İLKE ATİK TAŞKIRAN

İLKE ATİK TAŞKIRAN

Görünenin yönetildiği bir dünyada seçilen gerçeklik

Gerçek artık tek parça bir bütün değil; herkesin kendi elinde şekillenen, kırılıp çoğalan, ışığa tutuldukça rengi değişen bir yüzey. Sosyal medyada paylaştığımız her fotoğraf, her cümle, her hikaye o yüzeye bir renk daha ekliyor. Sosyal medya, hayatlarımızın resmi olmayan arşivi gibi çalışıyor.

Yaşadığımız şeyleri anlatırken birden fazla versiyon arasından seçim yaparak anlatıyoruz. Mutlu olduğumuz anın daha ışıklı, daha düzenli, daha derli toplu bir görüntüsü varsa onu koyuyoruz. Bir hikayenin yalnızca bir bölümünü paylaşınca, bütün resmi kontrol etmek, ilişkileri yönetmek ve algıyı yönlendirmek kolaylaşıyor. Bu yeni düzen, gerçeğin kendisinden çok, gerçeğin dolaşıma giren haline güç veriyor. Böylece olan değil, gösterilen esas kabul ediliyor.

Sosyal medya yalnızca gösteri alanı değil

Bugün bir olayın ne kadar gerçek olduğu değil; hangi açıdan çekildiği, hangi cümleyle paketlendiği ve hangi hızla yayıldığı önem kazanmış durumda. İnsanlar gerçeği değil, kendi işlerine yarayan bakışı sahipleniyor. Bir mekan, bir ilişki, bir duygu hepsi birer kurgu ihtimaline dönüşüyor. Çünkü sosyal medya yalnızca gösteri alanı değil, aynı zamanda bir düzenleme stüdyosu.

Bir paylaşımın altındaki yorumlar bile gerçeğin algısını büküyor. Bir hikayeyi önce kim anlatırsa, o hikaye çoğu zaman doğru olarak kabul ediliyor. Bu yüzden, dijital çağda gerçeğe ilk dokunan değil, gerçeği ilk biçimlendiren kazanıyor.

Gösterdiğimiz ile gizlediğimiz arasındaki uçurum

LinkedIn ve benzeri platformlarda çalışma hayatı, neredeyse bir başarı belgeseline dönüşmüş durumda. Her hikaye bir başarıya giden yol, her zorluk bir ders, her gerilim bir ilham. Oysa iş hayatının gerçeği çoğu zaman yorucu, karmaşık ve belirsiz ilerliyor. Paylaşım kültürü, gerçek emeği değil, parlatılmış emeği ödüllendiriyor. Böylece çalışırken tükeniyor, paylaşırken başarıyor gibi görünüyoruz.

Aile fotoğraflarında kaos yok. Çocuklar mutlu, eşler birbirini seviyor, evler her zaman mükemmel temiz. Bu idealize edilmiş anlar ile dışarıdan bakana ‘her şey yolunda’ mesajı veriliyor; içeride yaşanan ise çoğu zaman bambaşka bir hikaye oluyor. Gerçeğin bu kadar süzülmüş hali, başkalarının hayatını değil, kendi hayatımıza bakışımızı da bozuyor.

Kişisel hayatlarda da durum farklı değil. Yorgunluklar, kırgınlıklar, çözülemeyen meseleler görünmez kılınırken, mutlu anlar hiç olmadığı kadar büyütülüyor. Bu filtrelenmiş anlatı hem kendimizi hem de birbirimizi yanlış okuduğumuz bir toplumsal yanılsamaya dönüşüyor. İnsanlar birbirlerini gerçekliklerine göre değil, sundukları şekillere göre değerlendiriyor. Bu da ilişkileri zayıflatan, güveni aşındıran görünmez bir mesafe yaratıyor.

Kırgınlıklarımızla yakınlaşmak daha gerçekçi

Herkesin bizi iyi biri, mutlu biri, başarılı biri olarak görmesine ihtiyaç duyuyoruz belki de. Mükemmel anne, mükemmel çalışan, mükemmel partner…Sanki küçük bir aksaklık bile tüm kimliğimizi tehdit edecekmiş gibi davranıyoruz. Oysa hepimizin hayatında çatlaklar, ertelenmiş yüzleşmeler, kimseye söyleyemediğimiz endişeler var.

İnsanları mutluluklarımızla etkilemek kolay; ama kırılganlıklarımızla yakınlaşmak daha gerçek. Aynı mutsuzluklardan geçen birine ‘yalnız değilsin’ hissini vermek, parlatılmış bir hayat hikayesinden çok daha insani. Aslında en çok bağ kurduğumuz anlar, mükemmeli oynadığımız zamanlarda değil; kendimizi saklamaktan vazgeçtiğimiz zamanlarda ortaya çıkıyor.

Eksik olan gerçeğimiz değil

Hepimiz farkında olmadan küçük seçimlerle bir imaj yaratıyoruz sosyal medyada. Ama seçimlerimizin uzun vadede bedelleri oluyor. Bir süre sonra kendi hayatımıza bile, ürettiğimiz versiyonlar üzerinden bakmaya başlıyoruz. Başkalarının mükemmel hayatlarını izledikçe, kendi gerçeğimiz eksikmiş gibi geliyor. Oysa eksik hissettiren şey gerçekliğimiz değil; sürekli kıyasladığımız, kurgulanmış versiyonlar.

Belki de bu çağda en cesur davranış, gerçeği tüm çıplaklığıyla anlatmak değil;
gerçeğin paylaşılamayan taraflarını inkar etmeyi bırakmak. Gerçek versiyonumuzu paylaştığımızda kırılmayız; aksine, gerçekten görünür oluruz.

Eğer bir vitrinde yer alma tercihini yaptıysak, o vitrinin içinde sahici olmak gerekiyor bence. Olamıyorsak, neden olamadığımızı, neden bu kadar onay aradığımızı, neden başkalarının bakışını bu kadar belirleyici kıldığımızı sorgulayabiliriz. Belki de bu sorgu, hayatımızdaki bir eksikliği, uzun süredir üstünü örttüğümüz bir ihtiyacı görünür kılar. Çünkü çoğu zaman eksik olan gerçeğimiz değil; gerçeğimizi saklama alışkanlığımızdır.

Vitrinde parlamak kadar, neden bu halde olmak istediğimizi anlamak da kendi hikayemiz için dürüst bir başlangıç olabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İLKE ATİK TAŞKIRAN Arşivi