SERHAT TUTKAL
Brezilya başkanlık seçiminde önemli faktörler: Etnisite, din, sınıf
2 Ekim’de Brezilya’da hem başkanlık seçimlerinin ilk turu hem de yasama organı üyeleri seçimleri gerçekleşti. Başkanlık seçiminin ilk turunda solun adayı Luiz Inácio Lula da Silva yüzde 48,43 oranında oy alırken aşırı sağcı mevcut başkan Jair Bolsonaro yüzde 43,2 oranında oy aldı. Bolsonaro’nun partisi olan Liberal Parti (Partido Liberal) yasama organı seçimlerinden birinci sırada çıktı. Önümüzdeki dönemde gerek Temsilciler Meclisi’nde gerekse Federal Senato’da çoğunluk sağ partilerde olacak. Bu sonuçlar dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de çokça konuşuldu, başkanlık seçiminin ikinci turunun gerçekleşeceği 30 Ekim’e kadar da konuşulmaya devam edecektir. Ben bu yazıda önceliği Lula’ya veya Bolsonaro’ya değil Brezilya’ya vereceğim. Dünyanın en büyük ülkelerinden biri olan Brezilya, Türkiye’de yakından takip edilen bir ülke değil. Seçim sonuçlarının veya herhangi bir siyasal gelişmenin içinde bulunduğu bağlamla ilişkilendirmeden değerlendirilmemesi gerektiğini savunduğumdan bu yazıda seçmenlerin oy tercihini etkileyen bazı faktörlere değineceğim.
Bilgiyi içinde üretildiği bağlamdan koparmanın her geçen yıl daha da yaygınlaştığı görülüyor. Bağlamsal farklılıkların silikleştirilmesi, genellemelerin teşvik edilmesi, bir bağlamda üretilen bilginin bambaşka bir bağlamdaki olayları doğrudan açıklamakta kullanılması özellikle “birinci dünya” akademisinde çok yaygın. Bunun etkilerini Türkiye’de de görüyoruz. Özellikle seçimler konusunda, seçim sonuçlarını içinde bulundukları bağlamdan kopararak yorumlayan köşe yazarlarının sayısı hiç az değil. Bu yazarlara göre sağ veya sol adayların yapması ya da yapmaması gereken şeyler var, bu çerçevede rolünü olabildiğince doğru biçimde oynayan aday seçimi kazanıyor. Kolombiya’dan İtalya’ya, Macaristan’dan Şili’ye dünyanın her köşesindeki seçimler aynı kavramlarla açıklanmaya çalışılıyor. Birbirine benzemeyen ülkelerin birbirine benzemeyen siyasetçilerinin birbirine benzemeyen seçmenlere yönelik vaatlerinin hepsi popülizm çuvalına tıkıştırılıveriyor örneğin. Yahut da sol “x” yaptığında kazanıyor, sağ “y” yaparsa oyunu artırıyor, mesela Şili solu da İtalya solu da “kimlikçilik” diye bir hataya düştükleri için seçim kaybediyorlar bu yazarlara göre. Sol medyayı daha yakından takip ettiğim için onlara yönelik konuşayım, bu yazarlara göre solun bir başarı formülü var. Bu öyle bir formül ki Peru’dan Japonya’ya nereye koysak tutacak. İçinde bulunulan ülkenin kendine özgü koşullarının sanki hiç önemi yokmuş, sanki Arjantin’deki söylemi alıp Macaristan’ın üstüne koysak Orban seçimi kaybedecekmiş gibi bir tablo çiziliyor. Bu hiç kuşkusuz yanlıştır. Her ne kadar her ülkenin diğer ülkelerin tecrübelerinden öğreneceği çok şey olsa da, solun karşılaştığı sorunlar her ülkede birbiriyle ilişkili olsa ve sağın söylemi her ülkede bazı benzer özellikle gösterse de, her bağlamın kendine özgü özellikleri bulunmaktadır. Bunlara çalışmadan, bunları hesaba katmadan, Almanya’da tuttuysa Türkiye’de de tutar diyerek laf üretmek yalnızca entelektüel tembelliğe işaret eder.
