Tarikat, cemaat, siyaset

Türkiye uzun zamandır muhtelif cemaatlere ait yurt, Kuran kursu gibi yapıların çatısı altında yaşanan çocuk tacizi ve tecavüzlerini konuşuyor dramatik bir biçimde.

Dramatik olmasının nedeni tartışılmasına karşın önlen alınmaması ve bu konunun tartışılmasına hatta konuşulmasına bile bizzat iktidarın izin vermemesi. Hatta çocukların ailelerinin çoğunun bile buna sessiz kalması.

Böyle bir tablo ortaya çıkınca da doğal olarak eleştirilerin hedefine bizzat iktidarın kendisi oturtuluyor ve taraf oluyor. Çünkü çocuk tacizi ve tecavüzlerinin meydana geldiği dini yapıların bir biçimde siyasal iktidar ile ilişkileri hatta bağları var. AKP siyasetinin en önemli kurumu din ve İslamcı yapılardır. Bunun son örneğini RTÜK tarafından Halk Tv, KRT ve Tele1 televizyonlarına kesilen cezalarla gördük. Her ne kadar kesilen cezaların, Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden yapılan şikâyet nedeniyle verildiği gibi çok zorlama nedenlerle ifade edilmeye çalışılsa da olayın meydana geldiği çatılar bence bunda ana etken.

Din ya da cemaat, tarikat, siyaset ilişkisi ile Türkiye ilk kez karşı karşıya kalmıyor. Genç cumhuriyet bir risk olarak görüp adını irtica olarak koyduğu bu dinin amacı dışında özellikle politik amaçlar için kullanılmasına karşı kendini korumak için pozisyon alırken, cumhuriyet ve değerleri aleyhindeki yapılar için de karşısında önemli bir cephe oluşturdu.

Cumhuriyeti kuranlara karşı politik örgütlenmek isteyenler için zemin böylece hazır hale geldi. Cumhuriyet döneminde kurulan 2’nci parti Terakki Perver Cumhuriyet Partisidir. Atatürk’ün Nutuk’taki ifadesiyle “dini siyasete alet etmek” suçlaması temel olmak üzere hayli ağır gerekçelerle kapatılmıştır. Bu parti kapatma meselelerinin, çok partili politik yaşam denemelerinin birbirleriyle bağı hayli detaylı ve bilinmesi gereken öyküleri bulunmaktadır.

Tarihsel detaylara çok boğulmadan, meselenin sınırları içinde kalarak, bugünün “cıs” konusuna devam edelim. Türkiye’de sağ siyaset, aynı zamanda CHP’nin kurucusu olan cumhuriyetin kurucularının politik olarak aldıkları “dine karşı mesafeli durma” kararı nedeniyle ortaya çıkan durumu değerlendirerek, siyaset yapma alanını cami avlusuna taşımıştır.

Bu çok konforlu ve getirisi garanti bir alandır. AKP ve Erdoğan döneminde bunun cami içlerine kadar götürüldüğüne de tanıklık yaptığımızı kayıt düşelim. Mekan olarak camiler, hutbeler AKP’nin siyaset yapma araçlarıdır. Hatta bir politik eylem olarak cami yapma ve hizmete açma etkinliklerini de canlı yayınlarla izlemekteyiz. Cami yapma etkinliklerinin Türkiye ile sınırlı kaldığını da sanmayınız. Pek çok yabancı ülkede de hayli yüksek maliyetlerle camiler yaptırılmış ve törenle hizmete açılmıştır. Ve bu AKP, Erdoğan siyasetinin temel bir parçası haline de gelmiştir. Yani din ile AKP- Erdoğan siyaseti arasında çok sıkı bir bağ vardır. Bunu kesin bir hüküm olarak burada not düşelim.

Tekrar cemaat, tarikat meselesine dönersek, tarikat ve cemaatler siyasetin kendi alanlarına girmesini ve orada rahatsız edilmeyi istemezler. Var oldukları alanı sadece siyaset ile diğer hiçbir yapı ile paylaşmazlar. Hatta bunun için kavga bile ederler. Kendilerine yakın buldukları sağ siyasi partilerle bir menfaat ilişkisine girerler. Ellerinde oy olarak tuttukları gücü, alabilecekleri azami tavizle değiştirmek isterler. Yıllarca bunu da yaptılar. Devlet ve onun kurumları ile çatışmayı, karşı karşıya gelmeyi de çok tercih etmezler. Bunun tersinin çok az örneği vardır.

Örneğin Nurculuğun ana gövdesi sayılan bugünün Yeni Asya gazetesi çevresinde örgütlenmiş Said Nursi ve onun talebelerinin peşinden giden cemaat üyeleri ilk politik tavır alan yapıdır. Demokrat Parti’ye destek vermekle kalmamış, onun devamı olan bütün partilere açık destek vermiştir. Bu destekleri bugün de DP ile devam etmektedir. Türkiye’deki pek çok dini yapının aksine Yeni Asya grubu 12 Eylül darbesine ve onun anayasasına karşı açık mücadele vermiştir. Bugün de AKP’nin karşısında yer alan birkaç İslami yapı arasındadır.

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında şoku atlatan cemaat ve tarikatlar, darbecilerin meydan meydan dolaşarak yaptıkları konuşmaların arasına sıkıştırılmış ve ayetlerle desteklenmiş söylemlerin içindeki mesajı aldılar. Ardından Türkiye’deki cemaat ve tarikat örgütlenmeleri hem geniş kitleler hem de güç kazanmaya başladı.

