MEHVEŞ EVİN
Soğan siyasetinden doğru tarım politikasına
MEHVEŞ EVİN
Seçimler yaklaştıkça muhalefetle iktidar arasında “soğan” atışmaları sürüyor. Zira soğan, hayat pahalılığının sembolü haline geldi…
HDP eski eşbaşkanı, tutuklu siyasetçi Selahattin Demirtaş sosyal medyadan “Kuru soğan 30 TL. Alacak paranız yoksa 1 milyon 200 bin TL'ye TOGG var. Sahibinden hiç üretilmemiş. Oy kullanırken aklında olsun" diyerek dalgasını geçti.
CHP sözcüleri, genelde ithalata dayalı tarım politikalarını yerden yere vuruyor…
Fakat soğan gibi temel gıda fiyatlarındaki uçuş, sadece dışa bağımlılıktan ya da mazot ve gübre fiyatlarından kaynaklanmıyor.
Tıpkı ekonomide, yargıda, eğitimde, dış politikada olduğu gibi topyekun bir tarım politikasına ihtiyaç var.
Cumhurbaşkanı adayı ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Kemal’in tahtası” temalı video serisinde tarım ve hayvancılık politikalarına yer verdi.
Türkiye’yi hem kendine yetebilir hale getirecek, hem tarım ve hayvancılıkta ihracat devi yapacak çözümleri açıkladı:
Tarım arazileri korunacak, ziraat mühendisleri ve veterinerler gibi uzmanlardan destek sağlanacak, tohum ve damızlık hayvan çiftçiye ücretsiz verilecek, yem ve gübre yerinde üretilecek…
Gıda bağımsızlığının üzerinde duruyor Kılıçdaroğlu -ki bu önemli bir gelişme. Ancak tarımda bir o kadar hayati konu, gıda güvenliği. Sağlıklı ve temiz gıdaya erişim hakkından pek bahseden yok.
Genel olarak Türkiye’de siyasetçilerin çiftçi ve köylüye seçim vaadi, 1950’lerde donup kalmış vaziyette:
Çiftçiye mazot ve gübre fiyatlarında destek, traktör için kredi kolaylığı gibi. Mazot, gübre, mekanizasyonda zaten dışa bağımlıyız. Üstelik kimyasal gübreler, ilaçlar toprağı zehirlediği gibi, bizleri de zehirliyor. Meralar yok ediliyor, GDO’lu yemlere mahkum ediliyor çiftçi.
Tarım ve hayvancılık, öyle üç beş teşvik ve hibeyle yürüyecek işler değil. Özellikle küçük ölçekli işletmelerin sürdürülebilir destek ve teşviklere acilen ihtiyacı var.
Sürdürülebilir tarıma geçiş çok mu zor?
Sağlıklı ve temiz gıda deyince tarımda kimyasalların kullanılmadığı veya en aza indirgendiği, lojistiğinden sulamasına, insan ve doğaya en az zarar veren yöntemleri anlıyoruz.
Kimyasal ağırlıklı endüstriyel tarımda, örneğin 5 ton domates toplanabilirken ilaçsız, pestisitsiz, hormonsuz “iyi tarım” uygulamalarında 500 kilo hasat edebiliyorsunuz.
Dolayısıyla iyi veya doğal tarım yapanların daha çok desteklenmesi, gerçekten önemli. Malum, öncelikle AB ülkelerine ihracattan kazanıyoruz. Rusya’dan defalarca domateslerin geri gönderildiğini de unutmayalım.
İyi de kaç üretici iyi tarımı uygulayabilir diyeceksiniz…
Sürdürülebilir tarım, öyle büyük yatırımlar gerektirmiyor. Amaç, toprağın verimliliğini gözetirken çiftçinin ekonomik kazanç elde etmesini sağlamak, aynı zamanda beslediği toplulukların ve hayvanların iyiliğini gözetmek.
“2040’da Avrupa tarımı neye benzeyecek” sorusuyla yola çıkan karşılaştırmalı bir senaryo çalışmasını paylaşayım:
Buna göre “Doğa dostu yöntemleri kullanan, yerelliği gözeten, tarım alanlarına baskıyı azaltan” senaryo, tarımsal hasılata olumsuz etki etmiyor. Aksine, “neo liberal, korumacı, ulusalcı” senaryolardan daha iyi sonuç veriyor.
Rodale Enstütüsü’nün bir başka çalışmasında İran’da rejeneratif (canlandırıcı, yenileyici) tarım denemeleri yapılmış.
Buna göre toprağı sürmeden, doğal gübre kullanarak toprağın verimliliği iki yıl içinde 4.1 metrik tona ulaşmış... Toprak sürerek+kimyasal gübre yöntemiyle verimliliği 0.01 metrik tonda kalmış. Devasa bir fark.
Anlayacağınız biyoçeşitliliği ve gıda güvenliğini korumanın ön şartı “doğa dostu, iyi tarım uygulamaları”nda…
İklim değişikliğinde tarım uygulamalarının etkisi hep gözardı ediliyor.
Küresel (endüstriyel) tarım, risk altındaki türlerin yüzde 86’sını tehdit ederken karbon emisyonlarının yüzde 8.5’undan sorumlu.
Orman ve orman alanları ve sulak alanların tarım arazisine çevrilmesiyle bu orana yüzde 14 daha ekleyebilirsiniz.
Çiftçiye sözleşme zorunluluğu ve yaptırımlar
İran’dan yenileyici tarıma dair örnek vermiştim. Başka bir araştırmada, küresel ölçekte meralarda yenileyici tarım modeline geçmesiyle karbon emisyonlarının da yüzde 71 oranında azaltılabileceği ortaya çıkmış.
Ülkemizde tarım hâlâ vahşi sulamayla, yeraltı sularını çekerek ve lojistikte yerellik ve karbon ayakizi gözetilmeden yapılıyor.
Ayrıca kuruyan göllerde, sulak yerlerde tarım yapılması, tarım arazilerinin inşaata açılmasıyla felaket, dev adımlarla geliyor.
Kendini idame edebilen, ihracat yapabilen bir tarım ülkesi olmayı hedefleyeceksek daha fazla mekanizyon, daha fazla mazot ve suni gübre yerine başka modellere geçmenin vakti geldi de geçiyor.
Bunları anlatıyoruz da ne işe yarıyor?
AKP, seçime giderayak “iklim değişikliğiyle mücadele/doğal kaynakların etkin kullanılması” başlığı altında çiftçi ve köylüyü zora düşürebilecek yaptırımları açıkladı.
Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’daki değişikliğe göre, çiftçiler belli ürün gruplarını yetiştirmek için bakanlıktan izin alacak. İzin almadan üretim yapan çiftçilere desteklerden 5 yıl men edilme ve para cezası uygulanacak.
Ayrıca Bakanlığın belirleyeceği ürün ve ürün gruplarında sözleşmeli üretim zorunlu hale getiriliyor. Sözleşmeden vazgeçen taraflara cezai yaptırım da yolda.
Düzenleme, üst üste iki yıl ekilmeyen tarım arazilerinin Bakanlıkça kiraya verilmesini de öngörüyor. Bakanlığın kiralayacağı vakıf veya derneklerin hangileri olacağını herhalde tahmin edersiniz! Yetmedi, meraların ormanların kıyıların talanı yetmedi. Kalan tarımsal arazileri de otellere, inşaata olmadı cemaatlere ve Diyanet’e vermek var sırada.