Brezilya üzerine, belki Kolombiya sınırındaki Tabatinga şehrini hariç tutarsak, kendi tecrübelerim ve gözlemlerim üzerinden konuşabilecek konumda değilim. Yine de yıllardır Latin Amerika’da yaşayıp çalışıyor olmanın, bölge siyasetini takip etmenin, Brezilyalı arkadaşlarla sık sık sohbet etmenin getirdiği bir aşinalık var. Bununla beraber, bu yazıda ben daha çok Brezilya toplumunun bazı demografik özelliklerine ve bunların seçim sonuçları üzerindeki etkisine değineceğim. Umarım Brezilya’yı daha yakından takip edenler kendi tecrübeleri üzerinden de konuya dair bol bol yazarlar.
Bağlama geçmeden önce kısaca olası gördüğüm ikinci tur senaryosuna da değineyim. Başkanlık seçiminin ilk turunda üçüncü ve dördüncü sırayı alan adaylar Lula’ya destek açıklamasında bulundular. Bunlardan yüzde 4,16 oranında oy alan merkez sağcı Simone Tebet’in ve yüzde 3,04 oranında oy alan sosyal demokrat Ciro Gomes’in seçmenlerinin önemli bir kısmı bu açıklamalara rağmen Bolsonaro’ya oy verecektir ama bu adaylara oy veren seçmenin önemli bir kısmının da Lula’ya oy vereceğini düşünmek makul. İkinci turda artması beklenen seçime katılımın da sonucu Lula lehine etkileyeceği düşünülüyor. Çok beklenmedik bir gelişme olmazsa Lula’nın seçimi kazanacağını öngörebiliriz, bunun ardından Latin Amerika’nın yeni sol bloğunun bir nevi sözcülüğüne savunması da şaşırtıcı olmayacaktır. Bolsonaro da ana muhalefet liderliğini üstlenerek, yasama organındaki sağcı çoğunluğu da kullanarak Lula’yı olabildiğince köşeye sıkıştırarak bir sonraki seçimlerde tekrar yönetime gelmeyi hedefleyecektir. Bu koşullarda askeri darbe gibi bir ihtimalin neredeyse imkansız olduğunu söyleyebiliriz. Bolsonaro destekçilerinin sokağa dökülmesi mümkün olmakla beraber, bunun bir tür iç savaşa dönüşmesini beklemek de gerçekçi olmaz. Sol adayların favori olduğu her Latin Amerika seçiminde Türkiye’de gündeme gelen askeri darbe olasılığının altının pek dolu olmadığını vurgulamak gerek. Brezilya her ne kadar şiddetin ve suçun çok yaygın olduğu bir ülke olsa da gerek hukuki ve idari özerklik konularında gerekse örgütlü toplumsal muhalefetin gücü bakımından Türkiye’yle kıyaslanamayacak düzeyde gelişmiş bir ülke. Bolsonaro’nun seçim sonuçlarını tanımamak veya hile yaparak kendi oy oranını artırmak gibi seçenekleri yok.
Brezilya seçimlerini etkileyen bazı faktörler
Bu yazıda seçmen grupları arasındaki önemli ayrımlardan üçüne kısaca değineceğim. Bu üç çatışma alanı etnik, dinsel ve sınıfsal farklılıklardan oluşuyor. Özellikle etnik farklılıkların büyük öneme sahip olduğu görülüyor, Brezilya seçim sonuçları haritasındaki kuzey-güney ayrımı önemli ölçüde etnik dağılımla ilişkili. Brezilya etnik olarak çoğu insanın tahmin edeceğinden de daha çeşitli bir ülke. ABD ve Afrika kıtası dışında dünyada en çok siyah insanın yaşadığı ülke olan Brezilya, 2 milyonun üstündeki Japon vatandaşıyla da Japonya dışında dünyada en çok Japon’un yaşadığı ülke. 300’den fazla yerli halkın yaşadığı, yalnızca Avrupa’dan değil Osmanlı İmparatorluğu’ndan ciddi miktarda göç almış bir ülke olan Brezilya’da Kuzey ve Güney bölgeleri arasında ciddi bir etnik farklılık söz konusu. Bu farklılığın seçim sonuçlarıyla ilişkisine değinerek değerlendirmelere başlayacağım.