Bu yapıları görünür hale getirerek meşrulaştıran o dönemin siyasi figürü de Turgut Özal’dır. Nereli olduğu kadar Nakşi olduğunu da açıkça ortaya koymuştur. Devlet dairelerinde bu kimlikle kadrolar oluşturulmaya başlanmış, bu yapıların dönüşüm geçirmesi sağlanarak siyasete de monte edilmiştir. Eskinin cübbeli sarıklı cemaat üyelerinin yerini şık giyimli, gerektiği zaman viski de içen hacı Cumhurbaşkanı gibi figürler almıştır.

Devlet içindeki kadrolaşmanın miladı da 80 öncesinin Milli Cephe hükümeti dönemidir. Buradaki ilişki de menfaat merkezlidir.

Nakşilerin bir kolu olan İskenderpaşa Cami Cemaati Özal’ın yanı sıra, Necmettin Erbakan ve Temel Karamollaoğlu gibi siyasetçilerin de ilk politik kimliklerini oluşturduğu yerdir. Cemaatin kurucusu Zait Kotku öldükten sonra İskenderpaşa gücünü yitirmiştir. Onun boşalttığı alana İsmailağa Cami Cemaati, popüler figürlerle yerleşmiş ve iktidar ile ilişkileri nedeniyle de hayli genişleyip güçlenmiştir. İşin garip tarafı tüm bu cemaat ya da tarikat tipi örgütlenmelerin güçlendikleri dönem, devletin askeri de devreye sokarak “irtica ile mücadeleyi” en yoğun yaptığı, bu nedenle demokrasiden ödün vermeyi göze alarak siyasete abandığı dönemler olmuştur.

AKP’nin de iktidardaki ilk yıllarında muhatap olduğu muamele öncekilerden farklı değildir. 2008 yılının Temmuz ayında AKP hakkında açılan kapatma davası karara bağlandı, yeterli oya ulaşamadığı için kapatma kararı alınamadı ama “irticai faaliyetlerin odağı olmaktan” dolayı hüküm giydi. Bu hüküm kararına Özal’ın atadığı ve mahkeme heyetinin en muhafazakâr görüşlü kişisi olarak bilinen Sacit Adalı’nın da oyu bulunuyordu.

Yani bu dini amacı dışında kullanma konusunda AKP sabıkalı bir partidir. Ayrıca, kapatma davasında yapılan savunmada, toplumda oluşan laiklikle ilgili kaygıların giderilmesi için her türlü düzenlemelerin yapılacağı, muhalefeti de bu sürecin mutlak bir paydaşı olarak yanına alacağı, Erdoğan’ın da bizzat bu süreci kendisinin yöneteceği belirtilmiştir. Yani hüküm kısmını dolaylı doğrulayan bir savunmadır bu.

Yavaş yavaş AKP’nin bu meselelerdeki kayıtsızlığının nedenlerine de geliyoruz.

Öncelikle bilinenin aksine Milli Görüş partilerine yani Necmettin Erbakan’a hiç bir tarikat ya da cemaat kurumsal destek vermemiştir. ANAP’a Özal’a hatta DSP ile Ecevit’e verilen destek hiçbir zaman Erbakan’a ve partilerine verilmemiştir. Bu önemli bir saptama. Nedenleri üzerine uzun uzun konuşulabilir. Ama AKP bütün bu cemaatlerin bir nevi çatı örgütüdür.

Fetullah Gülen ile devlet içinde başlattığı paydaşlık durumunu aynen başka dini yapılarla, cemaatlerle sürdürmektedir. Mesele de zaten budur. Bakanlıklar muhtelif cemaatler tarafından paylaşılmıştır. Fiili iktidar ortağı olarak MHP görülse ve bürokrasideki atamalarda hayli yol aldığı bilinse de bazı bakanlıkların kontrolünün cemaatlerde olduğu artık açık olarak konuşulmaktadır. Örneğin Menzilciler. Bugüne kadar hükümete 2 bakan Enerji Bakanı Taner Yıldız ve sağlık Bakanı Recep Akdağ’ı sokmayı başarmıştır. Gülen cemaatinin son dönemde AKP içinde sadece 2 milletvekili olmasına karşın hiç bakanı bulunmadığını da hatırlatalım.

Menzilcilerin yanı sıra politik olarak bölünmesine karşın devlet desteği ile büyüyen Süleymancıların büyük damarı da, Adalet Bakanlığı’ndaki Milli Görüş kökenli ve dini motivasyonla bir araya gelen Hak Yol grubu da devlet içindeki AKP’nin paydaşları arasındadır.

Bu birliktelik, motivasyon ve bir anlam yükleme kaygısı nedeniyle çok dini nitelikte gözükse de işin aslı menfaattir. Her iki yapı da yani siyaset ile dini örgütler karşılıklı fayda hesabıyla bir aradadırlar. O nedenle ilişiklerini hiçbir zaman din üzerinden anlatamazlar ya da yaşanan olumsuzluklara din üzerinden itiraz edemezler. Ederlerse ne olacağını son olarak Furkan Vakfı’nın başına gelenlerle anlayabilirsiniz. Bir çatı olarak AKP’nin dini esas alarak bu işlevi yerine getirdiğini söylememize ilk itiraz Furkan Vakfı’dır. Çünkü AKP’nin çatısı altındaki bütün cemaat örgütlenmelerinden daha katı İslamcı bir yapıdır ve AKP’nin net karşısındadır.

Nurcuların en güçlü kanadı Yeni Asya grubu AKP’nin karşısındadır. Milli Görüş AKP’nin tam karşısındadır ve politik rakibidir. Yani mesele din değildir, eleştirilere itirazlara buradan karşı çıkılması da doğru değildir.

Tablonun sıkıntılı olduğunu söyleyerek yazıyı bitirelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR