Ölüm, merasim, yas

Ölümün daha çok yaşayanlar açısından sorun olduğu düşünülür. Öyledir de çünkü ölenin bedeni yaşamdan çekilmiştir ama hâlâ zamanın içindedir. Onu zamanın içinde tutan geride bıraktığı ve ölümü onun bedeni üzerinden deneyimleyenlerdir. İnsanın ölümle ilgili çaresizliğinin nedenlerinden biridir bu, kişi kendi ölümünden çok sevdiği insanların ölümünden korkar, o ânı hayal etmekten kaçınmaya çalışır çünkü ölümün getireceği sonsuz yokluk düşüncesiyle yüzleşmek zordur.

Kalanlar için bu nedenle ölüm sonrası ritüeller önemlidir, bir araya gelmek gideni yad etmek, iyi yanlarını öne çıkarmak, kederi paylaşmak gibi anlamlar ifade eder. Ayrıca, bu pratikler ölümünden sonraki zamanda, gidenin varlığını devam ettirmek gibi bir anlam taşır mesela, mezar taşları bunun için vardır, ölene dünyada bir yer verir ve insanı onun kesin yokluğunun ve kendi sonluluğunun ürpertisinden korur.

Günümüzde ölüm sonrası merasimlerin yük haline geldiği yönünde tespitlere sık rastlansa da insan türünün tarih boyunca hikâyesinde yer etmiş, her kültürde farklı anlama gelen cenaze ritüelleri hem ölen hem de geride kalan için hâlâ önemli fikrimce. Çünkü bu pratikler dünyadan göçen için yaşamının sonunu, geride kalan içinse ondan sonra devam edecek olanın başlangıcını imliyor.

Eudora Welty’nin “İyimser Babanın Kızı” adlı kitabı bahsettiklerimi düşündürüyor. Ölmeye yaklaşmış bir karakterin, hastane, ölüm ve cenaze merasimi süreçlerinden yola çıkarak ölümün, kalan için ne anlama geldiğini canlı bir üslupla anlatıyor. Kitabın karakterlerinden, Yargıç McKelva yaşadığı kasabanın saygın isimlerinden biri, eşinin ölümünden sonra çevresinin onun itibarına pek de uygun bulmadığı Wanda Fay adlı kadınla evleniyor. Bahçede yaşadığı bir kaza nedeniyle hastaneye kaldırıldığında kızı Laurel de babasına destek olmak için dönüyor.

Welty okuru en başta hastane atmosferine sokuyor. Yargıç yaşadığı kaza sonucunda beklenmedik bir şekilde ameliyat olması gerektiğini öğrenince meseleye iyimser yaklaşıyor, işlerin iyi gideceğine dair umut sürüyor çünkü kimse kendine ölüme yakıştırmaz değil mi? Yargıç için de böyle bir durum söz konusu. Her ne kadar Fay onu doğanın iyileştirmesini tercih ettiğini belirtse de kızı Laurel ve doktor modern tıbbın imkânlarını tercih ediyor. Ameliyat başarılı geçiyor ancak bir süre sonra yargıç yaşamını kaybediyor, bana kalırsa metnin asıl hikâyesi bundan sonra başlıyor.

Herkesin kederi farklı

Ölüm karşısında duyulan keder kişiye göre değişir çünkü ölenin anlamı geride kalanların ona yakınlıklarına göre farklı anlam ifade eder. Welty’nin metninin fikrimce okura anlatmaya çalıştığı şeylerden biri bu ve Yargıç öldükten sonra metnin karakterlerinin tavırlarından bunun izini sürebiliyoruz. Hatta bu durumu şöyle kategorize edebiliriz ölümden birinci dereden etkilenen kızı Laurel, ondan sonra eşi Fay ve sonrasında kasabadaki arkadaşlar, dostlar, komşular. Bu durum akla Jankelevitch’in dikkat çektiği ölüyle olan yakınlığa göre ortaya çıkan farklı ilişkilenme biçimlerini getiriyor ona göre, “…(ölüm) çocuğunu, karısını, ailesini vs. kaybetmiş biri için karşılaştırma kabul etmez, kendi türünde biricik, tam bir kişisel trajedidir.” O bu durumu, “ikinci şahsın ölümü” olarak yorumlar. Burada Laurel’in konumu “ikinci şahsın ölümü”yle karşılaşmasıdır bu nedenle ölümün ağırlığı en çok onun üzerine çöker.

Fay için de ortada bir kayıp vardır hatta cenaze merasimi sırasında en güçlü yas gösterisini o yapar ama burada bana kalırsa onun durumu “ikinci şahsın ölümü”yle ilişkilenmekten çok “üvey anne” konumundan kaynaklanıyor. Pek çok edebiyat metninde gördüğümüz gibi Welty’nin metninde de “kötü üvey anne” temsili aşılamamış. Metin üzerinden konuşursak, McKelva’nın cenaze merasimi kasaba halkının da katılımıyla evlerinde gerçekleşir. Herkes yerini alır ve saygıda kusur etmeme çabası hissedilir. Törene katılanların yanlış bir şey söylememek için özen gösterdiği, herkesin onun arkasından iyi şeyler söylemeye gayret ettiği bir atmosfer vardır.

