Yüz yılı aşan iktidar geleneği: Basını bastırmaya çalışmak

“Ben 12 Eylül’ü de yaşadım, böyle zulüm görmedim.” Bugünlerde çok fazla insandan duyuyoruz böyle cümleler. 12 Eylül’le bugünün kıyas edilip edilemeyeceği bir yana, söylenen iktidar baskısının insanların üzerinde oluşturduğu tesiri anlamamız açısından önemli. Mahkemeler hukuka, vicdana, adalete değil yönetenlerin arzusuna göre kararlar aldıkça bu duygu yaygınlaşıyor.

Halk TV çalışanı gazeteciler Barış Pehlivan, Seda Selek, Serhan Asker, Kürşat Oğuz ve Suat Toktaş’ın maruz kaldığı baskı bunun son örneği oldu. Deneyimli gazeteci Toktaş ne yazık ki tutuklandı.

İktidarların sopa zoruyla gazetecileri hizaya sokma, basını zapturapt altına alma siyaseti yeni değil. Fakat bir sır verelim, kötü giden işlere böyle yöntemler çare olmuyor. Gelin, basına dönük baskı tarihimize bir göz atalım.

200 yıldır değişmeyen iktidar halleri

Osmanlı, bildiğiniz gibi son yüzyıllarını çağının oldukça gerisinde yaşadı. “Matbaanın bize geç gelmesi,” klişe bir espri haline gelmiş olsa da acı bir gerçeği ifade eder. Basına dair de aynı gecikmeden söz edebiliriz. Osmanlı yönetimi, basının işe yarayan önemli bir şey olduğunu ancak 1800’lerin başında idrak eder.

Takvim-i Vekayi 1831’de, Ceride-i Havadis 1840 yılında yayımlanmaya başlar.

1857 yılında ilan edilen “Matbuat Nizamnamesi” yasakları sıralayan ilk resmi belgedir.

1860’da, özel teşebbüsle yayınlanan ilk gazete Tercüman-ı Ahval “yazıyoorr” diye çığıran çocukların ellerinde sallanmaya başlar. Eleştirileri padişahı kızdırır, Abdülaziz tarafından iki aylığına kapatılır. 1862’de Tasvir-i Efkâr yayın hayatına başlar. “Yaşasın padişahımız” demediği için sarayın gazabı üstünden eksik olmaz.

Muhalif basın büyüdükçe baskı kararnameleri tekrar gündeme gelir. 1864 yılında yeni “Matbuat Nizamnâmesi” ve 1967’de çıkarılan “Âli Kararnâme” pek çok gazetenin kapanmasına, gazetecilerin mesleklerinden men edilmesine yol verir.

İlk resmi sansür 1876’da çıkartılan bir kararnameyle uygulanmaya başlar. Artık gazeteler basılmadan önce denetlenecektir.

Abdülaziz’in tahttan inişi basın üzerindeki baskının bir nebze olsun hafiflemesine yol açsa da bu durum uzun sürmez. 93 Harbiyle, 1877’de başlayan İstibdat Dönemi, basın tarihimiz ve gazetecilik açısından ayrıca ele alınması gereken zorlu bir dönemdir. Sansür, baskı, hapisler, sürgünler gazetecilerin başında bu dönem sürekli sallanan kılıçlardır. Çıkarılan sıkıyönetim kararnamesiyle birçok gazeteci sürgün edilmiş, ilk kez bu dönem sansür kurulu oluşturulmuştur.

1908 Devrimi’nin "Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet” rüzgârı kuvvetli eser. 24 Temmuzda sansür kaldırılır, yeni bir basın kanunu çıkartılır. Günümüzde kutlanan Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü bu tarihe atıf yapılarak ilan edilmiştir. Fakat ne yazık ki İttihat ve Terakki iktidarı basına yönelik gayrı resmi baskı politikasını kısa süre sonra devreye sokar. Bu dönemde Hasan Fehmi Bey, Ahmet Samim Bey ve Zeki Bey İTC’ye muhalefet ettikleri gerekçesiyle katledilirler.

