SERHAT TUTKAL
Sol ve paradigma değişimi: Petro’nun BM Genel Kurulu konuşması
Kolombiya’nın yeni devlet başkanı Gustavo Petro, 20 Eylül Salı günü ilk kez BM Genel Kurulu’nda konuştu. Kapitalizmi ve sömürgeci zengin ülkeleri hedef alan Petro’nun konuşması küresel sol öncülüğünde gerçekleşen paradigma değişiminin önemli özelliklerine işaret ediyor..
Bazen “üçüncü dünya” olarak adlandırılan yoksullaştırılmış ve sömürülmüş ülkelerin sol hareketleri öncülüğünde gerçekleşen büyük paradigma değişiminin Türkiye’de yeterince takip edilmediğini görüyorum. Avrupa merkezci yaklaşımlara meydan okuyan bu dönüşüm, eski sol hareketlerin önemli bir kısmının aksine Avrupa ulus devletlerinin ve burjuvazisinin hedeflerini doğrudan eleştiriyor. Yani, sosyalizm kapitalizmden daha verimli ve etkili bir üretim sağlayacağı için savunulmuyor. Daha fazla üretimin kendisinin gereksizliği savunuluyor. Sosyalizm Avrupa’nın “medeni” değerleriyle kapitalizmden daha uyumlu olduğu için savunulmuyor, Avrupa’nın “medeni” değerlerinin gerçek yüzü açığa çıkarılıyor. Kapitalizmin sürdürülemezliğinin, yarattığı sorunların altı çizilirken liberalizmden ödünç alınan ekonomik kalkınma gibi kavramlara atıf yapılmıyor.
Bu yeni söylem geleceğin anti-kapitalist dünyasını inşa etmeye aday bir söylem. Bu söylemdeki doğa vurgusunu, iklim krizi vurgusunu, biyolojik çeşitlilik vurgusunu bağlamı içerisinde okuyamayan güncel tartışmalardan uzak bazı sol siyasetlerin ve düşünürlerin bunları liberalizmle özdeşleştirerek küçümsediğini görüyorum. Halbuki liberalizmin, piyasa ekonomisinin radikal eleştirisi tam da doğa tartışması çevresinde gerçekleşiyor. Ne yazık ki 20 senedir çağdışı bir hükümetle mücadele ediyor olmak çağın tartışmalarını ıskalamaya sebep olabiliyor. Umuyorum ki Latin Amerika’daki dönüşüm önümüzdeki dönemde daha yakından takip edilir.
Uyuşturucuyla savaş eleştirisi
Gustavo Petro’nun uyuşturucuyla savaşın sonlandırılması çağrısı yeni solun kapitalizm eleştirisinin temel hatlarından birine dayanıyor. Kokanın bir Amazon bitkisi olduğunu ve aynı zamanda İnkaların kutsal bitkisi olduğunu belirten Petro kokayı yok etmek için ormanların zehirlendiğini, sulara glifosat döküldüğünü, koka yetiştiricilerinin hapse atıldığını söylüyor. “Koka yaprağını yok etmek veya ele geçirmek için bir milyon Latin Amerikalı öldürüldü, iki milyon Afro da Kuzey Amerika’da cezaevlerine atıldı” diyen Petro ABD’yi kastederek devam ediyor: “Kuzeyden ‘Yok edin o öldüren bitkiyi’ diye bağırıyorlar.” Amazon Ormanı’nın devletlerin ve şirketlerin saldırılarına hedef olduğunu söyleyen Petro, ormanın ve sakinlerinin bir salgının sorumlusu olarak görüldüğünü söylüyor. Buradan sonra gerçek salgının “para bağımlılığı” olduğunu belirten Petro, doğrudan “gelişmiş” olarak adlandırılan ülkeleri hedef alıyor.