Bu atmosfer ilk önce Fay’in bu saygın ortama pek de yakıştırılamayan ailesinin gelişiyle bozulur çünkü bu insanlar hiç tanınmadıkları, hatta kızlarının hastanede Laurel’e öldüklerini söylediği, Yargıç için uygun görülen itibara uymayan bir aile görüntüsü sergiler. Onların tavırları kasabalılar tarafından pek hoş karşılanmaz çünkü samimiyetten çok olması gerekenin uygulandığı bu klasik merasim ortamı, küçük bir yerden geldikleri sezilen “yabancılar” tarafından bozulmuştur. İşte böyle bir ortamda Fay herkesten geç, şık cenaze elbisesiyle büyük bir yas gösterisi yapar. Okur açısından Fay’in abartılı yası rahatsız edicidir çünkü zaten o en baştan “kötü üvey anne” olarak zihne yerleşmiştir. Ancak buna şu açıdan da bakılabileceğini düşünüyorum bu abartılı durum aslında biraz da zorunluluk değil midir?

Kimsenin kendisinden hoşlanmadığını hisseden birinin, üzüntüsünü herkesten daha çok göstermeye ve onu en inandırıcı biçimde sergilemeye zorlandığı düşünülemez mi? Buradaki durum okurun gözünde en baştan yeri belirlenmiş bir karakterin yansımasıdır, Welty’nin karakteri ondan bekleneni yapar ve şaşırtmaz.

Açıkçası okurken metnin en haz verici yanının bu resmiyeti bozma anları olduğunu düşündüm. Fay’in ailesinin gelişiyle bozulan yapmacıklı resmiyet, sahte görgü kurallarının, “köle ahlâkı”nın türlü biçimlerinin yerinden edilmesini de getiriyor bana kalırsa. Welty’nin metninde, bu tarz törenlerde “ayıplanan” durumların getirdiği o bozma ânı iyi anlatılmış hatta bir sahne gibi canlandırılmış çünkü okurken içine çekildiğinizi, köşeden bir yerden o töreni izlediğinizi hissediyorsunuz, en azından benim okumamda öyle olduğunu söyleyebilirim.

Yas

“İyimser Babanın Kızı”, bahsettiğim gibi ölüm sonrası yaşanabilecek anların temsilini sunuyor. Yargıç toprağa kavuştuktan sonra Fay ailesi ile birlikte bir süreliğine gidiyor. Bu sefer Laurel üzerinden yas anlatısına geçiyoruz. Laurel annesini, eşini ve son olarak da babasını kaybetmiş ve dünyada yapayalnız kalmış bir karakter. Uzun zaman sonra olduğunu tahmin ettiğimiz aile evine dönüş, onun bir yandan kayıplarının kederini derinden hissetmesine diğer yandan çocukluğunu geçirdiği evde geçmişe dönük hatırlamaların etkisinde kalmasına sebep oluyor. Böylece, ölümün kalan için bir boyutunu daha görebiliyoruz. Çünkü bir yakının ölümü, gidenle birlikte geçen zamanların yeniden canlanmasını, kalan için geçmişin gözden geçirilmesini ve yüzleşilmesi gereken yaşam anlarını açığa çıkarabiliyor. Laurel için de durum böyle özellikle eve kuş girdiği için son gecesini geçirmek zorunda kaldığı annenin dikiş odasında yaşadıkları bunun göstergesi oluyor.

Ondan kalan eşyalara temas bir yandan yaşanmış bir hayatın kalıntıları olması açısından kederi arttırırken diğer taraftan kalanın belleğini geçmişten bugüne yeniden inşa ettiği bir âna dönüşüyor. Bu durum bir yandan geçmiş yaşamı şimdiye taşıyıp devam etme aracı olurken diğer taraftan gidenlerin anıldığı, hatırlandığı bir teselli bulma yöntemi olarak iş görüyor ve yasın belki de kabul etme aşamasını getiriyor.

Bir zamanlar orada olanın yaşadığının kanıtı olan her türlü eşya bir anda artık burada olmadığının anımsanması anlamına gelirken kalan için kedere boyun eğmek dışında bir çözüm kalmıyor. Laurel için de bu geçerli, onun cümleleriyle söylersek: “Başını masanın açık kapağına yaslayıp kaybolup giden tüm bu sevgi ve ölenler için kederle ağladı. İçinde kaskatı duran her şeyi bu geceye teslim ederek, nihayet kedere boyun eğerek öylece oturdu. Bulduğu her şeyin (mektuplar, fotoğraflar, notlar) onda uyandırdığı duygulara kapılmıştı şimdi. Yüreğinin en derininde saklı pınarın üstü açılmış, sular yeniden akmaya başlamıştı.”

Eudora Welty’nin, “İyimser Babanın Kızı” kitabı, Can Yayınları tarafından, Zeynep Baransel çevirisiyle basıldı. Ölüm, cenaze, sonrası yaşananlar ve yas süreci metinde sahne sahne yerini alırken, bir kişinin gidişinin değişen anlamlarını metin boyunca fark ediyoruz. Görüyoruz ki kişinin ölümünün etkisi ona yakınlık derecesine göre başka şekillerde açığa çıkıyor, gidenin zamanına en çok dahil olan için bu genellikle daha ağır bir keder anlamına geliyor. Bu durum şunu da düşündürüyor, tüm o teselli sözlerinin “ikinci şahsın ölümünü” deneyimleyenler için karşılıksız kalmasının bir nedeni var çünkü gideni geri getirmenin bir yolu yok, merasim dağılıyor ve geriye yas kalıyor.

Kaynak

Jankelevitch, V., (2012), “Ölümü Düşünmek”, s. 12-13, (Çev. Yılmaz Ruhi Demir), İstanbul: Monokl.

Önceki ve Sonraki Yazılar
EMEK EREZ Arşivi
SON YAZILAR