SEDAT BOZKURT
Kimsenin bilmediği açılım süreci
Siyaset biliminin tanımlayıp tanımlamadığını bilmiyorum ama pratikte var. Muhtelif iktidarlar, görevleri olmasına karşın, yine muhtelif faydalar için (bunlar genellikle politiktir) bazı kronik meseleleri çözmezler, yönetirler.
Türkiye’de de olan budur. 22 yıldır memleketi mutlak güçle yöneten ve bugüne kadar hiçbir hükümetin (yürütmenin) başaramadığı devlete mutlak hâkim olma yeteneği de bulunan bir iktidar, ülkenin hiçbir meselesini çözmüş değil. (Belli bir kesim için belli alanlarda gerçekten bir mağduriyet konusu olan türbanın kamusal alanda serbest bırakılması dışında. Bu detayı da eklemek lazım.)
Ülke ve AKP için en dramatik dönem Gezi ile başladı. Sokaktaki nitelikli bir halk çoğunluğu, kafasında demokrasi dışı yöntemler ve yönetimler bulunan her politik yapı için gerçekten risktir. Bu travmanın halen atlatılamamış olduğunu muhtelif açıklamalarda görüyoruz.
Sessizliğe yatırılmış bir de 17-25 aralık skandallarımız var. MHP Lideri ara sıra iktidarı hafifçe “dürtmek” için gündeme getirmezse hepimiz unutacağız. Bugün bakmayın Adalet Bakanı başta olmak üzere AKP’lilerin yaptıkları açıklamalarda “hakimlerin, savcıların verdiği kararlara saygı duyun” demelerine. Ya da söz konusu kişi Kemal Kılıçdaroğlu olunca “mahkeme çağırdı ise gideceksiniz” demeçlerine. O gün de bir yargı vardı hâkim ve savcılardan oluşan, bir de mahkemeye çağrılan ama gönderilmeyen isimler vardı.
15 Temmuz’da harekete geçirilebilecek bir yapının ordu içinde nasıl kurgulandığı ve nasıl harekete geçirildiği konusunda hiçbir açıklama yapılmadığı gibi aynen bu mesele de - AKP’nin hoşuna gitmeyen her mesele gibi - hep sessizliğe yatırılıyor. Konuşulmasına bile izin verilmiyor. (Hakkıyla tartışılamayan 15 Temmuz darbe girişimi, nereden baktığınıza bağlı olarak belki de başarılı oldu. Bari bunu tartışabilsek…)
Sorun üreten ve bunu yöneten AKP
Gelinen nokta itibariyle adını koyarak yol almakta yarar var; AKP iktidarı uzun süredir sorun çözen değil, durmadan sorun üreten ve bunu da yöneten bir iktidardır. Özellikle son 10 yılı.
İktisadi alanda yaşananlar ve bunların rakamlarla ifade edilmesi kafanızı karıştırmasın, bu alandaki büyümeler tüm dünyada yaşanıyor. Türkiye, dünya ortalamasının gerisinde. Hiçbir doğal kaynağı olmayan, enerjide dışa bağımlı ve dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip “komünist” Çin’de 30 yılda 6 milyon 190 bin milyoner, 895 milyarder ortaya çıktı. Bu rakamların 2030 yılında ikiye katlanacağı hesaplanıyor. Çin’in 35 yıllık büyüme ortalaması yüzde 10. Onlar 2 milyar dolara Volvo’yu satın alırken biz 2,5 milyar dolara depoda bekletilen S400 füze sistemini aldık. Tercihlerde farklılığın nedenlerini uzun uzun konuşabiliriz. Ama sakın “yurt savunmasını” dillendirmeyin.
AKP global bir bağlantısı olmayan bir ekonomik kriz de üretti ve bunu yaklaşık 6 yıldır yönetiyor, yönetebiliyor. Maliyetini hep birlikte ödüyoruz.
İktidarın açıkladığı işsizlik oranları her anlamda tartışılıyor. Ağustos verilerine göre işsizlik oranı yüzde 8,8’den 8,5’e inmiş. Geniş işsizlik oranı ise yüzde 26,5’ten 27,2’ye çıkmış. Mahfi Eğilmez hocanın tespitine göre oranlardaki bu değişim işsizliğin azalmadığını, iş aramak için başvuranların sayısının azaldığını gösteriyor.
İpsos’un açıkladığı veriye göre, Türkiye ruhsal hastalıklarda dünya ikincisi. Türkiye’de her 100 kişiden 38’i psikolojik bir problemle yaşıyor. Bunun uç örneklerine çok ağır da olsa hemen hemen her gün tanıklık yapıyoruz. Bu sorunu dile getiren ya da çözmek için girişimde bulunan bir siyaset ya da devlet görevlisine tanıklık yaptınız mı? Hayır.
