Hakikatin (ve dezenformasyonun) tekeli kim olacak?

Bir cisim yaklaşıyor...

Hollywood bilimkurgu filminde gökyüzünü kaplayan dev uzay gemisinden uzaylı istilâsı bekleyen dünyalılar gibi o yasayı bekliyoruz.

Kamuoyunda "dezenformasyon yasası” da "sosyal medya yasası” olarak anılıyor.

"Geldi”, "geliyor” diye aylar geçti, salı günü teklifin iktidar tarafından TBMM’ye sunulması bekleniyordu; bu yazı hazırlandığı sırada henüz bu gerçekleşmemişti.

Açıklandığı kadarıyla niyet sosyal medyada yalan ve yalancıyla mücadele.

Egemen hakikatin olgular değil, inanç, çıkar ve kanaatler çerçevesinde belirlendiği bir düzende geniş kesimleri ürkütmesi sürpriz değil.

Sosyal medyada içerik paylaşan bir kişi "hakikat tekeli” tarafından yalancılıkla suçlanırsa, kulislerden sızan bilgilere göre, ucunda hapis cezası var.

Geleneksel medyayı denetlemek kolaydı, oysa yalan orada da vardı

Sosyal medya, 2000’li yılların başına kadar kitle iletişiminin başlıca aygıtı olan televizyonun işlevini tamamen ortadan kaldırmasa da yaklaşık yarım yüzyıllık egemenliğini sarstı. Kitlelerin medya mesajlarına karşı pasif ve çaresiz oldukları varsayımı, sosyal medyanın yalan haber ve dezenformasyonun ana kaynağı olduğu yönündeki söylemle harmanlandı. Küresel sosyal medya kuruluşlarının kâr hırsıyla platformlarının toplumsal ve siyasi etkilerini dizginlemeye yanaşmaması bir denetim ihtiyacını meşrulaştırdı.

Şimdi dünyada ve Türkiye’de temel soru bu denetimin hangi kriterlere göre, kim tarafından, nasıl yapılacağı yönünde. Genel eğilim, bir ülkedeki mevcut hukuk sisteminin iyi ile kötüyü, yalan ile doğruyu, nefret söylemiyle ifade özgürlüğünü ayrıştırması ve bunun üzerinden Facebook, Instagram, youTube, Twitter, TikTok, Google gibi platformların dizginlenmesi. Bir ülkede hukuk sistemi nasıl işliyorsa, inşa edilen hakikatin de olgusal gerçekliğe o kadar yakın olması söz konusu.

Ralph Keyes, “Hakikat Sonrası Çağ” kitabında, hakikat sonrasının ortaya çıkışını televizyon etkisiyle açıklamış, kitlelerin onlarca yıl boyunca televizyonun “yalanlarına, yarı gerçeklerine ve düz aldatmacalarına maruz kaldığı” saptaması yapmıştı. (229) Sosyal medyanın bir içeriğini çok daha kısa zamanda çok daha geniş kesimlere ulaşmasını sağladığı bir gerçek, ancak televizyon da uzun yıllar benzeri bir tehdit olarak betimlenmişti. Sosyolog Pierre Bourdieu, “televizyon, sahip olduğu yayılım gücüyle, yazılı basının evreni ve genel olarak da kültür evreni için kesinlikle korkunç bir problem yaratmaktadır” demişti. Televizyon üzerine en etkili metinlerden bir diğerini kaleme alan Raymond Williams ise bir diğer konuya dikkat çekiyordu. Ona göre (137) (televizyon gibi) “bir teknolojinin etkisini konuşmak için o teknolojinin ve yayın gücünün kimin tekelinde olduğunu anlamak” gerekiyordu ve kitle medyası söz konusu olduğunda bu güç devletler, askeri-bürokratik yapılar ile çıkar ilişkisi içindeki dev şirketlerdeydi. Bu önemli bir nokta; artık geleneksel yapılar, bilginin dolaştığı, alternatif gündemin belirlendiği, hakikatin inşa edildiği sosyal medya platformlarındaki denetim kabiliyetlerini artırmak istiyor. Baştaki noktaya dönersek bu her zaman adalet terazisinde tartılmasa da hukukun sınırları çerçevesinde bir bilgi dolaşımı demek.

