İLKE ATİK TAŞKIRAN

İLKE ATİK TAŞKIRAN

İş dünyasının görmezden geldiği gerçek

Türkiye’de dijitalleşme denince çoğu zaman akla sosyal medyada görünür olmak, kurumsal bir web sitesi açmak ya da markanın imajını güçlendirecek birkaç dijital kampanya yapmak geliyor. Yani işletmelerin geneli, daha çok vitrine odaklanıyor. Oysa dijitalleşmenin asıl gücü, işletmelerin iç işleyişini dönüştürmesinde ve verimliliği artırmasında yatıyor. Tam da bu noktada enerji tasarrufu kritik bir sınav haline geliyor.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun 11 Eylül’de yayımladığı “Girişimlerde Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması” da tam olarak bunu gösteriyor: En az 10 çalışanı olan girişimlerin yalnızca %17,1’i enerji tüketimini azaltmak için bilgi ve iletişim teknolojilerinden yararlanıyor. Çalışan sayısı arttıkça oran yükseliyor; 250 ve üzeri çalışanı olan işletmelerde %45’e çıkıyor. Ancak küçük girişimlerde bu oran %15’lerde kalıyor. Bu fark, Türkiye’de dijitalleşme ve sürdürülebilirlik arasındaki makasın büyüdüğünü net biçimde ortaya koyuyor.

Enerji tüketimini azaltmak için bilgi ve iletişim teknolojilerinden yararlanmak aslında oldukça basit bir şey; makinelerin enerji kullanımını sensörlerle anlık izlemek, ısıtma-soğutma sistemlerini akıllı yazılımlarla otomatik ayarlamak ya da bulut tabanlı çözümlerle gereksiz tüketimi fark edip azaltmak gibi uygulamalara başvurmak anlamına geliyor. Yani teknolojiyi, enerjiyi boşa harcamamak için bir yönetim aracı olarak kullanmak demek oluyor. Bu da meseleyi yalnızca çevreci bir tercih olmaktan çıkarıp, doğrudan şirketlerin maliyetlerini düşüren stratejik bir adım haline getiriyor.

Maliyet kalemi mi, stratejik yatırım mı?

Bugünlerde enerji verimliliği konusu, yalnızca çevreye duyarlı bir tercih değil; aynı zamanda şirketler için maliyetleri azaltmanın en somut yolu. Elektrik ve doğalgaz faturaları artarken, üretimde kullanılan makinelerden ofislerdeki iklimlendirme sistemlerine kadar pek çok alanda dijital çözümler tüketimi düşürme potansiyeli taşıyor. Sensörler, otomasyon yazılımları, akıllı enerji yönetim sistemleri ya da bulut tabanlı izleme araçları yalnızca doğayı korumuyor; aynı zamanda şirket bütçesine de nefes aldırıyor.

Ama ne yazık ki birçok işletme bu çözümleri hâlâ “fazladan masraf” olarak görüyor. Yani yatırım değil, gider kalemi… Oysa burada kısa vadeli hesapların ötesini görmek gerekiyor. Enerji verimliliği için yapılan her dijital yatırım, kendini birkaç yıl içinde fazlasıyla geri ödüyor. Bir üretim hattında kullanılan sensörler, yalnızca elektrik maliyetini düşürmekle kalmıyor; arızaları önceden fark ederek bakım masraflarını da azaltıyor. Yani avantajı yalnızca bugünkü faturayı küçültmek değil; işletmenin gelecekteki dayanıklılığını artırmak. Bu bakış açısı yerleşmedikçe, teknolojiyle tasarruf hep “yarına ertelenecek bir lüks” gibi kalacağa benziyor.

Yeşil söylem, gri gerçek

Büyük şirketler söz konusu olduğunda tablo daha da karmaşık. Kurumsal sürdürülebilirlik raporları, sosyal medya paylaşımları ve reklam filmleri bolca “yeşil” vurgularla dolu. Ama iş uygulamaya geldiğinde, enerji verimliliğini artıracak teknolojiye ciddi yatırım yapan şirket sayısı sınırlı. Çoğu imaj yönetimine yöneliyor. Küçük ve orta ölçekli işletmelerdeyse durum daha da dramatik: Zaten düşük kâr marjıyla ayakta kalmaya çalışan bu işletmeler için enerji verimliliği sistemleri hâlâ “öncelikli olmayan” bir alan gibi görünüyor. Çevreye duyarlı görünmek kolay, ama gerçekten teknolojiye yatırım yapıp uzun vadeli dönüşüm sağlamak hâlâ erteleniyor.

Oysa zamanımız daralıyor. İklim krizinin etkileri artık uzak bir gelecek senaryosu değil; sıcak hava dalgaları, kuraklık, ani yağışlar ve enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar her geçen gün hayatımızı daha fazla etkiliyor. Türkiye’nin 2030’a kadar karbon salımlarını azaltma taahhüdü var. Ama özel sektörün yalnızca beşte birinin enerji verimliliği için teknoloji kullanıyor olması, bu hedeflerin şimdiden risk altında olduğunu gösteriyor. Kamu politikaları ve teşvikler tek başına yeterli olmayacak; işletmelerin de bu dönüşümün asli aktörleri haline gelmesi gerekiyor.

Ertelenen adımların bedeli

Bugün enerji maliyetlerini düşüren teknolojiler, akıllı ısıtma-soğutma sistemlerinden üretim hattındaki otomasyonlara kadar, yalnızca çevre için değil, işletmenin gelecekteki rekabet gücü için de hayati. Özellikle Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat çerçevesinde karbon ayak izi yüksek ürünlere uygulayacağı vergiler düşünüldüğünde, Türk şirketlerinin bu dönüşümü görmezden gelmesi neredeyse kendi kapılarını kapatmaları anlamına geliyor. Artık mesele yalnızca “çevre dostu görünmek” değil; küresel pazarda var olabilmek için mecburi bir dönüşümden söz ediyoruz.

%17,1 gibi düşük bir oran sadece bir istatistik değil; yarın adına atılması gereken adımlarda büyük bir gecikme. Enerji verimliliğini teknolojiyle sağlamayan şirketler, gelecekte yalnızca daha yüksek faturalarla değil, aynı zamanda regülasyon baskısı, rekabet kaybı ve itibar erozyonuyla da karşılaşacak. Bu tabloyu değiştirmek için işletmelerin önceliklerini yeniden düşünmesi gerekiyor. Bugün alınmayan her önlem, yarının kaçınılmaz faturası olabilir.

Teknolojiyle tasarruf, yakın gelecekte şirketler için bir seçenek değil; var olma stratejisi.

Araştırmaya buradan ulaşabilirsiniz: TÜİK – Girişimlerde Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması 2025

Önceki ve Sonraki Yazılar
İLKE ATİK TAŞKIRAN Arşivi