Bu ülkelerde söz konusu olanın kendini devam ettirebilmek için petrole kendini uyuşturabilmek içinse kokaine ve diğer güçlü uyuşturuculara olan bağımlılık olduğunu söyleyen Petro, koka yetiştiricilerinin ve kokanın yetiştiği ormanın şeytanlaştırıldığını söylüyor. Petro eleştirilerine şöyle devam ediyor:
“Sizin için benim ülkemin önemi yok, ormanlarına zehir atmaktan, erkeklerini hapse atmaktan, kadınlarını dışlanmaya mahkum etmekten ötesi sizi ilgilendirmiyor. Çocuklarının eğitimi sizi ilgilendirmiyor, ormanlarını yok etmek, ve iç organlarındaki kömürü ve petrolü götürmekten ötesi sizi ilgilendirmiyor. Zehirleri absorbe eden orman sizin işinize yaramıyor, siz atmosfere daha fazla zehir yaymayı tercih ediyorsunuz.”
Petro kapitalizmin öncü ülkelerini hedef almayı sürdürüyor. Önemli bulduğum için bu kısımdan alıntılar yapmaya devam ediyorum:
“Kendi toplumunuzun insanları uyuşturucu balonunda yaşamaya götüren boşluklarının ve yalnızlıklarının bahanesi olarak bizi suçluyorsunuz. Bizi suçlayarak reforme etmeyi reddettiğiniz sorunlarınızı gizliyorsunuz. Ormana, bitkilerine, insanlarına savaş açmak daha kolay. Siz ormanı yakarken, ikiyüzlüce ‘zehirli’ bitkilerin peşine düşerken kendi toplumunuzun felaketlerini gizlemeye çalışıyorsunuz. Diğer bağımlılığınız yüzünden de bizden daha fazla kömür, daha fazla petrol istiyorsunuz. Bu bağımlılık tüketime, iktidara, paraya olan bağımlılıktır.”
“İnsanlık için daha zehirli olan nedir, kokain mi yoksa kömür ve petrol mü?” diye soran Petro, küresel iktidarın irrasyonelleştiğini söylüyor. Eleştirilerini sürdüren Petro zengin ülkelerin yönetimlerinin kendi toplumlarının üzüntüsünün sorumlusu olarak ormanı gördüklerini belirtiyor, hemen ardından bu toplumların sınırsız sahip olma ve tüketme dürtüsüyle dolu olduklarını da ekliyor. “Kalplerindeki yalnızlığı, duygusuz toplumlarındaki kuruluğu, ruhlarını yalnızlığa mahkum eden rekabeti gizlemek için suçu bitkiye, onu yetiştiren adama, ormanın özgürleştirici sırlarına atıyorlar” diyen Petro devam ediyor: “İrrasyonel küresel iktidara göre suçlu insanları varoluşlarından kesip ayıran piyasa değil, orman ve sakinleri.”
Petro’nun konuşmasındaki bir başka önemli kısım da aşağıda görülebilir:
“Dünyanın muktedirlerinin biriktirdiği para banka hesaplarını sınırsız hale getirdi. Çağlarca uğraşsalar harcayamazlar. Bu yapay rekabet çağrısının yarattığı varoluşsal üzüntüyü bastırmak için gürültüye ve uyuşturucuya ihtiyaç duyuyorlar. Paraya ve sahip olmaya olan bağımlılıklarının öteki yüzü bu: rekabette mağlup olan insanların, bu sahte yarışın kaybedenlerinin uyuşturucu bağımlılığı.”
Buradan sonra Petro, kapitalizmin öncü ülkelerini doğrudan hedef alıyor:
“Yalnızlık hastalığı ormanlara glifosat dökmeyle iyileştirilemez. Suçlu olan orman değil. Suçlu olan sizin sınırsız tüketim öğretilmiş toplumunuz. Suçlu olan sizin toplumunuzun aptalca bir biçimde tüketimi mutlulukla karıştırması. Ve bu sayede iktidarın cepleri parayla doluyor. Uyuşturucu bağımsızlığının sorumlusu orman değil, küresel iktidarın irrasyonalitesi. İktidarınızın aklını başına getirin.”
