Meksika’da 'Guacamaya' skandalı: Savunma Bakanlığı’nın hack'lenen belgelerinde neler var?

Her ne kadar uluslararası basının pek ilgisini çekmemiş olsa da 29 Eylül’den bu yana Meksika büyük bir skandalı konuşuyor. Kendini anti-emperyalist ve ekolojist olarak tanımlayan Guacamaya isimli Latin Amerikalı hacker grubu Meksika Savunma Bakanlığı’na ait 6 terabyte boyutunda dosyayı ele geçirerek kamuoyuyla paylaştı. Bu yazıda dosyalarda öne çıkan bazı başlıklara değineceğim.

Fişlemeler

Yayımlanan dosyalara dair en çok konuşulan konulardan biri dosyalardaki fişleme bilgileri oldu. Bu fişlemeler farklı dönemlerde çeşitli metotlarla yapılmış. Örneğin 2011-2013 tarihleri arasında “pegasus” isimli bir casus yazılımla çok sayıda gazeteci takip edilmiş ve bu takip sonucunda hükümeti destekleyen ve hükümete karşı olan gazetecilerin bir listesi hazırlanmış. Mevcut başkan Andrés Manuel López Obrador göreve geldiği 2018 yılından itibaren bu uygulamalara son verildiğini basın toplantısında açıkladı. Takip edebildiğim kadarıyla da López Obrador döneminde casus yazılım uygulamalarının kullanıldığını gösteren veri paylaşılmadı fakat fişlemelerin López Obrador döneminde de devam ettiğini gösteren çok sayıda belge var.

Bu belgeler özellikle aktivistlerin güvenlik güçleri tarafından takip edildiklerini ve haklarında fişleme dosyaları oluşturulduğunu gösteriyor. Ordunun takip ettiği hareketlerin başında feminist kolektifler geliyor. Tam 15 feminist kolektif hakkında fişleme raporları hazırlanmış. Bu raporlarda “tehlikeli” olduğu düşünülen yedi feminist aktiviste dair detaylı bilgiler de yer alıyor. Dahası, ordunun hazırladığı tehlikeli gruplar listesinde feminist kolektifler de yer alıyor. Üstelik bu listede feminist kolektifler, biri hariç tüm uyuşturucu kartellerinden daha tehlikeli olarak sınıflandırılmış. Yani, Meksika ordusuna göre feminist kolektifler Jalisco Nueva Generación karteli kadar tehlikeli, diğer kartellerdense daha büyük bir tehdit oluşturuyor. Listede feministlerden daha tehlikeli olarak görülen tek örgüt El Kaide. Listede yer alan IŞİD bile feminist kolektiflerden daha az tehlikeli olarak sınıflandırılmış. Ayotzinapa Katliamı’nda 43 öğrencisini kaybeden Raúl Isidro Burgos öğretmen okulunun öğrencileri de feminist kolektifler kadar tehlikeli görülüyor. Liste, Meksika ordusunun ve istihbaratının öğrenci hareketlerini ve yerli aktivistlerini uyuşturucu kartellerinden daha büyük bir sorun olarak gördüğünü gösteriyor, Guacamaya belgelerinde uyuşturucu kartelleriyle ilişkisi açığa çıkan kamu görevlilerinin sayısına baktığımızda bu durumun çok da şaşırtıcı olmadığını söyleyebiliriz. Kanserli çocuk aileleri derneğinin bile milli güvenliğe tehdit oluşturan örgütler listesine alındığı Meksika okurlara Türkiye’yi hatırlatmış olsa gerek.

Diğer başlıklara geçmeden önce Meksika ordusunun feminist kolektiflere yönelik yakın takibine dair birkaç not düşmek istiyorum. “Kimlik siyaseti” ithamlarıyla feminist hareketi, ırkçılık karşıtı etnik hareketleri ve LGBTİ+ hareketini küçük gören bir takım çok muhaliflerin aksine devletlerin bu hareketlerin mevcut düzen karşısında oluşturduğu tehdidi görebildikleri anlaşılıyor.