Etnik ve ırksal kimlikler
2010 yılında Brezilya Coğrafya ve İstatistik Enstitüsü’nün yayımladığı demografik verilere baktığımızda ülkenin etnik yapılanmasına dair bir fikir edinebiliyoruz. Irkçılığın Brezilya’da ne denli ciddi bir sorun olduğunu görebilmek için çalışmanın ırksal veriler kısmındaki kategorilerin isimlerine bakmak bile yeterli olabilir: Beyaz (Branca), Siyah (Preta), Kahverengi (Parda), Sarı (Amarela) ve Yerli (Indígena). Resmi bir kamu kurumunun bu ibareleri kullanması haklı olarak yadırganacaktır ama Latin Amerika için şaşırtıcı bir durum değil. Resmi formlarda doğum tarihi, doğum yeri vb. bilgilerin yanında çok normal bir biçimde ten renginiz de soruluyor birçok Latin Amerika ülkesinde. Kolombiya’da ırkçılığa (ve Kolombiyalı neonazilere) dair bir yazı yazmıştım, orada kıta genelindeki ırkçılığa da kısaca değiniyorum, ilgilenenler için bağlantısını paylaşayım. “Sarı” ibaresiyle kastedilenin Doğu Asya kökenli vatandaşlar olduğunu da not edeyim. Brezilya’nın beş coğrafi bölgesine baktığımızda 2010 yılındaki çalışmanın kategorilerine göre nüfusun ırksal olarak şu şekilde dağıldığını görüyoruz:
Kuzey ve Güney arasındaki beyaz nüfus oranı farklılığı çok belirgin. Tek tek eyaletlere baktığımızda kendini beyaz olarak tanımlayan vatandaşların nüfusa oranındaki artışla Bolsonaro’nun aldığı oy oranı arasında ciddi bir ilişki olduğu görülüyor. Öncelikle kendini beyaz olarak tanımlayanların nüfusa oranının en yüksek olduğu eyaletlere bakalım.
2010 yılında nüfusun yüzde 83,9’unun kendini beyaz olarak tanımladığı Santa Catarina’da Bolsonaro yüzde 62,21 oranında oy alırken Lula’nın oyları yüzde 29,54’te kalmış. Nüfusun yüzde 83,2’sinin kendini beyaz olarak tanımladığı Rio Grande do Sul’da Bolsonaro yüzde 48,89 oranında oy alırken Lula yüzde 42,28 oranında oy almış. Nüfusun yüzde 70,1’inin kendini beyaz olarak tanımladığı Paraná’da Bolsonaro oyların yüzde 55,26’ını alırken Lula’nın oy oranı yüzde 35,99 olmuş. Nüfusun yüzde 63,7’sinin kendini beyaz olarak tanımladığı São Paulo’da Bolsonaro yüzde 47,71 oranında oy alırken Lula yüzde 40,89 oranında oy almış. Nüfusun yüzde 47,4’ünün kendini beyaz olarak tanımladığı Rio de Janeiro’daysa Bolsonaro yüzde 51,09 oranında oy alırken Lula yüzde 40,68 oranında oy almış. Kendini beyaz olarak tanımlayanların oranının en yüksek olduğu altıncı eyalet olan Mato Grosso do Sul’da (%46,8) da Bolsonaro birinci sırada (%52,7). Lula, kendini beyaz olarak tanımlayanların çoğunlukta olduğu hiçbir eyalette birinci sırayı alamamış.
