BİRCAN YORULMAZ

BİRCAN YORULMAZ

Gölgeler, kuklalar ve iç sesler: Ferda’nın labirenti

11 Aralık tarihinde yayınlanan Apaçık Radyo Kulis Sesleri’nde Temsili Sahne'nin “Aşağıdaki Pencere” oyununu, yazarı Alis Çalışkan, yönetmeni İlyas Özçakır ve oyuncusu Gül Doğa Selvi ile konuştuk.

Alis Çalışkan, "Tek kişilik oyunların bu kadar ilgi görmesi, seyircinin temas arayışının da bir sonucu" dedi.

''Aşağıdaki Pencere'' ne anlatıyor?

Alis Çalışkan:
“Aşağıdaki Pencere”, bodrum katta yaşayan bir kadın yazarın bir oyun yazma sürecinde başka bir kadın karakter yaratmasını ve bu karakteri sansüre uğratmasını anlatıyor. İçinde otosansür de barındıran, yazar ile yarattığı karakter arasındaki gerilim üzerinden ilerleyen bir hikâye.

Peki bu oyun fikri nasıl oluştu, nereden çıktı bu hikâye?

Alis Çalışkan:
Bu oyun, İlyas'ın “Birileri” projesi için yazdığım üç kısa oyundan biriydi. 2022’de kısa oyun olarak prömiyer yaptı. Ve ardından yıllar sonra, oyunu geliştirdik ve bugün bildiğimiz hale geldi. İKSV'nin İstanbul Tiyatro Festivali’nde, prömiyer yaptık, şimdi sezon boyunca devam edeceğiz.

Nedir o “Birileri” projesi?

İlyas Özçakır:
“Birileri”, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden yola çıkan uzun soluklu bir proje. Her sezonda bir tema seçiyoruz, üç farklı yazara gidiyoruz. Yazarlar bildirgeden bir madde seçip ona göre tek kişilik kısa bir oyun yazıyor. O yılın teması “özgürlük”tü. Alis’i o dönem tanımıyordum ama uzaktan takip ediyordum; projeyi teklif ettiğimde ifade özgürlüğü maddesini seçti ve Ferda karakterinin olduğu kısa versiyonu yazdı. Sonrasında oyunu birlikte genişlettik.

Hikayedeki Ferda ve Feza nasıl karakterler?

Gül Doğa Selvi:
Ferda hem Alis’e hem bana benzeyen bir karakter bence. Çocukluğundan beri yazar olmak istiyormuş. Yazıyor, çiziyor, özgürce fikirleri var. Fakat maalesef doğal olarak Türkiye'de de yaşadığı için, o da bizim gibi bazı sıkıntılarla karşılaşıyor ve yazmasının önünde engeller oluyor. Toplumsal, ailesel meselelerden dolayı yazar olmakta zorlanıyor. Yazdığında da onun sahnelenmesinde, kitap olarak basılmasında zorlanıyor. Önüne sürekli engeller çıkıyor. Biraz bunalıma giriyor, para sıkıntısı yaşıyor—benim gibi, birçok sanatçı gibi. O yüzden çok fazla bağ kuruyorum Ferda'yla.

Feza da onun içinden çıkan bir karakter. O, kurgusal olduğu için daha özgür bir karakter. Ağzına ne gelirse söylüyor, hiçbir şeyden korkmuyor. Öte yandan Ferda’nın da büyük bir parçası.

Metni yazarken sizi en çok zorlayan unsur neydi?

Alis Çalışkan:
Metnin parçalı yapısı. Ferda var; onun yarattığı Feza var, Feza’nın yazdığı hikâye var… Hikâye içinde hikâye içinde hikâye. Seyircinin kafasının karışmaması için yapıyı net kurmak en zorlayıcı tarafıydı. Ben hikâyeyi kurgulasam da seyirci izlerken ya da okuyucu okurken bu parçalı yapıya anlayabilecek mi? Seyirciye net bir şekilde geçecek mi? Kafa karıştırıcı bir hale bürünür mü? diye düşünürken, biraz zorlandım. Ama Ferda zaten çok özdeşlik kurduğum bir karakter, ister istemez. Onu kurarken, benim için onun yaşadığı yerlerden bakmak çok zor olmadı. Çünkü onun düştüğü çukurlara ben de düştüm. O sıralar senaryo yazıyordum. Ana akıma ya da dijital mecralara senaryo yazarken ya da tiyatro yaparken ne kadar özgürsün? Yazarken ne kadar özgürsün? gibi soruları ben de sordum. Dolayısıyla aslında yazarken kendi çukurumu kazdım gibi bir şey oldu. Ama sonunda iyi geldi. Beraber yüzleştik.

Metni ilk okuduğunuzda sizi çeken şey neydi?

İlyas Özçakır
Bu, normal bir süreçten farklı. Yani bir metin okudum ve ona heyecanlandım, bunu oyunlaştırayım gibi değil; tersi bir yerden ilerledi. Sipariş projelerde her zaman bir risk vardır: Yazarın içine sinmeyebilir, sizin beklentinize uymayabilir. Ama ben okuduktan sonra çok heyecanlandım. Daha okur okumaz gözümde Doğa Selvi canlanmıştı.

Rejide değişiklik yaptınız mı?

İlyas Özçakır
Alis'in yazdığı hâli natüralist bir yerdeydi. Yazarın yazdığı kurgusal karakterle konuşabilmesi, onunla aynı dünyayı paylaşması, diyalog kurması gibi bir fantezi vardı ama biçim olarak daha natüralistti. Sonra kafamda daha grotesk, Kafkaist öğeler belirmeye başladı. Ben de oyuncu olduğum için oynayarak düşünmeye çalışıyorum; karakterin içine girmeye çalışıyorum.

Bu karakterin içine girdiğimde onun bulunduğu hâl—48 saattir orada bekleyen bir karakter düşünün—çok büyük geldi. Sanki 48 yıldır orada bekliyormuşçasına duygular üzerime devleşti. O yüzden grotesk öğelerden yararlanmak istedim. Sonra işin içine kuklalar, maskeler girdi. Uzadığında da gölgeler girdi. Böylece oyunun ruhuna uyacak müdahaleler yapmaya çalıştım.

Ferda ve Feza dönüşümünü canlandırmak zor oldu mu? Nasıl bir hazırlık süreci oldu?

Gül Doğa Selvi

Bence zor olmadı. Ferda'yı yarattıktan sonra devamı geldi. Sonuçta hepsi onun içinden çıkan parçalardı: kukla karakterleri, editör karakteri, Feza… Hepsi onun içinden çıktı. Çok da zorlanmadan çıkarttım. Tabii bir sürü şey denedik ve sonunda bunlar çıktı. Ama çok eğlenceliydi.

İlyas Özçakır
Yönetmen olarak, Doğa’nın çok zorlandığını düşünmüyorum. Tabii ki her oyuncu için belli zorluklar vardır ve yaşadığı zorluklar oldu.

Oyuncu olarak nasıl farklılıklar var?

Gül Doğa Selvi:
Tek kişilik bir oyun ama diğer tek kişilik oyunlara çok benzemiyor gibi hissediyorum. Elbette farklı tek kişilik oyunlar da var. Bir karakterin anlatımı gibi değil; çok fazla unsuru var. Hem Alis’in yazdığı metnin özünden hem de İlyas’ın rejisinden dolayı arkada sansür unsuru, Feza ve onun yazdığı karakter… Sahnede birçok karakter varmış gibi hissediyorum.

Birçok tek kişilik oyunda farklı karakterleri canlandırma, taklit yapma unsurları çok olur. Ama bunda daha farklı bir his var. Ferda'nın üzerinde bir etki yaratıyorlar.

Dört tane tek kişilik oyun yazdınız. Bu bir tercih mi?

Alis Çalışkan:
Aslında “Herkes Kocama Benziyor”, tek kişilik olarak yazmak istediğim ilk ve tek oyundu. Kafamda öyle bir karakter vardı ve sahnede tek başınaydı. Ekonomik ya da başka nedenle değil; tamamen hikâyenin doğasıydı.