1912’de İTC’nin iktidardan düşmesiyle cemiyetin yayın organı Tanin kapatılır. Bab-ı Ali Baskını’yla yeniden iktidarı aldığında ise basına dönük ağır bir baskı dönemi yeniden başlar.

Birinci Dünya Savaşı yılları, basına dönük baskı ve sansürün zirvede olduğu yıllardır. İktidardakiler halkın duymasını istemedikleri haberlerin yazılmasına izin vermezler. Örneğin Sarıkamış’ın zafer değil facia olduğu yıllar sonra ortaya çıkar.

Savaş sonunda İstanbul ve Anadolu işgal edilirken bu kez gazeteciler işgalcilerin baskılarına, sürgünlerine ve tutuklamalarına maruz kalır. Milli Mücadele döneminde bağımsızlık yanlısı basın İstanbul Hükümeti ve işgalcilerin baskısı altında görev yapar.

Kurtuluş Savaşının karşısında duran yandaş basın ise bugün hala deyim olarak kullandığımız “Mütareke Basını” olarak tanımlanır.

Cumhuriyet döneminde iktidar basın ilişkileri

1923’ten 1925’e kadar gazetecilerin nispeten özgür olduğu bir dönemdir. Şeyh Sait İsyanıyla birlikte çıkartılan Takrir-i Sükûn Kanunu gazeteciler için de ağır bir baskı döneminin başladığı tarihtir. Pek çok gazeteci bu dönem İstiklal Mahkemelerinde yargılanır.

1931’de ağır baskı koşullarını içeren cumhuriyetin ilk basın kanunu çıkartılır. Ardından 1938’de yapılan eklemelerle gazete ve dergi çıkarmanın koşulları daha da ağırlaşır.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında savaş haberlerinin tek kaynağı Anadolu Ajansı’dır. Memleket haberleri hükümetin istediği şekilde yayınlanır.

4 Aralık 1945’te antikomünist hezeyanla gerçekleştirilen Tan Gazetesi Baskını ise gazetecilik tarihimizde kara bir günü olarak yerini almıştır.

1950’de iktidara gelen Demokrat Parti basının üzerindeki baskıyı hafifleten bir yasa çıkartır. Menderes gazetecilerle iyi ilişki kurar. Bu dönemde yeni gazeteler çıkmaya başlar, satışlar artar.

Birkaç yıl sonra her şey tersine döner. 1954’te çıkan basın yasası gazetecilere ağır koşullar dayatmaktadır. Gazeteciler takibata uğrar, meslekten men edilenler olur. 1957’den sonra baskı daha da ağırlaşır. 1954-1960 arası dönemde basına iki bin beş yüze yakın dava açılır. Baskının zirvesi 1960 yılında kurulan Tahkikat Komisyonu’dur. Komisyon, yayın yasaklama, basım ve dağıtım durdurma, izinsiz arama yapma gibi her türlü hukuksuz yetkiyle donatılmıştır.

27 Mayıs Darbesinin ardından kurulan Basın İlan Kurumu ve gazetecilerin haklarını düzenleyen 212 Sayılı Kanun gazete patronların tepkilerini çeker. Büyük gazete sahipleri protesto için üç gün gazete çıkarmazken basın emekçileri “Basın” adıyla bir gazete çıkarır.

Bu dönemin ilk tutuklama Mart 1961’de olur. Aziz Nesin ve İhsan Ada, Nesin’in “tehlikeli” yazıları nedeniyle hapse atılır.

Buna rağmen 1960’tan 12 Mart Darbesine kadar basın ve gazeteciler açısından parlak bir dönem olur. 12 Mart’ın ardından ise onlarca yayın durdurulur, gazeteciler tutuklanır. Darbeden sonra baskı kanunlaşır, gazete kapatmak, yayın durdurmak kolay hale getirilir.

Toplumsal muhalefetin yükseldiği ve faşist terörle durdurulmak istendiği 70’lerde, 12 Eylül darbesine kadar birçok gazeteci namluların hedefi olur.

