Pratiğin kadar konuş

SEDAT BOZKURT

İnsan, “insan” olmaya birlikte yaşamaya mecbur kaldıklarını keşfettikten sonra başlamıştır. Bu mecburiyet bugün, o günkünden daha fazla olmasına karşın insan o “insan” olma halinden yavaş yavaş da olsa uzaklaşıyor. Sanırım insanlık tarihinin başlangıç ile bitiş noktası aynı yer. Toplayıcı ve avcı insan topluluklarının ardından yerleşik insanların başlangıcının tarihi genellikle milattan önce 12’nci yüzyıl olarak alınır. 4,54 milyar yıl yaşında olduğu tahmin edilen dünyanın yaşının yanında, yaklaşık 15 bin yıllık insanların varlığı çok küçük bir dönemdir.

Marks ile Engels’in kategorize ettiği ilkel komünal ya da komünist toplumlar olarak adlandırılan avcı ya da toplayıcı insan toplulukları, insanların en basit halidir. Yerleşik değillerdir ve ortak topladıklarını ya da avladıklarını yine ortaklaşarak tüketirler. Bu topluluklarda hiyerarşi ya da sınıfsal bir ayrım da söz konusu değildir. (İnsanlık tarihinin 180 derecelik bir dönüşüm yapacağını bilerek mi Marks’ın bu toplumdaki gibi “sınıfsız ve devletsiz” toplumu aynen hedefine koyduğu konusu geçekten faydalı bir tartışma olabilir)

Neolitik olarak adlandırılan çağda insanlar sürekli dolaşmaktan yoruldu ve yerleşik hayata geçti. Bu aslında insanlık evriminin de önemli bir aşaması. Toplumsal hayat kendi içinde bir de doğal olarak ekonomik model geliştirdi. Bu model takasa dayanıyordu. Bu toplumda artık bir yönetim hiyerarşisi yani basit bir “devlet” de vardı.

İşler Lidyalılar basılı parayı bulup onu kullanmaya başlayana kadar iyi gitti. O para insanlığın tüm evrimsel etkilerini bile ters yüz ederek “insanı” farklı bir insana dönüştürdü.

Parayı bularak devreye sokmaları nedeniyle Lidyalılara bugün bile kızan, öfkelenen çoktur. Bu para işi zaten Persleri de kaygılandırdığı için Lidyalıları ortadan kaldırmışlardır. Paranın ilk “lanetini” parayı bulan Lidyalılar yaşamıştır bile diyebiliriz.

Paranın değeri

Ülkede yaşanan ekonomik kriz kurumsallaştı. Ve iktidar bunu bir biçimde yönetiyor. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “enflasyon ile mücadele” yöntemi, eski Bakan Nebati’nin uyguladığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın teorileştirdiği “faiz sebep enflasyon sonuç” modeli kadar ekonomi bilimine aykırı. Ama ne olursa olsun memleketi yönetenler sürekli ekonomideki başarılardan söz ediyorlar.

Kişi başı gelirin 17 bin 900 dolar olduğu açıklandı. Ve bu bir büyük başarı olarak sunuldu. AKP iktidara geldiği yıl Türkiye, ekonomik büyüklükte, OECD’nin en çok kullanılan kategorisine göre 17’nciydi. Aradan geçen 23 yılda bu sıralama aşağı ve yukarı zaman zaman değişmiş olsa da bugün yine 17’nci sıradaki yerini koruyor. Tam o masalların başlangıcındaki, “az gittik, uz gittik dere tepe düz gittik ama bir baktık ki bir arpa boyu yol almamışız” gibiyiz yani.

Türkiye’de asgari ücret net 22 bin 104 lira. Ve devletin istatistiklerine göre çalışan kesimin yarısı asgari ücret alıyor. Asgari ücret, bölge ve yaşa göre farklılık gösterse de ortalama olarak Almanya’da 2 bin 161 Euro, ABD’de ortalama bin 800 dolar, İngiltere’de ise bin 900 Pound. Tarihi başa sardık ve Lidya dönemine dönerek para birimini her yerde altın ya da gümüşten yapılan sikke yaptık. Türkiye’de asgari ücretli 22 bin 104 sikke, Almanya’daki 2 bin 161 sikke, ABD’deki bin 800 sikke ve İngiltere’deki de bin 900 sikke kazanıyor. Bu eşitlenmiş para birimi, aradaki refah ve alım gücü farkını ortaya koymak için çok iyi bir yöntemdir. Et, süt, balık ve ekmeği bir köşeye koyalım ve bu asgari ücretliler İPhone 17 telefon almaya çalışsınlar. ABD’deki pro max alıyor ve cebinde 600 sikke kalıyor. İngiltere’de de aynı modeli alan asgari ücretlinin cebinde 600 sikke kalıyor. Almanya’da ise aynı telefonun fiyatı yaklaşık bin 400 sikke. Asgari ücretlinin cebinde hayli para kalıyor. Türkiye’de ise aynı model telefon ortalama 120 bin sikke. Cebinde 22 bin 104 sikkesi olan asgari ücretlinin bunu alması imkânsız yani. Bu yöntemi patates-soğan üzerinden bile uygulasanız sonuç değişmez. Mesele iktidar sözcülerinin açıkladığı gibi değil yani, hayli kötü.