Siyasetin aldığı ve uyguladığı fantastik kararlar nedeniyle ortaya çıkan ekonomik krizin tüm maliyetini de vatandaşın sırtına yükleyen bir iktidar var. Enflasyon oranında dünyada Arjantin ve savaşın yıktığı Suriye’nin ardından üçüncü ülkeyiz. Buna karşın Maliye Bakanı Mehmet Şimşek enflasyonun yüksek olmasındaki etkenler arasında “faiz sebep, enflasyon sonuç” tezi yerine Rusya ve Ukrayna savaşını gösteriyor. Savaşan ülkelerin sıralamada yer almaması bu açıklamayı yapanlar için mesele değil. Çünkü onların söyleme özgürlükleri var.
Bebeklerin canı üzerinden ticaret yapılan hastanelerden birisi eski sağlık bakanının çıktı. Bağımsız gazetecilik olmasaydı memleket bu bebek katliamından haberdar olmayacaktı. Çünkü hiçbir yerde denetlenmekten hoşlanmayan bir iktidar kurgusu ve onun altına yerleşmiş sermaye var. Eski bakan da, il müdürü iken buraları denetlemesi gerekirken bunu yapmayan yeni bakan da işlerini çok iyi yapmış görevliler gibi hayatlarına devam ediyorlar. Erdoğan ‘devleti şirket gibi yöneteceğiz’ diyerek özel sektörde faaliyet gösteren isimleri o alanın bakanları olarak atadı. Bebek ölümlerinin meydana geldiği hastanelerden birisinin sahibi de bu bakanlardandı. Devleti de bu hastaneler gibi yönettiklerini düşünün? Bu bakanlardan milli eğitim bakanı hemen kaçtı ve arkasında enkaz bıraktı. Şimdi o enkazın üzerine tarikatlar, cemaatler acayip bir yapı inşa ediyorlar. Turizm bakanının keyfi yerinde. İşletme sahibi olarak talepte bulunuyor, bakan olarak talebi onaylıyor. Şirket gibi devleti yönetmenin hakkını o veriyor. Ama bu model olmadı. Yine denedik yine yanıldık yani.
Sistem tüm endekslere göre iflas etti
Sarayın avukat danışmanın “Erdoğan’ın deneyimlerine Türkiye’nin 2028’den sonra bir 5 yıl daha ihtiyacı var” açıklamasına da bakmayın. Türkiye’nin Erdoğan’a değil bu açıklamaları yapanların tamamının Erdoğan’ın iktidarına ihtiyaçları var. Türkiye’nin uluslararası kabul edilebilir endekslerdeki değişimine bakınca meselenin kaynağı ortaya çıkıyor.
Hukukun üstünlüğü endeksinde 2015’te 80. olan Türkiye, 2023’te 117. sıraya düşmüş.
Aynı şekilde yoksuzluk endeksinde 2015’te 49. iken 2023’te 77. olmuş.
Temel haklar endeksinde 2015’te 96. sıradayken 2023’te 133’üncü olmuş.
Hukuki adalet endeksindeki 2015’te 63. sırada yer alan Türkiye, 2023 yılında 119. sıraya gerilemiş.
Basın özgürlüğünde de durumumuz farklı değil. 2015 yılında 148. Sırada olan Türkiye 2023’te 158. sırada bulunuyor.
Türkiye uzun zamandır tüm dünya endekslerinde özgür olmayan ülkeler kategorisinde yer alıyor. Ülkeyi yönetenler, kendi yarattıkları bu tabloya itiraz ederken bile çelişkiye düşüyorlar. Yükselme anında bu endeksler bir anda “kıymetlenirken” düşme anında bir anda “kabul edilemez” olabiliyor.
Bütün bu tablo AKP’nin son 10 yılında inşa edildi. Hem de cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmesi halinde “her şeyin” çok iyi olacağı vaat edildikten sonra. Hiçbir şey daha iyi olmadı. Yeni anayasa açıklamalarına da takılmayın. AKP’nin kurucu kadrolarının da sürekli olarak dile getirdikleri olumlu ve somut gelişmeler, AKP iktidarının ilk 8-9 yılında meydana geldi. Ve o dönem bugün olumsuzlukların gerekçesi olarak öne sürülen ve değiştirilmesini istedikleri anayasa vardı. Memleketteki kötüleşme, referandum ile kabul edilen anayasa değişiklileri ile başladı.