Uyuşturucuyla savaşın 40 yıldır sürdüğünü ve böyle giderse 40 yıl daha süreceğini belirten Petro, Latin Amerika’dan uyuşturucu tedarik edilemediği takdirde ABD’nin gençlerinin bu kez de fentanil kullanımından dolayı öleceğini öne sürüyor. Milyonlarca siyahın ABD’nin özel cezaevi şirketlerince iş imkanı olarak görüldüğünü belirten Petro, demokrasinin tamamen ortadan kalkmasına giden bir sürece dikkat çekiyor. “Toplumunuzun hatalarını gizlemek için suçu ormana, bitkilere atıyorsunuz” diyen Petro, “irrasyonel uyuşturucuya karşı savaşı bitirin” çağrısı yapıyor.
“Daha az uyuşturucu mu istiyorsunuz?” diye soran Petro, bu soruyu “o zaman daha az kâr edeceksiniz” şeklinde yanıtlıyor. Uyuşturucu tüketimini azaltmak için gerekenin savaş ve silahlar değil daha iyi bir toplum inşa edebilmek olduğunu söyleyen Petro, insanlığın sonunun yaklaştığını öne sürüyor. Acilen eyleme gereksinim duyulduğunu ama bunun yerine savaş üstüne savaş icat edildiğini belirten Petro, küresel güçleri petrol ve kömürden uzaklaşmak yerine petrol ve doğalgaz uğruna Ukrayna’yı, Irak’ı, Suriye’yi ve Libya’yı işgal etmekle suçluyor. 21. Yüzyılın paraya ve petrole bağımlılığı ortaya çıkardığını öne süren Petro, bununla bir an önce mücadele edilmesi gerektiğini belirtiyor. “Halkların açlıktan ve suzuluktan kuzeye göçtüğünü görüyorsunuz, karşılığında sınırlarınızı kapatıyorsunuz” şeklinde suçlamalarına devam eden Petro, göçü önlemek adına duvarlar inşa edildiğini, insanların vurulduğunu, sanki insan değillermişçesine dışarı atıldıklarını söylüyor. Bu ülkeleri “gaz odalarının ve toplama kamplarının zihniyetini” yeniden üretmekle suçlayan Petro, çözümü sömürülen ve yoksullaştırılan ülkelerin yeniden yaşanabilir hale getirilmesinde buluyor. Aşıyı bir mal gibi satmakla suçladığı ilaç sektörünü de eleştiren Petro, piyasayı ve açgözlülüğü plansızca serbest bırakmayı Frankenstein’ın hikayesine benzetiyor. İklim felaketinin milyonlarca insanı öldüreceğini, bunun sorumlusununsa gezegen değil sermaye olduğunu belirten Petro, konuşmasına şöyle devam ediyor: “İklim felaketini yaratan daha fazla tüketim, daha fazla üretim ve daha fazla kârdır.”
Kokain ve uyuşturucu bağımlılığının ardında, keza kömür ve petrol bağımlılığının ardında da yatanın irrasyonel bir iktidar bağımlılığı, kazanç ve para bağımlılığı olduğunu belirten Petro, bütün Latin Amerika’ya birlik çağrısı yapıyor. Latin Amerika yönetimlerinin birlikte hareket ederek ormanı korumaları gerektiğini söyleyen Petro ülkelerin yalnızca birbirleriyle değil gezegenle de savaştıklarını ve gerçek bir barış inşası için öncelikle gezegenle barışılması gerektiğini belirtiyor.
