Almanya ve Çin’in küreselleşme kardeşliği

ABD Ukrayna Savaşı yüzünden Almanya’nın Rusya ile siyasal, ekonomik ve enerji bağlarını keserken, Almanya’nın Çin ile yakınlaşmasını engellemekte zorlanıyor. Bir yandan NATO ve ABD strateji belgeleri Çin’i sistematik rakip olarak görürken ve AB strateji belgeleri de bunu teyit ederken ve Almanya da bunların altına imzasını koyarken, öte yandan Çin ile ekonomik bağlarını güçlendirmeye devam ediyor. Almanya’nın aynı dönemde hem Hamburg limanının işletmesinin yüzde 25’i Çin konteyner firması Cosco’ya satması, ardından Başbakan Scholtz’un Pekin’e yaptığı ziyaret dikkatleri Almanya-Çin-ABD üçgenine çekti.

ALMANYA’NIN DÜNYA SİSTEMİNDEKİ YERİ

Geç kapitalistleşen, denizaşırı kolonilere sahip olamayan ve ulusal birliğini geç gerçekleştirebilmiş olan Almanya, iki dünya savaşıyla İngiltere ve ABD’yi yenerek küresel kapitalizmin liderliğini ele geçirmeye çalıştı. Olmayınca, bu kez Batı sistemi içinde, tıpkı Japonya gibi uyumlu bir ortak olarak, bir iş bölümü içinde hareket etti. Genelde sahip olduğu ekonomik güç ile AB üzerinde belirleyici olan Almanya ABD ile daha edilgen bir ilişki kurdu. İşgal gücü ABD’nin hazırladığı anayasanın (Temel Yasa) hala geçerli olduğu Almanya, ABD’nin Avrupa Komutanlığına ev sahipliği yaparken, ABD’nin denizaşırı en büyük askeri varlığı yine Almanya’da.

Almanya ekonomik açıdan bir dev olsa da küresel sistemde, Japonya’nın bile gerisinde, eski teknolojiye dayalı bir ekonomik yapıya sahip. Otomotiv, makine ve kimya üçlüsüne dayalı, üretim ve ihracat odaklı bir ülke olarak 85 milyon nüfusla 2000’ler boyunca, 2008’de Çin öne geçinceye kadar dünyanın en çok ihracat yapan ülkesiydi. Bugün Çin ve ABD gibi iki ekonomik devin ardından üçüncü sırada. Bir sanayi devi olan Almanya her yıl dış ticarette 200 milyar dolardan fazla veriyor. Ama teknolojik açıdan bilişim teknolojileri, yazılım, hassas çip, bilgisayar gibi alanlara yoğunlaşmadı. Bir Alman malı cep telefonu, yaygın kullanılan bir bilgisayar yazılımı, hatta bir TV markası bile yok.

Almanya bir süredir, bozuluncaya dek gayet rasyonel görünen bir model geliştirmişti. İçte nüfus artışını sağlayabilmek için artık kan bağına dayalı olmayan vatandaşlık modeline geçti ve bir göçmen ulusu olmayı kabullendi. Dışta ise güvenliği ABD’ye bıraktı ve baskılara ve NATO kararına rağmen savunma harcamalarını GSYH’nın yüzde 2’sine çıkarmadı. Bütün enerjisini ekonomik gelişmesine yoğunlaştırdı. Putin’e yakın durup Rusya’dan ucuz gaz, petrol ve kömür alımını garantiledi, büyük bir rekabet imkanı kazandı, bu ülkeye yatırımlar yaptı, Çin giderek en büyük pazar ve yatırım merkezi haline geldi, Almanya için ABD’nin önüne geçti, sığınmacı konusunu da Türkiye’ye bıraktı.

Bu düzenin Rusya ve savunma alanı Ukrayna Savaşıyla çöktü. Yeni hükümet, kendileri için iyi işleyen sığınmacı anlaşmasına ise dokunmadı.

UKRAYNA SAVAŞI VE ARTAN ABD BAĞIMLILIĞI

ABD, Obama’nın son döneminden itibaren, Almanya’ya savunma harcamalarını artırması ve Rusya ile enerji bağımlılığını azaltması yolunda baskı yapıyor, Kuzey Akım 2 boru hattının yapılmasına itiraz ediyordu. Ukrayna Savaşı Almanya Rusya enerji bağını koparıp yerine ABD LNG’sini geçirmeye başlarken, yaptırımlar yüzünden ticaret ve yatırım bağları da kopma noktasına geldi.

Bu noktada özellikle ABD sistemi Merkel hükümetlerini suçlayarak Putin Rusyasına enerji bağımlılığının olumsuz sonuçlarını deyim yerindeyse Almanya’nın gözüne soktu, Merkel’i itibarsızlaştırma politikası izledi. Almanya geri adım atmak zorunda kaldı. Yeni Başbakan Scholtz’un Parlamento’daki konuşmasında zeitwende adını verdiği, kırılma noktası kavramıyla, savunma harcamalarını 100 milyar dolar artırma kararı aldı, Ukrayna’ya gönülsüz ve sınırlı da olsa silah yardımı yapmaya başladı.