Yine Kürt meselesi
Memleketin en önemli derdi hukuk, demokrasi ve adaletsiz gelir dağılımı ile bunun yarattığı yoksulluktur. Bu sorunlu alan yerine siyaset yine iktidarın sevdiği başka bir “kullanışlı” alana taşınıyor. İhtiyaç halinde buzdolabından çıkarılacak olan Kürt meselesi çözüm sürecine. Bu sefer süreç çok daha fazla gizemli ve gizli, saklı yönetiliyor. Ya da öyle bilinmesi isteniyor.
2019 yılında Öcalan’ın “HDP tarafsız kalsın” mektubunun okunduğu sürece de Devlet Bahçeli’nin “bana sorarsanız avukatı ile görüşsün” açıklamasıyla gelinmişti. Şimdi de Bahçeli’nin bir hamlesi ve açıklaması ile bir tartışma zemini oluştu. Herkesin doğal olarak kafası karışık. Çünkü hiç kimse bir şey bilmiyor. Yapılan açıklamaların hepsi yorum.
Uygulanan tecrit nedeniyle Öcalan devlet dışında kimse ile görüşemiyor. Cezaevindeki 25. yılının da içinde. Çözüm sürecinde ve 2019 yerel seçimler öncesinde Cumhur İttifakı’na fayda sağlaması amacıyla okunan mektupları dışında neler düşündüğü veya istediği kamuoyu tarafından bilinmiyor.
Süreç devam ederken yapılan görüşmeler tutanak haline getirilerek kamuoyu ile de paylaşılıyordu. Bunlardan birisinde Öcalan, “eski yaşam alışkanlıkları top yekûn bırakmak gerekir. Neden, çünkü bu rejim değişikliği olacak. Tanzimat, Meşruiyet, Cumhuriyet, 1950 çok partili hayata geçişten çok daha önemli, bu hepsinden daha derinlikli olacak. Başarılı olursak, yepyeni bir cumhuriyete…” diyor 2013 yılının şubat ayı görüşme notlarında. Kastettiği bugünkü düzen mi bilemiyoruz ama bilmiş sonuç olarak.
MİT Müsteşarı’nın mahkemeye çağrıldığı gün olan 7 Şubat (2012) ile adlandırılan süreçte PKK’nın içindeki onlarca MİT elemanı deşifre olmuştu. Örgüt içi infazların o dönemki gerekçesi de buydu.
Son dönemde de sık sık MİT’in sınır ötesinde üst düzey PKK yöneticilerine yaptığı nokta operasyon açıklamalarına tanıklık yapıyoruz. Uzun süredir şiddetten beslenmesine karşın, PKK’nin ülke içinde gerçekleştirdiği bir terör eylemi yok. Bunu “Suriye yığınağı” gerekçesiyle açıklayan da var, ülke içindeki gücünü yitirdiği şeklinde açıklayan da var. Ama MİT’in operasyonlarına çok fazla tepkisi yok.
Yerel seçimlerin hemen ardından beklenildiği gibi kayyum uygulaması da yaygın bir biçimde yapılmadı.
Önceki süreçte Öcalan’ın PKK hiyerarşisindeki gücü tekrar tesis edildi. PKK silah bırakmaya hazırlanıyordu. Ama buna hazır olmayan yapılar da vardı. Şimdi Öcalan’ın PKK’ya Türkiye’den çıkma ve silah bırakma çağrısı yapabilecek kadar gücünün olup olmadığını bilmiyoruz. Muhtemelen devlet de bilmiyor. Bunu ancak test ederek öğrenebilir ama bunun maliyeti de çok ağır olabilir.
Türkiye’nin Kuzey Irak’taki yapılanmaya dolaylı olarak katkısı büyüktür. Suriye’nin kuzeyindeki Kürt yapılanmasına da doğrudan Suriye’ye müdahale edilmesine verdiği destek ile katkı sağlamıştır. TRT Genel Müdürünün “İran’ı rahatsız edelim” açıklamasını da duyunca “Sırada İran mı var?” sorusu da akıllara geliyor.
Kürt meselesinin, var olduğu coğrafyalarda çok farklı matriksi var. Bu ülkelerin meseleleri de farklı. Türkiye’de Kürt nüfus, ülke geneline dağılmış vaziyette ve onların da bulundukları bölgelere göre tanımladıkları Kürt meselesi aynı değil. Buzdolabına konulup çıkarılan bir yöntemle çözülecek bir mesele mi Kürt meselesi? Ya da MHP liderinin yaklaşımı gibi, “Sabah kavga, öğlen barış, ben ne zaman istersem o zaman ya barış ya kavga” mıdır çözüm modeli?
Muhtelif iktidarlar, muhtelif ve kronik meseleleri çözmezler, yönetirler. Bu onlar için yönetim modellerinde de kolaylaştırıcı olur. Bence çok heyecan yapmamak lazım…