Cuntacılar darbeyle terörü tekellerine aldıklarında gazeteleri, dergileri kapatır, birçok gazeteciyi tutuklar. Bilanço ağırdır: 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istenir. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verilir. 31 gazeteci cezaevine girer. 300 gazeteci saldırıya uğrar. 3 gazeteci silahla öldürülür. Gazeteler 300 gün yayın yapamaz. 13 büyük gazete için 303 dava açılır. 39 ton gazete ve dergi imha edilir.

Özallı yıllarda basına yönelik baskı sürer. Bu dönemde iki binin üzerinde dava açılır. Davalar toplamda binlerce yıllık hapis cezalarıyla sonuçlanır.

Ardından başlayan 90’lar da hayli karanlıktır. Karanlık gazetecileri de boğuyordur. Bir kararnameyle, Olağan Üstü Hal Valilerine istedikleri yayınları durdurma, toplatma yetkisi verilir.

91’de çıkartılan Terörle Mücadele Kanunu yeni yasakları beraberinde getirir. Gazeteciler mahkeme yollarını aşındırır, hapse atılırlar. Otuz yedi gazeteci faili meçhul cinayetlerle katledilir. Kürt basını adeta savaş koşulları altında faaliyet göstermek zorunda kalır. Özgür Ülke gazetesi bombalanır.

AKP yandaş olamayan basına, gazetecilere düşman mı?

Yaşadıklarımız ara başlığın cevabını veriyor.

AKP, ilk yıllarında büyük medya patronlarının desteğini almış olmakla yetinmedi, zaman içerisinde adım adım kendi medya havuzunu inşa etti. Bir süre sonra büyük medya patronlarını tasfiye etti, yerlerini yandaşların doldurmasını sağladı.

İktidar yanlısı basına ve gazetecilere bugün “yandaş” demek sanırım gerçeği anlatmaya yetmiyor. Bağımsız kalmaya gayret eden basına ve gazetecilere “bizden değilsen düşmansın” muamelesi yapılıyor. Bunun sonucu olarak yıllar içinde hapiste olan gazeteci sayısı sürekli arttı.

15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi, gazetecilere dönük baskıda yeni bir dönemin başlamasına bahane edildi. Kanun Hükümde Kararnamelerle DİHA, Jinha, Özgür Gündem, TV 10, İMC, Hayat TV gibi kuruluşlar kapatıldı, mallarına el konuldu.

Kapatılmayan basın yayın kuruluşları RTÜK, Basın İlan Kurumu (BİK) eliyle susturulmaya çalışıldı.

Geçtiğimiz Ekim ayından bu yana iktidar ülkemizi yeni bir sürece soktu. Bir yandan “birlik, berberlik, barış, kardeşlik” söylemini sahaya sürüyor, diğer yandan da baskıyı alabildiğince artıyor. Kayyumlara, tutuklamalara basına, gazetecilere dönük baskılar eşlik ediyor.

Kısaca değindiğimiz bu uzun tarih bize, gazetecileri susturmaya çalışmanın gerçekleri gizleyemediğini gösteriyor. Ya da zulüm ne kadar büyük olursa olsun birileri susmuyor ve elindeki fenerle aydınlığı aramaya devam ediyor.

Bize de gerçeğin peşinde koşarken hayatını kaybetmiş, bedel ödemiş gazetecilerin anısı önünde saygıyla eğilmek düşüyor.

Bugün, halkın haber alma hakkı için canla başla çalışan, eğilmeyen gazetecilerin yanında olmak ise yurttaşlık görevi olarak görülmeli.

KAYNAK: Başlangıçtan Bugüne Türk Basın Tarihi; Davalar, Hapisler, Saldırılar, Faili Meçhul Cinayetler ve Holdingler, Gerçek Yayınevi, 1996.

NTV Tarih, Nisan 2010, Sayı 15

Önceki ve Sonraki Yazılar
NURİ GÜNAY Arşivi
SON YAZILAR