Avrupa Birliği modeli Türkiye’de neye benzer?

Avrupa Birliği tarafından bu yıl hayata geçirilmesi beklenen dijital hizmetler yasası, terör propagandası, nefret söylemi, çocuk pornografisi ve yalan haberin yayılmasıyla mücadele edilmesini öngörüyor. Facebook, Instagram, Twitter, Google, Spotify hatta Amazon bu denetime tabi olacak. Düzenlemeyle ayrıca bu platformların algoritmalarının nasıl işlediği ve içerik yönetimini hangi kriterlere göre yaptıkları konusunda bilgi vermeleri istenecek. Bu talepleri karşılamayanları ise küresel ölçekteki kazançlarının %6’sı oranında bir para cezası bekliyor. AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal düzenlemenin Türkiye’deki yasa teklifine “olduğu gibi aktarılacağını” açıklamıştı.

Oysa bu yasa paketi ateş gibi yakıcı; kimin nasıl kullandığına göre bir yangın da çıkartılabilir, ısınma, pişirme gibi temel ihtiyaçları gidermek için de kullanılabilir.
Üstelik Avrupa’da da bu düzenlemeyle ilgili bir tartışma var. Çevrim içi ifade özgürlüğü üzerine çalışan uzmanlar, algoritmaların anlaşılması yönündeki adımın kullanıcıların daha özgür seçimler yapmasına olanak tanıyabileceğini vurguluyorlar. Ancak içerik kaldırma yönündeki yaptırım konusunda endişeleri var: Ceza almak istemeyen platformların kraldan çok kralcı davranıp yasal içerikleri bile zararlı olabilecekleri öngörüsüyle kaldırma yarışına girmeleri bunlardan biri. Otoriter eğilimli bir iktidarın yasal düzenlemelerle ifade özgürlüğü alanını daraltması ve “nefret söylemi”, yalan haber” gibi kavramların altını kendi işine geldiği gibi doldurması bu düzenlemeyle birlikte onu AB nezdinde sansürcü yapmayabilir. AB’nin dezenformasyon yaptıkları gerekçesiyle Rus resmi haber kuruluşları Sputnik ve Russia Today’in erişimini engellemesini örnek veren Danimarkalı insan hakları savunucusu avukat Jacob Mchangama, politikacıların kendi meşruiyetlerini aldıkları kamuoyunun muhakeme yeteneğine güvenmediği ve insanları medya okuryazarlığı konusunda aciz gördüğü bir yaklaşımın da demokratik ilkelerle çeliştiğini savunuyor. Merkezi bir yapının içerik kaldırması, erişim engeli talep etmesi gibi düzenlemelerin yerine önerilen ise kullanıcılara kendi deneyimlerini istedikleri şekilde filtreleyebilecekleri uygulama içi araçlar sunulması.

Avrupa’da bile denetlemenin şekli ve ölçüsü bu şekilde tartışılırken Türkiye’de nasıl bir tabloyla karşılaşacağımızı Medya Araştırmaları Derneği’nin 2021 yılındaki raporu ortaya koymuştu. Türkiye’de mahkeme kararıyla engellenen haberlerin %95’i “yolsuzluk ve usulsüzlük” ile “görevi kötüye kullanma” konuluydu. Şimdi bu haberleri yapan gazetecilerin -ki çoğu aleyhlerinde verilen tazminat cezalarıyla boğuşuyor - bir de yalan ve yanıltıcı haber yapmakla suçlanıp hapis cezasıyla karşı karşıya kaldığını düşünün. Bir cisim yaklaşıyor ve bir hayli tekinsiz. Ancak film daha bitmedi.

Alıntılanan Kaynaklar:

Pierre Bourdieu, Televizyon Üzerine (çev. Turhan Ilgaz). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1997.

Ralph Keyes, Hakikat Sonrası Çağ (çev. Deniz Özçetin). İzmir: Tudem Yayın, 2017.

Raymond Williams, Television. New York: Routledge, 2003.

Önceki ve Sonraki Yazılar
CAN ERTUNA Arşivi
SON YAZILAR