Sonrasında dört tane tek kişilik oyun yazdım. “Sanki Hiç Unutmayacakmış Gibi”, Kadıköy Emek Tiyatrosu'nun 8 Mart haftası projesiydi. Pandemi patladı. 2020’de Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji’den mezun oldum ve pandemiyle mezun oldum. İşsiz kalacağımı biliyordum ama tiyatroların kapalı olacağını bilmiyordum. O dönem bir araya gelemediğimiz için tek kişilik oyunlar tercih ediliyordu. Bu biraz pandemi zorunluluğuydu.

“N’olacak Bu Yusuf Umut’un Hali”nde Emre'nin ‘kafamda böyle bir hikâye var, beraber yazar mıyız?’ dediği bir oyundu. Ferda da İlyas'ın ‘Birileri’ projesi ile ortaya çıktı.

Benim için böyleydi ama dediğiniz gibi çok fazla denklemi var. Bir yandan insanlar bunu tercih etmek zorunda kalıyor, bir yandan bir furya oluştu; yeni gelenler de o furyadan kendi hikâyelerini üretiyor.

Yönetirken zorluğu nedir?

İlyas Özçakır:

Pratik olarak zor. Elinizde tek oyuncu var ve onu hep yüksek tutmak zorundasınız. O gün hastaysa prova iptal. Başka sahne çalışamazsınız. Bunun gibi pratik zorlukları var. Ama oyuncunuz yetenekliyse aşırı zevkli. Her zaman yüksek bir provanız oluyor. Öte yandan da herhangi bir olumsuzlukta provalar sekteye uğrayabiliyor.

Oyuncu olarak tek kişilik oyunlar nasıl?

Gül Doğa Selvi
İzleyici olarak tek kişilik oyunları çok tercih eden biri değildim. Elbette güzel tek kişilik oyunlar izledim. Fakat sahnede kalabalık bir insan bütünü görmek, onların o birbirine uyumu, birbirlerinin arasındaki o enerji, o ansambl olma hali beni çok daha fazla heyecanlandırıyor. O yüzden tek kişilik oyunda oynamak benim için ilginçti. Ama çok hoşuma gittiğini fark ettim.

Psikolojik bir zorluğu var: sahnede tek başına olmak, oyundan önce tek başına olmak… Hep tek başınasın. Bazen kendini biraz yalnız hissediyorsun. Hep güçlü ve yüksek olman gerekiyor. Böyle birine dayanıp, ondan güç alamıyorsunuz. Bu yüzden bazen izleyicilerle de daha farklı, daha güçlü bir bağ kuruyormuşum gibi hissediyorum. Ferda, ben ve Feza sahnede yalnızız ve bir de izleyici var. Baş başayız gibi.

Türkiye'de tiyatro seyircisinin değiştiğini düşünüyor musunuz? Bugünün seyircisi sizce nasıl?

İlyas Özçakır
Tüketici refleksi çok değişti. Sadece tiyatroda değil, bütün tüketim alanlarında değiştiğini düşünüyorum. İnsanların bir hizmet alırken ya da bir hizmet almak için yola çıkarken çıktıkları amaçlar değişti gibi geliyor. Yemek bile olabilir; alırken sadece ondan alacağı lezzeti değil, onun getirileriyle, bütün bir paket olarak hareket ettiğini düşünüyorum. Bunun bir paylaşım değeri var mı mesela? Anlatım değeri var mı? ‘Ben bunu anlattığımda bir karşılığı var mı?’ gibi refleksler olduğunu düşünüyorum.

Tiyatroda da bunun karşılığı ‘Ünlü var mı ya da popüler mi?’ sorusuyla bakılıyor. ‘Ben bir şey kaçırıyor muyum?’ hissi üzerinden hareket ediliyor. Eğer ‘Ben bunu kaçırmamalıyım’ refleksi varsa o oyuna bilet alıyor; yoksa çok gerilere atıyor. Senede 10-15-20-30 oyun izleyecek ki o şansı verebilsin durumuna geliyor. Ama bizim de ortalamamız çok düşük, senede bir iki oyun. Bu refleksi de anlıyorum ama hak veriyor muyum, bilmiyorum.

