Kültürel deprem

Depremden hemen sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı, kendisine bağlı kurumların etkinliklerini ikinci bir açıklamaya kadar durdurduğunu duyurdu. Ödenekli kurumlarla birlikte neredeyse sergiler hariç her tür etkinlik durdu. Turneler iptal oldu. Özel tiyatrolar bir iki hafta sonra kapılarını açtı. Bu arada Spor Bakanlığı da birkaç gün önce, deprem nedeniyle durdurulan spor organizasyonlarının yeniden başlayacağını duyurdu. Ama Kültür Bakanlığı o ikinci açıklamayı hala yapmadı. Yaptıysa da kamuoyuna yansımadı. Ama neyse ki ödenekli kurumlar, yani Devlet Opera ve Balesi, Devlet Tiyatroları, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı koro ve orkestralar 1 Mart’tan itibaren etkinliklerine başlıyorlar. En azından programlarında öyle görünüyor, biletler satışa açılmış.

Ulusal yas yaşandığında kültür sanat etkinliklerinin iptal edilmesi ne kadar doğru? Bu biraz mahcup ve alt perdeden de olsa hep tartışılan bir şey. Evet kültür ve sanat eğlenceyi de içerir ama izlediğimiz pek çok film, tiyatro ya da konserin bir şenlik ve neşe ortamı yaratmaya dönük olmadığını biliriz. Zaten neşeli etkinliklerin izleyicisi böyle dönemlerde kendiliğinden ortadan kaybolur; yas etkisini yitirinceye kadar insanlar ya içlerinden gelmediği için ya da başkalarının acısına duydukları saygı nedeniyle eğlenmeyi tercih etmezler. Ama bütün sanat etkinlikleri yasaklandığında hem bireysel hem kolektif iyileşme kanalları da neredeyse tıkanmış oluyor.

Yas üstüne çalışan akademisyen Şengül Hablemitoğlu, ‘Yas-Uzun Bir Veda’ kitabında şöyle diyor: “Yas tutmanın doğru ya da yanlış, yavaş ya da hızlı bir yolu yok. Herkesin yas deneyimi öylesine öznel, öylesine kendisine ait ki, parmak izimiz kadar eşi olmayan duygularla kaybettiklerimizin yasını tutuyoruz. (…) Kendi tepkilerimizi bu kadar öngöremez bir durumdayken, bu bilinmezlikle kayıpları olan başka insanları yargılayabiliyoruz. Sanki bir kuralı varmış gibi.”

Yas tutmanın bir kuralı yok. Kolektif yas çok daha karmaşık bir şey. İçinde hem bireysel duyarlılıklarımızı hem de toplumsal çaresizliklerimizi, öfkemizi, dayanışma duygumuzu içeriyor. Dolayısıyla sanki bizi ayıran değil bir araya getiren şeyler kolektif yasa aykırı değil tam tersi ‘uygun’ görünüyor. Bu nedenle hemen sanat etkinliklerini durdurmak bana çok da anlamlı gelmiyor. Çünkü yas, tıpkı Hablemitoğlu’nun kitabının adı gibi, ‘uzun bir veda’.

Hatay’ın temel malzemesi insan

Hatay son birkaç on yıl içinde tanınırlığını ve ününü çok artırmış, bir kültürel efsane halini almıştı. Farklı din ve kültürlerin bir arada yaşadığı, kadim zamanlardan günümüze uzanan bir tarihsel süreklilik içeren bu kente her giden hayran kalıyor, anlata anlata bitiremiyordu. Çok kültürlülüğün getirdiği zengin yemek kültürü Hatay hakkında en çok konuşulan, üstüne yazılıp çizilen konuydu. Ama bence ziyaretçileri esas etkileyen şey, girdiğiniz her mekanda ve hatta gezindiğiniz sokaklarda hissettiğiniz hoş görü ve insanseverlik haliydi. Bu nedenle Hatay ve orada yaşayan insanlar Türkiye’nin göz bebeği oldu. Şimdi 6 Şubat depreminde en büyük yıkımı oranın yaşamış olması, etkisi sınırlarımızı da aşan bir üzüntü dalgası yarattı. Antakya’nın o kendine has sokaklarını oluşturan eski yapıların, tarihi cami, kilise, sinagogların, bin bir kokulu baharatların, kendine has zeytinlerin peynirlerin satıldığı çarşısının yerle bir olduğuna inanmak zor. Ama daha da önemlisi bütün bu kültürü, bizi etkileyen her şeyi yaratan insanlar, Hataylılar… enkaz altında kalan binlerce Hataylı için tutulacak yas, kolay kolay dinmeyecek.

Sadece Hatay değil tabii ki, Anadolu’nun tarihsel ve kültürel olarak en zengin coğrafyalarından birinde 10 ili vurdu deprem. Pek çok insan depremden sonra bölgedeki kültürel zenginliklerin, eşsiz müzelerin ne olduğunu da merak etti. İşin aslı, insan kaybının büyüklüğüne rağmen kültürel mirasın durumuna ilişkin haberler de büyük bir hızla gelmeye başladı. Çok sayıda tarihi dinsel yapının yıkıldığını biliyoruz. Hatay’da, Maraş’ta, Malatya’da… Antep, Maraş, Diyarbakır, Adıyaman’daki kalelerde ve surlarda hasarlar oluştu. Hatay’da olduğu gibi Gaziantep’te de sivil kültürel mirasın önemli bir parçası olan pek çok eski ev yıkıldı. Müzelerde ise önemli bir hasar yaşanmadığı bildirildi. Yapılan açıklamalardan anladığımız kadarıyla müze yapıları bütünlüklerini ve içlerindeki eserleri korumayı başarmış. Pek çoğunun, Antep’teki Zeugma Müzesi’nin, Hatay arkeoloji müzesinin yeni yapılmış binalar olmasında bunun rolü olmalı. Anlaşılan arkeolojik koleksiyonlarda ufak tefek zarar gören eserler var. Ama ilk gelen haberlere göre bölgenin taşınabilir kültürel mirası iyi durumda gibi. Hatay’da durumunu merak ettiğim yapılardan biri de Müze Otel’di. Bilindiği gibi burası, altında arkeolojik kalıntıların olduğu, sütunlar üstünde yükselip bu kalıntıların üstünde duran iddialı bir mimari yapı. Bu sütunlar o acayip depremde de oteli taşımayı başarmış ve altındaki müzeyi korumuş. Bu da Hatay’dan gelen az sayıdaki iyi haberden biri oldu…

Hayatın normale dönmesi tabii ki mümkün değil. Bu kadar çok can kaybından sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, olamaz. Depremzedeler için yeni konutlar yapılırken, insanlığın ortak zenginliği olan kültürel mirasın yenilenmesine de başlanacak. Eminim kiliseler, kaleler, camiler yeniden yapılacak; ama o insanlar ne olacak, o kültürel doku kendini tamir edebilecek mi bilinmez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
CEM ERCİYES Arşivi
SON YAZILAR