Kendini beyaz olarak tanımlayan vatandaşların nüfusa oranının en düşük olduğu beş eyalete baktığımızda tablonun değiştiğini görüyoruz ama Bolsonaro bu eyaletlerin tamamında zayıf değil, hatta kendini beyaz olarak tanımlayan vatandaşların nüfusa oranının en düşük olduğu eyalet olan Roraima’da (%20,9) oyların yüzde 69,57’si Bolsonaro’ya giderken Lula yalnızca yüzde 23,05 oranında oy alabilmiş. Kendini beyaz olarak tanımlayanların nüfusa oranının yüzde 21,2 olduğu Amazonas’ta Lula yüzde 49,58 oranında oy alırken Bolsonaro yüzde 42,8 oranında oy almış. Kendini beyaz olarak tanımlayanların nüfusa oranı bakımından üçüncü sıradaki eyalet olan (%21,6) Pará’da Lula yüzde 52,22 oranında oy alırken Bolsonaro yüzde 40,27 oranında oy almış. Dördüncü sıradaki Maranhão’da (%21,9) Lula yüzde 68,84 oranında oy alırken Bolsonaro yüzde 26,02 oranında oy almış. Kendini beyaz olarak tanımlayanların nüfusa oranının yüzde 22 olduğu Bahia’da Lula yüzde 69,73 oranında oy alırken Bolsonaro yalnızca yüzde 24,31 oranında oy alabilmiş. Altıncı sıradaki Acre’de (%23,3) Bolsonaro oyların yüzde 62,5’ini alarak Lula’ya (%29,26) büyük fark atarken yedinci sıradaki Amapá’daysa (%23,8) Lula yüzde 45,67 oranında oy alırken Bolsonaro yüzde 43,41 oranında oy almış.
Peki, Roraima’daki durum neden böyle? Bunun birden fazla sebebi olduğu açık ama en büyük sebep Brezilya’nın nüfusa göre en küçük eyaleti olan Roraima’daki yabancı düşmanlığı. Roraima’da aşırı sağcılığın bu denli yükselmesinin temel sebebi Brezilya’ya gelen 325.637 Venezuelalı göçmenin 167.547’sinin Roraima’ya yerleştirilmiş olması. Bütün nüfusu 650 bin civarı olan Roraima’ya çok kısa sürede nüfusunun dörtte birinden daha fazla yabancı göçmenin gelmesi bölgede yaşayan vatandaşlar arasında ciddi bir sağcılaşmayı beraberinde getirmiş. Bolsonaro 2018 yılındaki seçimin ilk turunda da Roraima’da büyük farkla ilk sırayı almıştı ama oy oranını azımsanmayacak ölçüde artırmayı başarmış. Yerel toprak sahibi elitlerle olan ilişkileri sayesinde zaten güçlü olduğu bu eyalette kısa sürede gerçekleşen dış göç Bolsonaro’nun daha da güçlenmesini sağlamış görünüyor.
Göçmenlerin yaklaşık 140 bini 2019 yılından itibaren Roraima’ya gelmişler, yani Bolsonaro hükümetinin politikaları sonucu bölgenin demografik yapısında çok kısa süre içerisinde radikal bir değişiklik meydana gelmiş. Bu politikanın sorumlusu olan Bolsonaro aynı zamanda bu politikadan çıkar sağlayan kişi olmuş çünkü göçmen düşmanlığının getirdiği sağcılaşma vatandaşların aşırı sağcı Bolsonaro’yu tercih etmelerini kolaylaştırmış. Bu politikanın kaybedeniyse zor koşullar altında göçtükleri Brezilya’da yine düşmanlıkla ve şiddetle karşılaşmaktan kurtulamayan göçmenler oluyor.
Brezilya her ne kadar etnik kökenin oy tercihinde doğrudan belirleyici olduğu ülkelerden biri olmasa da kendini beyaz olarak tanımlayanların çoğunluğunun Bolsonaro’ya, diğer vatandaşların çoğunluğununsa Lula’ya oy verme eğiliminde oldukları görülüyor. Bolsonaro’nun beyaz nüfusun çoğunlukta olduğu eyaletlerin tamamında birinci sırada olması potansiyel seçmenini ikna etmekte başarılı olduğunu gösterirken, etnik olarak beyazların azınlıkta olduğu bazı eyaletlerde Lula’ya ciddi oranda fark atmış olması etnik dengelerin aleyhinde olduğu bölgelerde de diğer faktörleri kullanarak sağ oyları muhafaza edebildiğini gösteriyor. Yani, Bolsonaro etnik kutuplaşmayı olabildiğince kendi çıkarına kullanabilmiş görünüyor. Bir yandan ırkçı söylemiyle kendini beyaz olarak nitelendiren vatandaşların çoğunluğunun oyunu almayı başarırken bir yandan da göçmen düşmanlığı, dinsel gerilimler, kamu kaynakları kullanarak yapılan ekonomik yardımlar gibi olgulardan yararlanarak kendini beyaz olarak niteleyenlerin azınlıkta olduğu bazı eyaletlerde de birinci sırayı alabiliyor.
