SERHAT TUTKAL
ABD-Meksika Arasında Göçmen Geri Kabul Anlaşması
ABD ve Meksika arasında imzalanan geri kabul anlaşması son dönemde iki ülkede de sıkça konuşuluyor. Çok sayıda Venezuelalı göçmenin hayatını etkileyen bu anlaşma Biden hükümetinin dış politika tercihlerine, özellikle de göçmen politikasına dair bazı çıkarımlar yapmamıza olanak sağlıyor. Bu yazıda bu geri kabul anlaşmasını değerlendireceğim.
Dünyada 7 milyonun üzerinde Venezuelalı sığınmacı ve göçmen var. En çok Venezuelalı göçmenin yaşadığı ülke büyük farkla Kolombiya. Kolombiya’nn Türkiye’nin ardından dünyada en çok sığınmacının yaşadığı ülke olması Venezuela’dan gelen kitlesel göçten kaynaklanıyor. Biden hükümeti yeni düzenlemesini Venezuelalı göçmenlerin sorunlarını çözmeye katkı sunma girişimi olarak göstermeye çalışıyor. Bunun sebebi düzenlemenin belirli şartları sağlayan 24.000 Venezuela vatandaşının ABD’ye kabul edilmesini de beraberinde getiriyor olması. Bu şartlardan biri ABD’ye hava yoluyla gitmek, bir diğeriyse ABD’de yaşayan bir kişinin mali konularda kefil olması. Çoğu göçmenin bu şartları karşılayamayacağı açık, zaten kabul edilebilecek Venezuelalı sayısı da şu an için 24 bin ile sınırlandırılmış. Yani, Biden hükümeti Venezuela’nın en imtiyazlı kesiminden sınırlı sayıda insanı ülkesine kabul etmeyi göçmen sorununun çözümüne bir katkı gibi göstermeye çalışıyor. Düzenlemenin esas önemli kısmıysa López Obrador hükümetine ABD’ye karadan giren tüm Venezuelalıların zorla Meksika’ya gönderilmesinin kabul ettirilmiş olması. Anlaşmanın üzerinden henüz bir ay bile geçmemiş olmasına rağmen binlerce Venezuelalı şimdiden Biden hükümeti tarafından zorla Meksika’ya gönderildi.
Biden hükümetiyle merkez sol López Obrador hükümeti arasında yapılan geri alım anlaşmasında dikkat çeken hususlardan biri ABD’nin insanlara kullanım değeri atfeden fayda maliyet analizi odaklı göçmen politikası. ABD ekonomisini olumlu etkileyeceği düşünülen sınırlı sayıda görece imtiyazlı Venezuelalı ülkeye kabul edilirken diğer göçmenler zorla Meksika’ya gönderilmekteler. Bu şekilde Venezuela orta-üst sınıfının sermayesi ABD’ye aktarılırken göçmenlerin çoğu Meksika’ya gönderiliyor. Meksika’da bulunan göçmenlerin bir kısmının insan onuruna yakışmayan koşullarda yaşamak zorunda kaldığı ve zaman zaman şiddet eylemlerinin hedefi olduğu bilindiği halde bu göçmenlerin zorla Meksika’ya gönderilmesi başlarına geleceklerin ABD karar alıcılarının pek de umrunda olmadığını gösteriyor.
Meksika’nın toplumsal dengelerinin ve ekonomik sorunlarının da Biden hükümetinin öncelikleri arasında olmadığı görülüyor. Büyük sınır ülkelerine sınır karakolu muamelesi yapan “gelişmiş” ülkeler, bu durumun göçmenlerin zorla gönderildiği ülkeleri nasıl etkileyeceğini pek umursamıyor. Bu ülkelerin hükümetlerine bazı tavizler vererek onlarla arayı iyi tutan zengin ülke yönetimleri bu ülkelerin vatandaşlarının sorunlarına bunun ötesinde çok ilgi göstermiyor. Bu çerçevede ABD merkez sol Meksika hükümetiyle Avrupa Birliği de aşırı sağ Türkiye hükümetiyle rahatlıkla pazarlık yapabiliyor, yeter ki istenmeyen göçmenleri gönderecek bir yer bulunsun.
Meksika’nın ABD’nin “sınır güvenliği” ve göçmen politikalarında ayrıcalıklı bir konumu var. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu çeşitli ülkelerden çok sayıda insan Meksika’ya geldikten sonra kaçak yollardan ABD’ye geçerek sığınma talebinde bulunuyor. Bu yüzden son dönemde Türkiye ve Kolombiya gibi ülkelerin vatandaşlarının Meksika’ya girişte sorun yaşadıkları da biliniyor. Bununla beraber, Meksika’daki kadar sıkı biçimde denetlenmese de başka Latin Amerika ülkeleri üzerinde de ABD’nin benzer etkileri söz konusu. Örneğin, Türkiye’nin ve birçok Afrika ülkesinin de aralarında bulunduğu bazı ülkelerin vatandaşlarının son dönemde Kolombiya’ya vizesiz girişlerde ciddi sorunlar yaşadıkları, hatta yer yer ülkeye kabul edilmedikleri gözlemleniyor. Zaten Kolombiya ABD baskısı yüzünden uzun zamandır bankalarda döviz hesabı bile açılamayan bir ülke. ABD’ye ulaşmaya çalışan göçmenlerin güzergahında bulunan Panama gibi ülkelerde de ABD kontrolünün önemli boyutlara ulaştığını görüyoruz.