Alis Çalışkan:
Bir kıyaslama yapabilir miyim bilmiyorum. 1997'de doğdum. 2016'da İstanbul'a geldim. İstanbul Üniversitesi'nden 2020'de mezun oldum. 2020’den beri bir tiyatro izleyicisi görüyorum; oyunlarıma gelen ya da gittiğim oyunlarda gördüğüm, keşfettiğim. Ama 2020'den beri şunu görüyorum: Seyirci bağ kurabildiğini istiyor. Belki tek kişilik oyunların da bu kadar revaçta olmasının bir nedeni de bu olabilir. Bağ kurmak istiyor. O ‘yalnızlık’ denilen duyguyu izlediği karakterle beraber aşmak istiyor. Ve o anda, orada tiyatro sahnesinde bir oyuncu, bir karakter, başka bir hikâyeyle temas etmek hoşuna gidiyor. Ve daha çok böyle hikâyeler, böyle karakterler ve böyle oyunlar izlemeye başladık.

Gül Doğa Selvi:
İnsanları suçlayamayız. İçinde bulunduğumuz Türkiye'deki sistemin şu anki işleyişi, insanların üzerinde yarattığı etki ve bütün dünyada genel olarak kapitalizmin yükselişi, teknolojinin de bu kadar ilerlemesi; tık tık tık tık, her şeyi hızlı tüketmek, sosyal medya… Bunlar insanlarda birazcık kolay tüketme, kolaya yönelme duygusu yaratıyor. Ve ünlü görmek istiyorlar. Hatta onu görmek bile değil; onunla çıkışta fotoğraf çektirmek gibi basit bir şeye indirgenebiliyor bazen şartlar. O, tiyatro adına üzücü oluyor. Böyle olmasa keşke.

Diğer oyunlarınızdan biraz bahseder misiniz?

Alis Çalışkan:
“Aşağıdaki Pencere” şu anda Temsili Sahne’nin ikinci oyunu. Bir de “Herkes Kocama Benziyor” var. İlk olarak Kadıköy Emek Tiyatrosu'ndan çıktı. Sonra 2024'te Pınar Güntürkün’le Temsili Sahne’yi kurduk. O zamandan beri de “Herkes Kocama Benziyor” Temsili Sahne’nin bünyesinde. Herkesi hikâyemize ortak olmaya bekleriz.

Gül Doğa Selvi:
İlyas’ın kurucularından biri olduğu Sarı Sandalye Tiyatro Topluluğu’nda “Estragon Şapkasını Lucky'ninkinin Yerine Giyer ve Lucky'nin Şapkasını Vladimir'e Uzatır” diye bir Godot’yu Beklerken uyarlamamız var. Onda ben oynuyorum. Bir de İlyas’la birlikte oynadığımız, Zorlu bünyesinde oynadığımız, İrem Kalaycıoğlu'nun yönettiği “Kısık Ateş'te Düdüklü Tencere” adlı bir oyunumuz var. Bir de yardımcı yönetmenliğini yaptığım bir oyun var, “Seniha” diye. Ona da bekleriz.

İlyas Özçakır:
Benim de “Linçler ve Dudaklar” adlı oynadığım bir oyun var ama 25 Aralık'ta son temsili yapacak. Yönetmenliğini yaptığım diğer oyun “Büyük Zarifi Apartmanı” uzun bir ara verdi. Yunanistan'dan sanatçı getirmekle vs. çeşitli zorlukları var. Dolayısıyla da şartları tekrar olgunlaştırdığımızda yeniden yolculuğuna devam edebilir diye düşünüyoruz.


Künye
Yazan: Alis Çalışkan

Yönetmen: İlyas Özçakır

Dramaturji: Ekip Çalışması

Işık Tasarımı: Utku Kara

Dekor, Kostüm ve Kukla Tasarımı: Hilal Polat

Müzik Ses Tasarımı: Nadir Kaya

Video Tasarım/Kurgu: Atakan Yılmaz, Ece Latifaoğlu

Hareket Danışmanı: Çağdaş Ekin Şişman

Yönetmen Yardımcısı: Ezgi Yazıcı

Afiş Tasarım: Alis Çalışkan, Ayçin Çalışkan, Yaşam Özlem Gülseven

Fotoğraf: Levent Oğuz

Yapım: Temsili Sahne

Oynayan: Gül Doğa Selvi

Önceki ve Sonraki Yazılar
BİRCAN YORULMAZ Arşivi