Yeni paradigma
Latin Amerika öncülüğünde gerçekleştiği görülen dönüşüm sol siyasetlerin söylemini birkaç başlıkta etkiliyor. Bunlardan birincisi Avrupa merkezci kapitalist değerler sisteminin kökten eleştirisi. Koka bitkisinin İnkaların kutsal bitkisi olduğunu vurgulayan Petro, kokayı zararlı hale getirenin kapitalist kültür olduğunu ima etmiş oluyor. ABD ve Avrupa toplumlarının dayanışmadan yoksun olduklarının, bu toplumlara mensup bireylerin hayatlarını sürdürmelerini sağlayacak duygusal ve zihinsel ortamı inşa etmekte başarısız olduklarının altını çizen konuşmada, insanları kokain gibi uyuşturucu maddeleri kullanmaya mahkum edenin kapitalist sistem ve onun getirdiği toplumsal yaşamın özüne aykırı bir rekabetçilik, bireycilik ve tüketim kültürü olduğu öne sürülüyor. Kapitalist üretim modelinin insanları tatmin etmediğini, ciddi fiziksel ve psikopatolojik sorunlara yol açtığını bu şekilde gösteren Petro, Türkiye’deki muhafazakârların dilinden eksik etmediği türden sığ bir “maneviyat eksikliği” eleştirisi yapmıyor. Zaten konuşmada çok kez tekrarladığı “irrasyonellik” suçlaması da bunu gösteriyor. Yeni söylem kapitalist “batı”yı ahlaksızlıkla değil akılsızlıkla, irrasyonellikle suçluyor. Çünkü üretim ne kadar artarsa artsın “gelişmiş” dediğimiz ülkelerin toplumsal sorunlarını çözmek mümkün olmuyor, aksine uyuşturucu kullanımı ve şiddet gibi sorunlar daha da içinden çıkılmaz hale geliyor, üstüne insanların içinde yaşadığı gezegen mahvoluyor. Bunun sürdürülebilir olmadığını göstermek önemli. Konuşmanın çeşitli kısımlarında bilim insanlarına atıf yapan Petro, kapitalist sistemi bilimsellikten uzaklaşmakla eleştiriyor. Bu yönüyle yeni sol söylemin bilimsel sosyalizmin mirasını devralarak bunu mümkün oldukça Avrupa merkezcilikten arındırmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Sol geleneğin birikimiyle uyumlu bir biçimde, mevcut sömürü ilişkileri yalnızca ahlaksızlıkla değil akıldışılıkla da eleştiriliyor.
Bilimsellik vurgusu ütopyacılığın reddedildiği anlamına gelmiyor. Aksine, yeni sol hareketlerin ütopyacılıktan ciddi biçimde beslendikleri görülüyor. “Daha iyi bir toplum” inşa etmenin gerekliliğine yapılan vurgu buna işaret ediyor. Liberalizmin 20. Yüzyılın son çeyreğinden bu yana hakim olan “alternatif yoktur” söylemine karşı doğrudan bir meydana okuma gerçekleşiyor. Alternatifsizlik bir yana, mevcut sistemin yok oluşa gittiği, haliyle alternatiflere yönelmenin bir tercih değil zorunluluk olduğu vurgulanıyor. Konuşmada yine ütopyacı özellikler gösteren kurtuluşçu ideolojilerin, özellikle “kurtuluş teolojisi”nin etkileri de görülüyor. İnsan türünün sonunun yaklaştığı, zamanımızın dolmak üzere olduğu yönündeki tespitler kurtuluş ihtiyacını öne çıkarıyor. Bununla beraber, kurtuluşun dışarıdan beklenen bir kurtuluş olmayışı, insanları yok oluştan kurtarabilecek olanın yine insan emeği, aklı ve duyguları olduğunun ortaya konması benimsenen söylemin sosyalist yönüne işaret ediyor.
