NURİ GÜNAY
‘Yerin derinliklerinden geldiler’: Büyük Madenci Yürüyüşü
“Her gün yeni ağızlar eklendi ağızlarına, yeni
yollarla tanıştı ayakları, her gün yeni kabuklar çatladı,
yeni kulaklar işitmeye başladı söylediklerini, bir kent
oldular sonunda”
Böyle yazmış Kemal Özer, 1991 yılında Zonguldak’ta maden işçilerinin 1 aydan fazla süren grevinin ve büyük yürüyüşünün ardından.
34 yıl önce, 4 Ocak işçi sınıfı mücadele tarihinin çok önemli bir günüdür. Acı tatlı derslerle doludur Büyük Madenci Yürüyüşü. Ama mutlaka onurla anılmadır.
4 Ocak mücadelenin sıçradığı gündü. Bugüne gelene kadar ise hem maden işçisi hem Zonguldak hem de ülkemiz çok önemli bir deneyim yaşıyordu. Zonguldak’ta, Genel Maden İş’e bağlı maden işçiler 30 Kasım’dan beri grevdeydi. Seslerini duymayan iktidarın karşısına başkentte dikilmek mücadelenin yeni bir adımı olacaktı.
Bir aydır süren grev bütün şehir tarafından sahiplenilmişti. Talep netti, işçiler 2.5 milyon lira maaş, 85 bin lira yevmiye istiyordu. ANAP Hükümeti ise 1.2 milyon lira maaşta ısrarcıydı.
3 Ocak’ta ülke çapında eylemler yapılmış, sendika yönetimi Ankara’ya gitme kararı almıştı. İktidar otobüslerin hareket etmesine izin vermeyeceğini açıklıyordu. Madenciye tek bir yol kalmıştı.
Şemsi Denizer sendikanın penceresinden on binlere “Yürümeye var mısınız?” diye sorduğunda işçiler tereddütsüz cevap verdi: “Varız!”
Sadece “Bıçak kemiğe dayandığı / ok yaydan fırladığı için değil”di direnmelerine sebep. Bir asırdan fazla zamandır yerin derinliklerinde kazma vuran bir geleneğin tecrübesiyle mücadeleye atılmışlardı.
Karaelmas Diyarı işçi sınıfının yöresi
“Karaelmas Diyarı” diye bilinir Zonguldak. İşçi sınıfı şehridir. Şehre gittiğinizde hemen hissedersiniz bunu. Bölgedeki maden havzasında üretim 1848 yılında başlamıştır. Bölge o günden bugüne pek çok mücadeleye ev sahipliği yapmıştır.
Zorunlu çalıştırma (mükellefiyet), ucuz işçilik, güvencesizlik pek çok mücadelenin ortaya çıkmasına neden olur. İlk eylemler 1863 yılında gerçekleşir. 1908’de Fransız şirketine karşı grev yapılır. Talep, işçiler için kurulan dispanserin masraflarının işveren tarafından karşılanmasıdır. Direniş, kazanımla sonuçlanır.
Cumhuriyet sonrası madenler devletleştirilir. Zorunlu çalışma 1960 yılına kadar devam eder. “Mükellefiyet Dönemi” de denilen bu süre zarfında bölgedeki işçiler madenlerde çalışmaya mecbur kılınır. Bu dönemde solun ve işçi sınıfının üzerindeki baskı had safhadadır. Dolayısıyla grev ya da başka hak arama mücadelelerinin önü kesilir. Buna rağmen birçok direnişten söz etmek mümkündür.
1965’te Kozlu’da gerçekleşen direniş oldukça önemlidir. Direnişte iki işçi hayatını kaybeder. 1969’da Alpagut’ta işçiler maaşlarının ödenmemesi sebebiyle ocakları işgal ederler. Eylemler kazanımla sonuçlanır. 1980 sonrası işçiler maden ocaklarının özelleştirilmesine, kapatılmasına karşı mücadele eder.
Madenlerde örgütleme tarihi de oldukça eskidir. Osmanlı ve cumhuriyetin ilk yıllarında çeşitli örgütlenme çabaları vardır. 1946 yılında kurulan Ereğli Kömür Havzası Maden İşçileri Derneği önemli bir başlangıçtır. Sonrasında Genel Maden İş Sendikası işçilerin sendikası olur.
İşçi Baharı'ndan Büyük İşçi Yürüyüşü’ne
Bilindiği gibi 12 Eylül işçi sınıfı mücadelesinde çok ağır bir tahribat yaratmıştır. Her şeye rağmen 1980’lerin ortasından itibaren mücadelenin kıvılcımları çakmaya başlar. 1989’da başlayan ve 90’lı yılların bütün mücadelelerini etkileyen Bahar Eylemleri, Büyük İşçi Yürüyüşü'nü tetikleyen atmosferin oluşmasını da sağlamıştır. Türk-İş’le, kamu işveren sendikası arasında sürdürülen toplu sözleşme görüşmelerinden netice çıkmamasını protesto eden 600 bin civarında kamu işçisi 1989’un bahar aylarında üç ay boyunca etkili eylemler yapmıştır. İş bırakma, iş yavaşlatma, işe gitmeme, işe gidip çalışmama, yemek ve sakal boykotu bu dönemin yaratıcı eylemlerinden bazılarıdır.
Bahar Eylemlerinin politik sonuçları olur. Neoliberal politikaların istenildiği gibi uygulanamaması, ANAP’ın düşüşünde doğrudan etkili olmuşlardır.