Ülkedeki istenmeyen Venezuelalı göçmen sayısı azaldığı takdirde Biden hükümetinin başka ülke vatandaşları için de (örneğin Haiti ve Küba) López Obrador hükümetiyle benzer anlaşmalar yapabileceği konuşuluyor. Bununla beraber, ben bu türden anlaşmaların istenmeyen göçü durdurmasının pek mümkün olduğu kanısında değilim. Venezuela ve Küba örneklerine baktığımızda Biden hükümetinin politikalarının tutarsızlığı açıkça görülmekte. Bir yandan ambargo uygulayarak bu ülkelerin ekonomilerini batırmayı, halklarını açlıkla terbiye etmeyi hedefleyen politikaları devam ettiren Biden hükümeti bir yandan da bu ülkelerden gelen göçü azaltmaya çalışıyor. Kitlesel göçün önüne geçmenin yolunun ambargo gibi tüm vatandaşları etkileyen ekonomik yaptırımları kaldırarak kitlesel göçe yol açan sorunlarla mücadele edilmesinden geçtiği açık. Aksi takdirde açlığa ve yoksulluğa mahkum edilen insanların büyük riskleri göze alarak yaşam koşullarının daha iyi olduğu ülkelere gitmeye devam edeceklerini öngörebiliriz. Özellikle Meksika’da yolsuzluğun ve suç örgütlerinin güvenlik güçleri üzerindeki etkisi düşünüldüğünde ABD’ye kaçak geçişlerin devamının bir şekilde sağlanması şaşırtıcı olmaz.
Bitirirken
Dünyanın birçok bölgesini çoğu insan için yaşanmaz hale getiren maddi koşullarla mücadele edilmeden uluslararası kitlesel göçün sorun olmaktan çıkarılması pek mümkün görünmüyor. Biden hükümetinin Venezuelalı göçmenleri zorla Meksika’ya gönderme politikasının da uzun vadede ABD’ye yönelen kitlesel göçü engellemekte başarısız olacağını öngörebiliriz.
Hem Meksika toplumunun hem de Venezuelalı göçmenlerin aleyhine olan ve Biden hükümetinin çıkarları gözetilerek hazırlanmış bu türden düzenlemelerin sol bir hükümet eliyle yürürlüğe konmasının Meksika solunu zayıflatması da güçlü bir ihtimal. ABD’yle ilişkileri iyi tutup ülke sağının eline koz vermemek adına kabul edilen bu türden tavizler yakın gelecekte yönetimin tekrar sağ hükümetlere devredilmesiyle sonuçlanabilir.
Kitlesel göç kendi başına bir sorun değildir. Belirli bağlamlarda soruna dönüşmesi maddi koşullarla, yoksullukla, siyasi baskıyla, yapısal şiddetle, etnik ve dinsel ayrımcılıklarla ilgilidir. Halkların değil ulus devletlerin çıkarını önceleyen bir takım politikalar ortadan kaldırılmadıkça bu konuda ilerleme kaydedilmesi güç. Kitlesel göçün sebebi ekstraktivist ekonomi politikalarını destekleyerek ülkelerin sömürülmesini, kaynakların zengin ülkelere aktarılmasını teşvik eden yönetimlerdir. Neoliberal politikalar yoluyla kamu fikrinin altının oyulmasıdır. Doğa talanı, iklim krizi, ormanların ve nehirlerin yok edilmesidir. Etnik ve dinsel azınlıklara, kadınlara ve LGBTİ+ bireylere yönelik baskı politikaları güden anti-demokratik yönetimlerin desteklenmesi, bu yönetimlere silah satılması, onların insan hakları ihlallerine göz yumulmasıdır. Çeşitli yönetimlerle olan sorunların çözümünde ekonomik ambargo gibi öncelikli olarak yoksulları cezalandıran silahların kullanılmasıdır. Paramiliter örgütleri destekleyerek ülkelerde iç karışıklık yaratılması veya ülkelerin doğrudan işgal edilmesidir. Bunları herkesin görmesi gerekir. Bu olgularla mücadele etmektense göçmenleri kriminalize etmeyi, onları hedef göstermeyi seçen her siyasal oluşumu bu sorunun bir parçası olarak görüp bu oluşumlarla mücadele etmek tüm eşitlikçi hareketlerin ödevi olarak görülmelidir.