Din
Dinsel aidiyetlerin Brezilya’daki oyları etkilediği görülüyor. 2010 yılındaki verilere göre nüfusun yaklaşık yüzde 65’inin Katolik olduğu Brezilya’da Evanejelik vatandaşların nüfusa oranı yüzde 22’nin biraz üstünde. Evanjeliklerin çoğunluğunun Bolsonaro’ya oy verme eğiliminde olduğu biliniyor. Zaten Latin Amerika’nın genelinde Evanjelik kiliseleri sağcı adayları destekleme eğilimindedir. Kolombiya’da aşırı sağcı eski başkan Uribe örneğinde veya ABD’de aşırı sağcı eski başkan Trump örneğinde olduğu gibi Brezilya’da da Evanjelik kiliseler genellikle aşırı sağcı adayları destekliyor. Bu kiliselerin belki de tamamının ABD’deki Evanjelik gruplarla organik bağı bulunduğunu, keza diğer Latin Amerika ülkelerinin çoğunda olduğu gibi Brezilya’da da Evanjelizmin büyük sermaye sahipleri arasında yaygın bir inanç olduğunu hatırlatmak gerekiyor.
Katolik vatandaşların nüfusa oranının en yüksek olduğu beş eyalete baktığımızda, bu eyaletlerin tamamında Lula’nın birinci sırada olduğunu görüyoruz. Bu eyaletler ve Katolik vatandaşların nüfusa oranları şu şekilde sıralanıyor: Piauí (%87,93), Ceará (%81,08), Paraíba (%80,25), Sergipe (%79,96) ve Maranhão (%78,04).
Piauí’de Lula’nın yüzde 74,25 oranındaki oyu karşısında Bolsonaro ancak yüzde 19,9 oranında oy alabilirken Ceará’da Lula’nın oy oranı yüzde 65,91 Bolsonaro’nun oy oranıysa yüzde 25,38 oldu. Diğer üç eyalette de ilk sırayı Lula aldı: Paraíba (Lula: %64,21 – Bolsonaro: %29,62), Sergipe (Lula: %63,82 – Bolsonaro: %29,16), Maranhão (Lula: %68,84 – Bolsonaro: %26,02). Evanjelik vatandaşların nüfusa oranının en yüksek olduğu beş eyalete baktığımızda Lula’nın beklenenden daha başarılı bir performans sergilediğini görüyoruz. Bu eyaletler ve Evanjelik vatandaşların 2010 yılındaki verilere göre nüfusa oranı şu şekilde sıralanıyor: Rondônia (%33,8), Espírito Santo (%33,1), Acre (%32,7), Pernambuco (%32,3) ve Amazonas (%31,2). Her ne kadar bu beş eyaletin ilk üçünde Bolsonaro birinci sırada olsa da dördüncü ve beşinci eyalette en çok oy alan aday Lula oldu. Bu beş eyaletteki oy oranları şu şekilde sıralanıyor: Rondônia (Bolsonaro: %64,36 – Lula: %28,98), Espírito Santo (Bolsonaro: %52,23 – Lula: %40,4), Acre (Bolsonaro: %62,5 – Lula: %29,26), Pernambuco (Lula: %65,27 – Bolsonaro: %29,91) ve Amazonas (Lula: %49,58 – Bolsonaro: %42,8). Bu durumda Evanjelik vatandaşların nüfusa oranının hiçbir eyalette üçte biri geçmemesinin de payı var.