Kâr amaçlı üretim ve tüketim etrafına inşa edilen toplumsallığın çöküşe mahkum olduğu iddiasının Latin Amerika’nın büyük ülkelerinden birinin devlet başkanı tarafından BM Genel Kurul’unda dile getirilmesi yeni bir paradigmanın benimsendiğini gösteriyor. Avrupa merkezci değerler reddediliyor fakat bu gerici bir perspektiften gerçekleşmiyor. Geri kalmış veya az gelişmiş olanın Avrupa ve Kuzey Amerika kapitalizmi olduğu, kapitalist yönetimlerin git gide bilimsellikten uzaklaştığı belirtiliyor. Bir yandan “üçüncü dünya” adı altında aşağılanan ülkelere yönelik suçlamalar da reddediliyor. Uyuşturucu sorununun kartellerden veya koka bitkisinden değil yüksek talepten, bu talebinse kapitalizmin doğal sonucu olan gayriinsanileştirmeden kaynaklandığı açıkça vurgulanıyor. Kapitalist sistemin sürdürülemezliği bilimsel bir biçimde, bu üretim biçiminin doğayla olan ilişkimizi geri dönüşü olmayan bir biçimde ortadan kaldırdığını göstererek vurgulanıyor. Yani, kapitalist ekonominin sürdürülemezliği bilimsel bir biçimde, bu ekonominin dayandığı “doğal kaynakların” sömürüsünün devam ettirilmesinin mümkün olmadığı gösterilerek yapılıyor. Vurgunun proleteryaya değil doğaya yapılması, söz konusu olanın kapitalist üretimin sürdürülemeyeceğinin bilimsel kanıtlanması olduğunun bazı sol çevrelerde gözden kaçırılmasına sebep oluyor. Günümüzün en büyük anti-kapitalist argümanına bizzat kendini sol olarak nitelendiren bazı aktörlerin saldırmalarının, dahası bunu amaçsızlıktan zamanının ve enerjisinin önemli kısmını sosyal medya trollüğüne harcayan birinci dünya gençlerinin “woke” vb. uydurma kavramlarıyla yapmalarının içinde bulunduğumuz entelektüel çöküşü gösterdiği kanısındayım. Neyse ki bu söylemin kitlelerdeki karşılığı çağın gerisinde kalmış bazı düşünürlerdeki karşılığından çok daha güçlü olacağa benziyor.
Bitirirken
Petro’nun bu konuşmasının baştan sona okunması gerekiyor. Avrupa merkezciliğin “komünizm gelecekse onu da biz getiririz” yaklaşımına karşı çıkan önemli bir söylem ortaya konuyor. Özellikle göçmen politikalarının toplama kampı ve gaz odası zihniyetinin yeniden üretilmesi şeklinde eleştirilmesi, faşizm mirasının hatırlatılması yoluyla Avrupa merkezci kültürün üstünlük argümanlarını eleştiriyor. Üstelik bunu gericiliğe düşmeden somut olgulara dayandırarak yaparken bir yandan da uzun zamandır tekrar tekrar öldüğü iddia edilen ütopyacılık yeniden çağırılıyor. Kapitalist mantığın sağlıktan adalete her alanda hakim olduğunu ve sorunları çözmektense iyice içinden çıkılmaz hale getirdiğini gösteren bu kısa konuşma on yılların getirdiği Latin Amerika sol söyleminden besleniyor. Türkiye’de bazı gelişmeler hala Soğuk Savaş döneminin kodlarıyla anlamlandırılırken, Latin Amerika solu iki kutuplu dünya mantığını aşan bir söylemle ortaya çıkıyor. ABD bloğu karşısında bir SSCB bloğu zaferi hedefleyen zamanı geçmiş söyleme takılmaktansa insanlığı kurtarma iddiasındaki bir söylemi benimsiyor. İşçi sınıfına mensup olmasa, sömüren sınıfa mensup olsa dahi insanların günümüz kapitalizminin olumsuz etkileriyle başa çıkamadıklarını öne süren, uyuşturucu kullanımını bununla ilişkilendiren, iklim krizi sebebiyle yakın gelecekte kapitalist sistemin bu sistemden kâr eden kesimin çoğunluğu için dahi felaketlere yol açacağını öngören bu söylemin detaylı bir biçimde incelenmesi Latin Amerika dışı coğrafyalar için de gün geçtikçe daha önemli hale geliyor.