Feminist kolektifler daha önce hiç eyleme katılmamış çok sayıda genç kadını politize eden, sağın en güçlü olduğu yerlerde dahi kitlesel eylemler örgütleyebilen, yeri geldiğinde kamu binalarını basan, yol kapatan, polis şiddeti karşısında geri adım atmayan kolektifler. Keza Latin Amerika’daki yerli ve siyah hareketleri de geçtiğimiz yıllarda birçok ülkede çok sayıda insanı sokaklara dökerek sömürgecilerin heykellerini devirmiş, hükümetleri ırkçı ve neoliberal politikalardan geri adım atmaya zorlamışlardı.

Binlerce insanı sokağa çıkararak emperyalizmin sembollerini devirebilen bu hareketleri dünyanın her yerinde olduğu gibi Latin Amerika’da da “kimlik siyaseti” yapmakla itham eden sol örgütler mevcut. Bir basın açıklaması için birkaç düzine insanı bir araya getirmekte dahi zorlanan muhalif oluşumların kıtanın son dönemdeki en büyük kitlesel eylemlerine imza atan hareketleri sistemcilikle, reformistlikle veya liberallikle suçlamasının ciddiye alınır yanı olmadığı ortada. Meksika’da devlet de bu durumun farkına varmış olmalı ki görebildiğim kadarıyla ülkenin çok sayıdaki küçük sol partisinin ve ilişkili oluşumların hiçbirini tehdit oluşturan örgütler listesine almamış. Yerli hareketleri, birçok üyesi yerlilerden oluşan köylü örgütleri ve mağdur yakınları örgütleriyse listede üst sıralarda yer alıyor. Listede yer alan iki sendikanın da ülkenin küçük sendikalarından olduğunu ve kitlesel işçi sendikalarının ordu tarafından düzene tehdit oluşturan unsurlar olarak görülmediklerini de belirteyim. Çok devrimci işçi sendikaları, devletin kanser hastası çocukların yakınlarını kendilerinden daha büyük bir tehdit olarak görmesinden rahatsız olmuşlar mıdır bilmiyorum. İfşa edilen belgelere göre, birçok sol örgütün tepeden baktığı EZLN’nin devlet tarafından hala çok ciddi bir tehdit olarak görüldüğünü de not edeyim.

Fişleme konusunu bitirmeden önce üniversite rektörlerine dair tek tek fişleme dosyaları oluşturulduğunu da belirteyim. Hükümet destekçisi olduğu belirtilen rektörlerin kendileri hakkında fişleme dosyası oluşturan yetkililere tepki göstermelerinin mi yoksa fişleme dosyalarının çıktısını alıp duvarlarına asmalarının mı daha olası olduğu konusunda tahmin yürütmeyi okurlara bırakıyorum.

Devlet ve suç

Yayımlanan belgeler kamu görevlilerini çeşitli suçlarla ilişkilendiriyor. Bunlardan biri 43 öğrencinin kaybedildiği Ayotzinapa Katliamı. İnsan Hakları Ulusal Komisyonu’nun ve kaybedilen öğrencilerin ailelerinin bölgedeki kışlayı ziyareti öncesinde alınacak önlemlere dair gönderilen yazıda asla kazı yapılmasına izin verilmemesi gerektiğinin belirtilmesi katliamda ordunun rolüne dair şüpheleri önemli ölçüde artırıyor.

Kamu görevlilerinin uyuşturucu kartelleriyle ilişkisini gösteren çok sayıda belge de açığa çıktı. Meksika güvenlik güçlerinin para karşılığında çeşitli kartellere silah temin ettiğini gösteren belgeler bunların örneklerinden. Örneğin, bilindik kartellerden Michoacán Ailesi’ne tanesi şu anki kurdan yaklaşık 1300 ABD doları fiyatıyla olmak üzere toplam 70 el bombası satıldığı görülüyor. Kartel üyelerinin ordu tarafından korunması, kartellere bilgi sızdırılması, kartellerin insan kaçakçılığı faaliyetlerine ve uyuşturucu ticaretine göz yumulması da belgelerin gösterdikleri arasında.