Ekonomik koşullar
Lula’nın yoksul bölgelerde daha yüksek oranda oy aldığı, Bolsonaro’nunsa gelir düzeyi yüksek bölgelerde daha güçlü olduğu biliniyor. 2010 yılındaki verilere göre aşırı yoksulluğun en yaygın olduğu beş eyalete baktığımızda bu eyaletlerin tamamında Lula’nın birinci sırada olduğunu görüyoruz: Maranhão (Lula: %68,84 – Bolsonaro: %26,02), Piauí (Lula: %74,25 – Bolsonaro: %19,9), Alagoas (Lula: %56,5 – Bolsonaro: %36,05), Amazonas (Lula: %49,58 – Bolsonaro: %42,8) ve Pará (Lula: %52,22 – Bolsonaro: %40,27). Aşırı yoksulluğun en düşük oranda hesaplandığı beş eyaletinse hepsinde Bolsonaro birinci sırada: Santa Catarina (Bolsonaro: %62,21 – Lula: %29,54), Federal Bölge (Bolsonaro: %51,65 – Lula: %36,85), São Paulo (Bolsonaro: %47,71 – Lula: %40,89), Rio Grande do Sul (Bolsonaro: %48,89 – Lula: %42,28) ve Paraná (Bolsonaro: %55,26 – Lula: %35,99).
Bölgelerdeki hakim ekonomik sektörler de oy tercihini etkiliyor. Madencilikte ilk iki sırada olan Minas Gerais ve Pará eyaletlerinde seçimin ilk turunu Lula önde götürürken tarımsal üretimde ilk dört sıradaki eyaletlerin tamamında (Mato Grosso, Paraná, Rio Grande do Sul ve Goiás) başkanlık seçiminin ilk turunu Bolsonaro birinci sırada tamamladı. Verilerden hareketle Lula’nın işçiler arasında daha güçlü olduğu, Bolsonaro’nunsa tarım bölgelerinde daha fazla oy aldığı söylenebilir. IMF ve Dünya Bankası verilerine göre dünyanın en büyük 12. ekonomisi olan Brezilya’da burjuvazi çok güçlü ve görünüşe göre bu sınıfın çoğunluğu Bolsonaro’yu destekliyor. Yine de Lula’nın başkanlığa seçilmesi ihtimalinden çok tedirgin görünmüyorlar, Şili’de ve Kolombiya’da olduğu gibi Brezilya’da da kabinenin bir kısmının liberallere ayrılacağını onlar da öngörüyor olsalar gerek. Forbes’un dünyanın en zengin insanları listesinde ilk 350 sırada yedi Brezilyalının bulunduğu bilgisi Brezilya burjuvazisinin uluslararası sermaye sınıfındaki gücünü gösteren verilerden biri. Bu listenin ilk 600 sırasında Türkiye’den kimsenin olmayışı bir karşılaştırma yapmaya olanak sağlayabilir.
Her ne kadar Brezilya orta-üst sınıfının bir kısmı Bolsonaro’nun aşırı sağcı söyleminden rahatsız olsa da Lula’nın seçilmesi halinde aylık geliri belirli bir miktarın üstünde olan vatandaşlara ek vergi getireceği ve kamu kaynaklarını kullanırken yoksul vatandaşların ihtiyaçlarına öncelik vereceği düşünüldüğünde bu sınıfın bir kısmının Şili ve Kolombiya örneklerinde olduğu gibi aşırı sağcı adayı desteklemeyi tercih ettiği görülüyor.
Bitirirken
Bolsonaro bir yandan yoksulları hedef alan bir söylemle orta-üst sosyoekonomik sınıftan vatandaşlar arasındaki oyunu yükseltirken bir yandan da kamu kaynaklarını kullanarak alt sınıftan vatandaşların oyunu satın almaya çalışıyor. Irkçı bir söylem kullanarak kendini Avrupalı olarak gören Brezilyalılar arasındaki oy oranını artırırken, kendilerini beyaz olarak tanımlamayan vatandaşlar arasındaki oy oranını da Evanjelik kiliseler aracılığıyla artırmaya çalışıyor. Her ne kadar bir köşe yazısında tüm bu gerilimlerin tarihsel kökenini açıklama imkanı olmasa da Bolsonaro’ya olan destekte kökü sömürge dönemine giden bu gerilimlerin rolü büyük. Seçimin ikinci turunun favorisi Lula olsa da Bolsonaro’nun aşırı sağcı eski bakanlarının bir çoğunun yasama organında göreve başlayacak olmaları Bolsonaro’nun liderliğindeki Brezilya aşırı sağının önümüzdeki dönemde de güçlü olacağını gösteriyor.