarak madencilik konusunda tecrübeli ve bilgili yöneticilerle çalışılsaydı, yığın liçi sahasına bu kadar yüklenme yapılmasaydı, verilen sözler tutulsaydı bu facia yaşanmayabilirdi ya da işçiler her şeye rağmen hayatta olabilirdi.
Maden sahasında vekilleri izleyen gazeteciler ve danışmanlar zaman zaman zorlandı
“Çökecek burası” diyordu
Ailesinden birisi toprak altında kalan bir maden çalışanı aynen şunları söylüyordu:
“Çok fazla siyanürlü su basıyorlardı. Liç sahasında sık sık gölleşmeler oluyordu. Çatlaklar olduğunu aramızda devamlı konuşuyorduk. Çatlakları devamlı çimentoyla kapatıyorlardı. Bir gün çökecek burası diyorduk. Hatta görevli mühendislere de söyledik, ‘Böyle giderse burası çökecek’ dedik, ‘Herkes kendi işine baksın’ diyerek bizi tersledi. Onlar daha önce de olduğu gibi lokal bir çökme bekliyorlardı. Kimse böyle büyük bir çöküşü öngöremedi ama belirtileri çok barizdi.”
Taşeron şirketler
İliç şehir merkezinde veya Çöpler köyünde vatandaşlarla sohbet ettiğinizde, altın madenine yönelik bir tepki dikkat çekiyor. Madende çalışan da çalışmayan da siyanürlü altın madeninin bölgelerine zarar verdiğinin artık farkında. Birilerinin çok para kazandığını ama kendilerinin büyük bedeller ödediklerine inanıyorlar. İliç belediye başkanlarının, muhtarların ve bazı kamu görevlilerinin taşeron şirketler aracılığıyla madenle çıkar ilişkisi içine girdikleri konuşuluyor sokakta.
Araştırma Komisyonu Başkanı AKP’li Atay Uslu fotoğraf çekmeyi seviyor
Şehrin tam tepesinde
Bugün madenin Çakmaktepe adını verdiği açık ocak bölgesi, İliç şehrinin tam tepesinde. Sokakta konuştuğumuz şoförler ve esnaflar, Çakmaktepe’de patlatılan dinamitlerin İliç şehir merkezinde çok rahatlıkla hissedildiğini ve her dinamit patlatılmasında yerlerinden zıpladıklarını söylüyorlar. Peki nasıl olmuştu da bir şehrin tepesinde maden ocağı açılmasına izin verilmişti. İliçliler bunu kurulun kirli çıkar ilişkileriyle açıklıyor.
Hayvancılık projelerinin onaylanmadığını, bölgede tarıma ve hayvancılığa dair çabaların desteklenmediğini özellikle belirtiyorlar. Yani İliç ve çevresindeki köylerde yaşayan vatandaşlar bir şekilde Çöpler Altın Madeni’ne bağımlı hale getirilmiş. Kimisi kurduğu taşeron şirketler aracılığıyla, kimisi doğrudan madende çalışarak ve kimisi de madenin yarattığı ekonomik çarktan pay alarak yaşamlarını sürdürüyor. Orada tanıştığımız Öğretim Görevlisi Dr. Tamer Cömert, “Kemaliye’deki gençlerin en büyük rüyası madende kamyon şoförü olmak. Bakın, maden mühendisi falan demiyorum, kamyon şoförlüğü” sözleri çok çarpıcıydı.
Çöpler kaynıyor
Altın madeni, Çöpler köyünün tam üstüne kurulmuş. Bu nedenle Çöpler köyü taşınarak, madenin alt yamacında, Fırat Bağıştaş Baraj Gölü kenarında yeniden inşa edilmiş. Peki neden? Neden daha uzağa değil? Neden madenin etki alanının dışında bir köy kurulmadı? Çünkü dolgu toprağı üzerine kurulan Çöpler köyü bugün baraja doğru kayıyor. Köylüler çok tedirgin ve köylerinin taşınmasını istiyor.
Çöpler köyü sakinleri, kendilerine verilen sözlerin tutulmadığını ve madenin bu kadar yakınlarına gelmesini, “Sözlerini tutmadılar” diye açıklıyor. Anlattıklarına göre, sülfat tesisleri sonradan eklenmiş ve başlangıçta tank liçi tesislerinin kurulmasından hiç söz edilmemiş. Yani bu türden madenlerin kuruluş aşamasında olduğu gibi, başlangıçta her zamanki gibi iş-istihdam-ekonomi masalları anlatılmış ve ardından maden açıldıktan sonra ek kapasite artışlarıyla madeninin sınırları her geçen ay büyüdükçe büyümüştü.
Valinin konukseverliği
İki günlük inceleme gezisinde Erzincan Valisi Hamza Aydoğdu ve Erzincan milletvekilleri fazlasıyla bonkör davrandılar. Bu kadarına elbette gerek yoktu. Bu bir çalışma ziyareti, inceleme gezisiydi. Üstelik 9 kişinin can verdiği ve hala 5 işçinin yığın liçi altında olduğu bir facia yaşanmıştı. Tam üç ay geçmişti ama acılar hala çok tazeydi ve insanlar ne yapacağını bilemez haldeydi. Otelde yapılacak sade bir kahvaltı, dağıtılacak birer sandviç ve çay pekala yeterli olabilirdi. Erzincan’da Valilik ve AFAD brifingleri için gereksiz bir yarım gün harcandı. AFAD zaten Ankara’da komisyon üyelerine brifing vermişti. Abartılı kahvaltı organizasyonlarına, öğle yemeklerine ve manzara izleme organizasyonlarına gerek yoktu. Bu türden inceleme gezilerinde bu detaylar önemli.