Siyasetçilerin kartellerle bağına da belgelerde yer verilmiş. İşçi Partisi gibi sol partiler de dahil olmak üzere sekiz siyasi partiden 14 belediye başkanı ve vekil adayının çeşitli kartellerle ilişkili olduğu görülüyor. Mevcut içişleri bakanı Adán Augusto López Hernández’in Tabasco valiliği döneminde Jalisco Nueva Generación kartelinin üç üyesini güvenlikten sorumlu yüksek pozisyonlara getirdiği de belgelerde açığa çıktı. Tabasco dışında üç eyalette daha (Chiapas, Campeche ve Veracruz) önemli kamu görevlilerinin kartellerle ilişkili olduğu iddia ediliyor.

Açığa çıkarılan belgelerde güvenlik güçlerinin doğrudan işledikleri cinayetlere dair de bilgiler var. 2019 yılında meşhur kartel lideri El Chapo’nun oğlu Ovidio Guzmán López’in tutklanması sonrasında Sinaloa karteliyle güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmalar sırasında ordunun iki sivili öldürdüğü belgelerde geçiyor. Belgelerde 2010 yılında Monterrey Teknoloji Enstitüsü ve Yüksekokulu’nda askerler tarafından öldürülen iki öğrenciye de değiniliyor. Askerler bu öğrencilerin ölü bedenlerine silah verilerek onları çatışmada öldürülen kartel üyeleri gibi göstermeye çalışmışlardı. 2019 yılında dönemin içişleri bakanı bu suçtan dolayı özür dilemişti.

Bitirirken

Meksika’da başta güvenlik güçleri olmak üzere kamu görevlilerinin bir kısmının uyuşturucu ticareti, yolsuzluk ve insan hakları ihlalleri gibi suçlarla ilişkili oldukları uzun süredir biliniyor. 20018 yılında göreve gelen sol López Obrador hükümeti sırasında bu durumun değişmemiş olması çeşitli sol ve ilerici kesimlerde hayal kırıklığına yol açtı. Daha önce de belirttiğim gibi, devrimci toplumsal hareketlerin merkez sol hükümetin göreve gelmesinin baskı ortamını görece hafifletmesinden yararlanarak faaliyetlerine odaklanması ve kitleselleşme yönünde çalışmalar yürütmesi, hükümetten bunun ötesinde bir beklentilerininse olmaması gerektiğini düşünüyorum. Toplumsal dönüşüm gerçekleşmediği müddetçe seçimleri sol parti adaylarının kazanmasının ancak göreli bir rahatlamaya yol açacağı ortada. Ordunun Obrador döneminde de feminist hareketleri, yerli hareketlerini ve öğrenci hareketlerini fişlemeye devam ediyor olması bu durumun göstergelerinden biri.

Son olarak Guatemala örneği üzerinden Latin Amerika’da basına yönelik baskılara dair yazdığım yazıyı hatırlatmak istiyorum. Bu yazıda Latin Amerika’daki durumu açıkladıktan sonra Türkiye’nin basın özgürlüğü endekslerinde çoğu Latin Amerika ülkesinden daha geri durumda olduğunu hatırlatmış, buna sebep olan olayların örneklerinden biri olarak 8 Haziran’da Diyarbakır’da tutuklanan 16 gazeteciyi göstermiştim. Bu gazeteciler hala tutuklu. 25 Ekim’de 11 gazetecinin daha evleri ve ofisleri basılarak işkenceyle gözaltına alınmaları da neden Türkiye’de basın özgürlüğünün Latin Amerika’nın dahi gerisinde olduğunu açıklıyor. Latin Amerika’nın suç haberlerini okurken Türkiye’de durumun görece daha iyi olduğunu düşünen okurları “Guacamaya” gibi bir hacker grubunun Türkiye’den çıkması halinde neler bulabileceğini düşünmeye davet ederek yazıyı sonlandırıyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
SERHAT TUTKAL Arşivi
SON YAZILAR