Bugünkü Türkiye

Anketlerin tamamında ülkenin en temel sorunu ekonomi olarak açık ara önde çıkıyor. Maliye Bakanı ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı her hafta rutin olarak ekonomideki göstergelerin iyiye gittiğini anlatıyorlar. Neden kötü olduğunu soran olmayınca onlar da hep bu “iyiyi” anlatıyorlar. Memlekette dakikada 20 milyon liraya yakın vergi toplanıyor. Bunun sadece dakikada 52 bin lirası cumhurbaşkanlığı korumalarına gidiyor. 2025 yılında bu kadar toplanılan vergiye, alınan borçlara karşın bütçe açığı 140 milyar lira olarak öngörülüyor. Maliye Bakanı ve modeline göre bu da “kabul edilebilir” bir miktar.

Erdoğan, iktidardaki siyasetçinin en çok sevdiği cümleyi tekrarladı; “Devraldığımız Türkiye ile bugünün Türkiye’si arasında uçurumlar var”

Bu cümleler hep ortaya kurulur. O “uçurum” hep havadadır. Mesela Bulgar levası 2002 yılında bugünün parasıyla 0,73 ile 0,76 lira arasındaydı. Bugün 25 lira. İşte bir uçurum size. Ya da 23 yıl önce 1,40 lira olan dolar bugün 42,5 lira, Euro 1,5 liradan 49,5 liraya yükselmiş, benzinin litresi 1,45 liradan 57 liraya, çeyrek altın ise 30 liradan 9 bin 500 liraya çıkmış. Gerçekten bunun adı olsa olsa uçurum olur.

Ekonomi kriter sıralamamız olan OECD’deki en yüksek enflasyon Türkiye’nin 31,3. Arjantin 31,1 ile ikinci, savaş halindeki Rusya ise 7,7 oran ile 3’üncü sırada. Cumhurbaşkanı yardımcısı Yılmaz, 2024 haziran ayından bu yana enflasyonun 44 puan gerilediği bir “başarı” öyküsü olarak anlatıyor. Enflasyonun nasıl yüzde 75 olduğunu soran da yok anlatan da. Yılmaz bir kez daha 2026’da enflasyonun yüzde 20 altına düşürmeyi hedeflerini açıkladı.

Gelir dağılımı adaletsizliği

Cumhurbaşkanı Erdoğan o çok bildik, iktidar olma “durumundan” çıkarak muhalefet olma “haline” geçti ve “zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan mevcut düzenin sürdürülebilir olmadığını” anlattı. -aslında haklı, bunu da birisinin söylemesi lazım, muhalefetten rol çalarak iktidarın söylemesi garip-

Ülkemizde hane halkının yüzde 10’u gelirin yüzde 32’sini alıyor. Burasının ortalama geliri 1 milyon 230 bin lira. En altta yüzde 10 ise gelirin sadece yüzde 2,3’ünü alıyor İris Cibre hocanın hesaplamalarına göre. Buradaki ortalama aylık sadece 87 bin lira. Bunun da katmanları var. Bankalardaki mevduatın yüzde 82’si nüfusun sadece yüzde 1,35’lik kesimine ait. Ekonomi için sayılan kriterlerden biri olan borsadaki değerlerin yüzde 84’üne binde 4’lük bir oran sahip.

Türk-iş’in iktidarı kızdırmak için yaptığı tek iş olan hesaplamalarına göre açlık sınırı 29 bin 828 lira. 2026 için öngörülen asgari ücretin bile üstünde. Kaynağı belli olmaması nedeniyle biraz itiraz gelmiş olsa da 6 milyon emekli 17 bin liranın altında, 5 milyon emekli de 18 bin liraya yakın maaş ile geçinmeye çalışıyor. Yani açlık sınırının altında. Ve sadece ekim ayında bankacılık sektörü, para satarak, aracılık ederek 751 milyar 600 milyon lira kar elde etti. Her 10 emekliden 8’i kayıt dışı olarak çalışmak zorunda geçinebilmek için. Çalışabilecek olmasına karşın çalışamayan insan sayısı 13 milyon. Rakamlar gerçekten “alaca karanlık kuşağı” kadar korkunç.

İşte zengini daha zengin fakiri daha fakir yapan ve ressamının iktidar olduğu tablo.

Asal araştırma sormuş, “CHP iktidara gelirse ekonomik sorunları çözebilir mi?” diye. Yüzde 63,3’ü hayır demiş. Asal’ın “Türkiye’nin sorunlarını kim çözer?” sorusuna yüzde 36 hiçbiri, yüzde 23,2’si AKP, yüzde 19,6’sı da CHP yanıtı vermiş. Saros da bu soruyu sormuş ve yüzde 39,6 hiçbiri, yüzde 19,8 AKP, yüzde 18,5 CHP yanıtını almış.

(Her koşulda kendisine bağlı ve bir nevi “cemaatleşmiş” seçmeni olan Erdoğan’ın bu anketlerde adı yok, bu detay önemli)

Bu tablo AKP iktidarının yarattığı tablo kadar dramatiktir. Bunun bir nedeni mutlaka vardır. Başlıktaki söz, 80 öncesi sol terminolojinin en sıkı eleştirisini ifade ederdi. Hem iktidar hem de muhalefet için bu tablonun okunmasını kolaylaştırıcı ve çok fazla yoruma da mahal gerektirmeyen bir eleştiridir bu:

“Pratiğiniz kadar konuşun”

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi