'Herkes için Gezi' çok acil özgürlük ve adalet

Ne zengin, ne bereketli coğrafyaymış bizim memleket! Yerli, yabancı sermaye, taşına toprağına, yeraltı ve yerüstü varlıklarına açgözlü bir canavar gibi bakıyor. Yedikçe doymuyor, daha da istiyor.

İktidar neden iş başında? Görevi ne? Hazırlıyor bir kanun teklifi; emeği, doğayı, tarihi yok sayıyor. Zeytinlikler, meralar, ormanlar maden şirketlerine, enerji projelerine kurban edilmek isteniyor. On yıllardır yıkımın ortasındaki köylünün ne olacağı kimin umurunda. Olan ülkemizin geleceğine oluyor.

Direnenler var elbette. Aklı, vicdanı, ahlakı temsil ediyor, yalnızca insanın değil, cümle hayvanın, toprağın, suyun, ağaçların hakkını savunuyorlar. Gezi’de olan da bu değil miydi? Parktaki ağaçların, kuşların, böceklerin hakkıyla, derelerin, ormanların, göllerin ve bütün insanların haklarının birlikte savunulmasıydı. Demokrasi talebiydi. Aşağılanmaya, hor görülmeye karşı onuruna sahip çıkmıştı milyonlar.

Geçtiğimiz haftalarda, Gezi’nin yıldönümüne denk gelen günlerde, Gezi Parkı’nın kadim tarihine değinen bir yazı yazmıştım. Yazının sonuna doğru şöyle demiştim: “Gezi Parkı’nın korunması açısından 27 Mayıs günü çok önemlidir. Parkın, Asker Ocağı Caddesi tarafındaki duvarın yıkılması ve birkaç ağacın sökülmesinin ardından eylemler kimsenin beklemediği oranda büyümüştür. Fakat mücadelenin başlangıcı eskidir. Aylardan beri böylesi katil bir projeye karşı mimarlar, şehir plancıları, mühendisler, kent ve doğa için mücadele edenler, demokratik kitle örgütleri çaba harcamıştır. Bütün bunlar açık, herkesin görebileceği, bilgisine sahip olabileceği yollarla yapılmıştır. Sonrası da öyledir.”

Aynı gün Boğaziçi Üniversitesi'nin kıymetli hocası Betül Tanbay’dan bir mail aldım. Meselenin bu kısmına dair bir risale yazdığını, gönderebileceğini söylüyordu. Elbette, memnuniyetle okurdum. Sağ olsun, metni ulaştırdı.

Betül Hanım, (eminim pek çok kişi biliyordur) matematik alanında akademinin yüz aklarından. Öğrencileri tarafından çok seviliyor. Hatırlıyorum, geçtiğimiz yıllarda Boğaziçi Matematik’ten mezun olmuş bir yakınım da kendisinden sevgiyle bahsetmişti. Bilime, halka karşı taşıdığı sorumluğun hakkını veren, taşın altına elini koyan hocalarımız var ne mutlu ki. Her şeye rağmen.

Betül Hocanın risalesi, bir çırpıda okunan ama verdiği bilgilerle sayfalar dolusu yalanı yenebilen kuvvette. Yaşadığı mahalleye, semte, kente dair aldığı sorumlukla, içinde yer aldığı mücadelenin apaçık bilgisini veriyor. “Meselem,” diyor, “Gezi’nin ne olup olmadığını anlatmak değil…Meselem kötülük. Meselem bile bile yapılan haksızlık, bile bile yapılan kötülük. Hiçbir akıl, hiçbir mantık, hiçbir inanç ya da hiçbir hukuk, suçsuz insanların bile bile hapis tutulmasına sebep olamaz.”

Gezi Direnişi ile ilgili pek çok çalışma 27 Mayıs 2013 tarihinden sonrasına odaklanıyor. Bilindiği gibi bu tarihten sonra parkı milyonlarca insan sahiplendi, eylemler tüm ülkeye yayıldı. Gezi Parkı’nı koruma mücadelesi aynı zamanda eşit, özgür, insanca bir yaşam talebinin meydanlara çıkmasıydı. Lakin 27 Mayıs öncesinde Gezi’ye dair yürütülen mücadeleyi bilmek, anlamak ve anlatmak da çok önemli.

Risaleyi okuyunca, dönemi yaşayanlardan biri olarak, pek çok ayrıntının gözümden kaçtığını, bazılarını unuttuğumu fark ettim. Hafızamızın unutkanlıkla sakatlanmış olması malumumuz. Çaresinin kolektif hafızamızı diri tutmakla, tazelemekle mümkün olacağını bilmeliyiz. “Herkes İçin Gezi” bilmeyenlere gerçekleri anlatıyor. Unutulmaya karşı da set çekiyor.

Öfkeleniyor insan, böylesine şeffaf, herkesin gözü önünde yürüyen mücadelenin cezalandırılıyor olmasına. Hâlbuki esas suç sekiz gencimiz hayattan kopartılmasıdır. Yüzlerce insanın yaralanması, bazılarının kalıcı sakatlıklarla hayatına devam etmesine sebep olmaktır. Meydanlarda kalabalıklara yapılan işkencedir suç, biber gazıdır.

Betül Hoca, “2011 yılıydı ve tabii ki yine seçim vardı. Çıraklık dönemini bitirenler, ustalıklarını çılgın projelerle göstermeye karar verdiler. Bir tanesi de benim mahalleye düştü.” diye başlıyor anlatmaya. Sonrasında yan yana gelenlerin, meydanı tarumar edecek çılgınlığa karşı yaptıklarını okuyorsunuz. İBB’yle, Koruma kuruluyla, milletvekilleriyle, hatta dönemin başbakanıyla yapılan konuşmaların işe yaramamasını. Örgütlenmenin, yan yana gelmenin ne kadar işe yaradığını. Taksim Platformu’nun kuruluşunu, yapılan çalışmaları, toplanan on binlerce imzayı, Gezi Parkı’nda düzenlenen, binlerce insanın katıldığı etkinlikleri. Mimarların, mühendislerin, şehir plancılarının, aydınların, sanatçıların ve yurttaşların nasıl yan yana geldiklerini, 110 bileşenle Taksim Dayanışması’nın kurulduğu günleri.

Düşünün, o dönem İstanbul Büyükşehir Belediyesi AKP’de. Meydanı delik deşik, parkı yok edecek projenin tehlikesi ve kötülüğü öyle ispat edilmiş ki, Kadir Topbaş dâhil, yerel yöneticiler cevap veremez olmuşlar. En sonunda geldikleri noktada, “Büyüklerimiz böyle istiyor,” diyerek kestirip atmışlar.

Nihayetinde 27 Mayıs 2013’te Kalyon İnşaatın makinaları Koruma Kurulu izni olmadan Gezi’ye tecavüze yeltendiklerinde, suçlu olarak parkı koruyanlar ilan edilmişti. Üstüne bir de polis şiddeti eklenince binler parka koşmuştu.

Suçsuz olduklarını herkes biliyor

Gezide sokağa çıkmış milyonlarca insanı temsil eden bir yapı var mıydı? Olamadığı ortada. Bu kadar insanı sokağa çıkartabilecek bir güç, bir organizasyon da yoktu. Dolayısıyla milyonların, Gezi Parkında yüzbinlerin yönlendirilmesi, yönetilmesi diye bir şeyden söz edilemez. En fazla taleplerin sözcülüğünü yapmaya gayret etti birileri. Taksim Dayanışması da, birçok kişi de, duruşunu, durumunu bu şekilde beyan etti. Betül Hoca da başbakanla yapılan bir görüşmede bunu anlatır. Davet edilmiştir, daha önceden tanışmadığı isimlerden oluşan heyette 11 kişi vardır. Yazılı bir metin hazırlar. İyi bildiği kavramlarla ifade eder kendini. “Rakamların yüzü yok. Rakamların dalları yok. Parkta uyuyan genlerin yüzlerini, yeşeren ağaçların dallarını gördünüz mü? Ne siyasetçiyim, ne siyaset bilimciyim. Matematikçiyim. Anladım ki, iktidarda olanın rakamlarla arası bozuluyor. İnsanlarla arası bozuluyor. Ağaçlarla arası bozuluyor. İnsanlar bir sayı haline geliyor. Ağaçlar başka sayı.”

Ezcümle “Bu işten vazgeçin,” dediği metni salondaki herkese dağıtır.

Toplantıda, iktidar cephesinden, basına birlikte açıklama yapılması, parkın boşaltılması ve ardından referandum yapılması önerisi gelir. Betül Hanım, “Arkadaşlar,” der, “bu masada yarın parka gidip boşalmasını sağlayacak gücü olan biri var mı?” der. Masanın iktidar tarafındakilerin anlatılanları idrak etmeye niyetli olmadığı sonraki gelişmelerle de anlaşılır.

Hatırlayacaksınız bu günlerde pek çok isimle ve Taksim Dayanışması bileşenlerinden temsilcilerle de görüşmeler yapıldı. Gezi Direnişinin anlaşılması, yanlıştan vazgeçilmesi için çok şeyler söylendi. Korkudan, sorumluluktan kaçmaktan falan değildi Gezi’yi kimsenin organize etmediğinin, kimsenin sözüyle binlerce insanın parktan çıkmayacağının söylenmesi. Yalın bir gerçekti. Yoksa Gezi’nin talepleri doğruydu. Herkes Geziciydi, Gezi’nin içindeydi. Kimse kimsenin önünde değildi. Bir yan yana gelme haliydi Haziran günleri. Bu gerçeği herkes biliyordu. Buna rağmen beraatla sonuçlanmış bir davada başa dönüldü. Osman Kavala 2017 yılından beri hapiste. Betül Hanım da 2018 yılında Gezi sebebiyle gözaltına alınanlardan birisiydi. Her yerde söylediklerini gözaltında da anlatır. Hiçbir tutuklama, soruşturma, ceza Gezi mücadelesinin meşruiyetine gölge düşüremez.

Herkes için Gezi, “Can’a, Çiğdem’e, Mine’ye, Tayfun’a ve tabii Osman’a…” ithaf edilmiş.

Suçsuz olduklarını herkes biliyor! Bu adaletsizlik bir an önce son bulmalı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
NURİ GÜNAY Arşivi