Zonguldak’ta, 30 Kasım’da başlayan grevin kararının alındığı Genel Maden İş Kurultayı böyle bir ahval içinde yapılmıştı.
Diğer yandan grevin nedeni yalnızca ücret değildir. Maden ocaklarının kapatılması, özelleştirilmek istenmesine karşı da mücadele ediliyordur.
Grev, işçilerin grevi olarak başlayıp kısa sürede halk grevi halini almıştır. Bütün Zonguldak grevcidir. Binlerce insan Zonguldak sokaklarındadır. Her gün yürüyüşler yapılıyor, esnaf kepenk kapatıyor, polis ve jandarma yürüyüşleri engellemeye çalışıyordur.
Bu büyük direnişe rağmen ANAP Hükümeti talepleri kabul etmeye yanaşmaz. Türk İş yönetimi bunun üzerine 3 Ocak’ta genel grev, 4 Ocak’ta da Ankara’ya gitme kararı alır. İktidar bu kararlara tehditlerle cevap verir.
Bir yürüyüş eylediler
4 Ocak sabahında, ilçe ve köylerden gelen işçiler ve aileleriyle Zonguldak mahşeri bir kalabalık tarafından doldurulmuştur. İşçiler Ankara’ya yürümeye kararlıdır.
Yürüyüş saat 10.00’da başlar. İşçilerle birlikte Zonguldak halkı yürüyordur. Ucu bucağı görünmeyen yürüyüş Devrek’e vardığında, ilçe halkı bütün misafirperverliğiyle işçileri karşılar. Yüzbinlerce işçi Devreklilere şöyle teşekkür eder: “Devrek burada, devlet nerede”
İkinci gün yürüyüşçüler büyük bir barikatla karşılaşır. Barikat, Denizer'in başbakanla Bolu'da görüşmeye gitmesi üzerine açılır. Görüşmede yine anlaşma sağlanamaz. Bu arada Özal Yıldırım Akbulut’a, “Ayaklarına gidiyorsun” diyerek çok kızar.
Mengen’e geldiklerinde E-5’e çok yakındırlar. Karşılarına yine jandarma dikilir. İşçiler kararlıdır, birçok işçi gözaltına alınır. Mengen’den seslerini Özal duymaktadır. “Ankara’nın şişmanı, işçi düşmanı” sloganı artık peşini hiç bırakmayacaktır.
İktidar da geri adım atmamakta, taleplere olumlu cevap vermemekte kararlıdır. Jandarmanın işçilere dönük tutumu sertleşir. 200 civarı işçi gözaltına alınır. Bunlarla birlikte kış koşulları da oldukça ağırdır. Türk İş yönetimi şimdiye kadar işçilerin kararlı tutumuna ayak uydurmak zorunda kalmıştır. Daha ileriye adım atmaya niyetleri yoktur. Sendika yönetimi ve Başkan Şemsi Denizer bundan sonrasının olumsuz olacağını düşünür ve yürüyüşü bitirme kararı alır.
İşçiler hayal kırıklığına uğrar. İtiraz eden çok işçi vardır ama birlik havası dağılmış, aynı güçle yürümenin imkânı kalmamıştır. İşçiler yürüyüşü bitirir ve Zonguldak’a geri dönerler.
Sendikanın iktidarla süren görüşmelerinden işçiler lehine bir şey çıkmaz. 16 Ocak’ta başlayan Körfez Savaşı iyi bir bahanedir, 25 Ocak’ta Bakanlar Kurulu bütün grevleri erteler.
İlerleyen günlerde işçiler protestolarla ocaklara tekrar inerler. Toplu sözleşme ise neredeyse kazanımsız imzalanır.
Bu sonuca rağmen tıpkı Bahar Eylemleri gibi Büyük Madenci Yürüyüşü de ANAP’ın sonunu hazırlayan nedenlerden olur.
Çıkartılacak çok ders vardır bu önemli yürüyüşten. Baştan sona değerlendirilmeli, işçi sınıfı mücadelesinin hafızasında kalıcı bir yeri olmalıdır.
Sevgili Kemal Özer’in şiiriyle bitirelim…
Zonguldak
Yerin derinliklerinden geldiler, ellerinde
susmak bilmeyen bir yer altı güneşiyle, ne kadar
diplere bastırılsa o kadar boğulmak bilmez yankısıyla
yüreklerinin.
Ağır ağır geldiler, karanlık sarnıçlardan sıza sıza,
sağır küplerde birike birike, yararak kaslarının içine
yuvarlanmış sızıları ve ciğerlerinde yer etmiş
ışıksız lekeleri.
Geldiler bir büyük sesin harfleriyle ağızları dopdolu,
suskun çamuru küremek için kentin gölgeli
sokaklarından, sıyırıp almak için yıllardır gökyüzüne
birikmiş pası, ovmak için isli alnını sabahın.
Anıt bildiler sıradan ve gösterişsiz bir günü, diyecek
sözleri varsa anıt bildiler, akacak bir yatağı varsa
ırmaklarının ve atacak köprüleri varsa anıt bildiler,
toplandılar o anıtın çevresine.
Sonra her gün geldiler, artarak geldiler, kadınları
çocukları ve alkışlarıyla, yoğurt mayalar gibi geldiler,
pişkin ekmekleri bölüp de paylaşır gibi, su gibi, ateş gibi.
Her gün yeni ağızlar eklendi ağızlarına, yeni
yollarla tanıştı ayakları, her gün yeni kabuklar çatladı,
yeni kulaklar işitmeye başladı söylediklerini, bir kent
oldular sonunda
ve adını değiştirdiler ülkenin.