Bu durum tam da Avrupa’da stratejik özerklik, yani ABD yörüngesinde çıkma tartışmaları sıcaklığını korurken gerçekleşti.

TİCARET YOLUYLA DÖNÜŞÜM İŞLEMEDİ

Hem ABD hem de Almanya Rusya, Çin gibi otoriter rejimlerle yönetilen ülkelere ticaret ve yatırımı artırarak angaje olmaya çalıştılar. Böylece bir orta sınıf oluşacak, bu kesimler yalnızca ekonomik büyümeden faydalanmakla kalmayacaklar, kentleşmeyle birlikte ev ve araba sahibi olduktan, yurt dışı seyahatlerine gittikten, çocuklarını iyi okullara gönderdikten başka, bir de siyasal katılım, daha fazla özgürlük isteyeceklerdi. Change through Trade denen bir kavramla artan ticaret siyasal sistemleri de liberalleştirecekti. Bu olmayınca, Almanya’nın ticaretten vazgeçmek yerine değişim talebinden vazgeçmeyi daha pratik bulduğu anlaşılıyor. Çin, Şi yönetimi altında değil siyasal liberalizm ve açıklık, tersi bir yöne doğru kaymaya başladı. İçeride otoriterleşirken, daha çok silahlanma, Kuşak-Yol Girişimi gibi devasa projelerle, uluslararası örgütlerde artan görünürlük ve ABD’nin bıraktığı, bırakmadığı her alanı, boşluğu doldurmaya çalışarak küresel siyasette aktif olmaya başladı. ABD’nin kurduğu küresel hiyerarşiyi kabul etmeyen Çin’e cevabı ise çevreleme, ticaret savaşı ve küreselleşmeyi geri çekmeye çalışmak oldu. Ama bunun için bir tek kendisinin değil, Almanya gibi müttefiklerinin de destek ve katılımı gerekiyordu.

ÇİN’İN ALMAN EKONOMİSİ İÇİN ÖNEMİ

Tersine, Çin son yedi yıldır Almanya en büyük ticaret ortağı haline geldi. Şu an iki ülke arasındaki toplam ticaret hacmi 245 milyar dolar. Çin’de yaklaşık 5200 Alman firması faal durumda. Yalnızca ticaret de değil. Yatırım açısından da Çin giderek önem kazandı. Volkswagen, BMW, Daimler-Mercedes, Siemens, Bosch ve kimya devi BASF en büyük yatırımcılar. Bunlardan Volkswagen ilk yatırım yapanlardan ve otomotiv üretimine 1983’te başladı. Hatta şirketin, Uygurlara yönelik insan hakları ihlallerin yaşandığı Sinciang bölgesinde yatırımı var ve bu açıdan da eleştirildi. Ama Volkswagen yönetimi eleştirilere rağmen bu yatırımdan vazgeçmedi. BASF ve Siemens’in de bu bölgede yatırımları var. Volkswagen geçen yıl Çinli şirketlerle ortak 2 milyar dolarlık yeni bir yatırım yaptı. Bu firma çatısı altındaki Audi de ilk elektrikli araç fabrikasını Çin’de kuruyor.

BMW de Çin’de en son 2.2 dolarlık elektrikli araba üretimi için yatırım yaparak üçüncü fabrikasını açtı. Almanya’nın diğer önde gelen otomotiv şirketi Mercedes “İkinci Ev” olarak tanımladığı Çin’de üretim tesisi, elektrikli ve otonom araba geliştirme ve dizayn merkezleri açmaya devam ediyor.

Otomotiv Almanya’nın en güçlü olduğu sanayi sektörü ve Almanya dünyada en çok otomobil ihraç eden ülke. Çin büyüyen bir pazar, 2000’lerden bu yana her yıl milyonlarca insan orta sınıflaşıyor, araba sahibi olmak istiyor, 2009’dan itibaren Çin dünyanın en büyük otomobil pazarı haline geldi. Alman şirketleri doymuş Batı pazarının yanında bu büyüyen pazarı kaybetmek istemiyor. Her üç otomotiv şirketi de Çin pazarına kendi ülkesinde sattığından daha fazla araba satışı gerçekleştiriyor. Alman şirketleri Çin otomotiv pazarının yıllara göre yaklaşık yüzde 20-24’nü elinde tutuyor. Artık yalnızca Çin pazarı değil burada ürettikleri ürünleri dünyaya da satıyorlar. Volkswagen karının yüzde 40’ını Çin pazarından sağlıyor, Mercedes tüm satışlarının yarısını Asya bölgesinde gerçekleştiriyor. Bu üç firmanın ürettiği tüm araçların yüzde 40’ı Çin’de satılıyor.

EKONOMİK OLARAK ÇİN’E BAĞIMLILIK SORUN MU?

Almanya’nın Çin ile ticaret ve yatırım üzerinden kurduğu ve dış ticaretinde 40 milyar dolar açık vererek sürdürdüğü bu ilişki biçimi içeride bazı liberal ve Atlantikçi kesimler ile dışarıda ABD tarafından sert şekilde eleştiriliyor. Söylenen şu: “Almanya enerji konusunda Rusya’ya bağımlılıktan bir noktada nasıl zarar gördüyse, bundan ders almayıp aynı türden bir ticari ve yatırım ilişkisini Çin ile kuruyor.” Yani, kısa vadede karlı olsa da uzun vadede bu politika da tıkanacak. Alman yetkililer, örneğin ekonomi bakanı Çin ile ilişkilerde “naif” olmadıklarını bu bağımlılığı azaltmaya çalıştıklarını söylüyor. Ama yine de ABD’nin toplam yatırımları içinde Çin’in payı yüzde 2 iken, Almanya için bu oran yüzde 14 civarında. Dahası Alman şirketlerinin Çin’deki yatırımları 2022’de yüzde 30 artış gösterdi. Otomotiv dışında güneş panellerinden, daha yeni büyük bir yatırım yapan Airbus’a, nadir metallere kadar diğer birçok sektörde de ya bağımlılık ilişkisi var ya da ortak yatırımlar söz konusu. Bu konuda Alman ekonomi çevrelerinde tartışmalar sürüyor, bazı isimler Çin’den ithal edilen ürünlerin, doğal gazdan farklı olarak yerine başka ülkelerden ikame edilebileceğini savunuyorlar. Batı’da enflasyon, daralma ve talepte azalma gibi sorunlar ağırlaşırken, büyüyen bir yatırım ve ihracat pazarı olarak Çin önemini koruyacak.

ÇİN’DEN EKONOMİK KOPUŞ MÜMKÜN MÜ?

Çin hem büyük ve gelişen bir pazar, hem de çok geniş yatırım imkanları sunuyor. Aslında bundan yalnızca Almanya değil başta ABD, Japonya, G. Kore bütün gelişmiş ülkeler faydalandılar. ABD yaklaşık son 10 yıldır Çin’e yapılan yatırımları geri çekmeye çalışıyor. Bunları mümkünse kendi ülkesine, değilse sözünün geçtiği, güvenilir ülkelere getirmeye çalışıyor, buna da friendshore deniyor.

Aslında Çin de ABD’nin bu politikasını cevap olarak, bir yandan küreselleşmeci tutumunu sürdürürken, açık bir dünya ekonomisi çağrısında bulunurken ve şu anda bundan vazgeçecek durumda değilken öte yandan diğer pazarlara bağımlılığı azaltmayı hedef olarak belirlemiş durumda.

Almanya ise bu konuda çelişkili bir tutum içinde. Çin’e dair şikayetleri var. Diğer ülkeler gibi Çin’in mülkiyet haklarına saygı göstermemesi, Çin yönetiminin yerel şirketlere öncelik vermesi, onları sübvanse etmesi, bazı sektörlerde iş yapmanın zorluğu, hatta giderek otoriterleşen bir Çin’de iş yapmanın zorlaşması, seyahat imkanlarının bile kısıtlanması yaygın şikayetler. Alman Ekonomi Bakanlığı Çin ile ilgili yeni önlemler alıyor, AB zaten belli alanlarda yaptırım uyguluyor. Buna rağmen Almanya’nın Çin’le dış ticareti de yatırımları da artış eğiliminde.

Almanya Çin’den şu koşullar altında ABD’nin istediği türden bir kopuş (decoupling) gerçekleştiremez. Bavyera Endüstri Derneğinin yaptığı çalışmaya göre Çin ile bir ticaret savaşı başlarsa, Almanya İngiltere’nin Brexit’ten etkilendiğinin altı katı olumsuz etkilenecek. Rapor Almanya için küreselleşmeden çekilmenin mümkün olmadığını da açıkça belirtiyor. Yani Çin’den kopuş, şu aşamada Almanya’nın kaldırabileceği bir seçenek değil.

Bu koşullar altında gerçekleşen Scholtz-Şi görüşmesi, Çin Komünist Partisinin 20. Kongresi sonrası yapılması açısından da tepki çekti. Almanya Şi’nin üçüncü dönem seçilerek yerini sağlamlaştırmasına destek veren bir görüntü sergiledi. Görüşmeler sırasında insan hakları, Uygur meselesi vs birkaç cümleyle gündeme geldiyse de, satır arasında sizin iç işinize karışmıyoruz mesajı verildi, Şi’nin yönetim tarzına meşruiyet kazandırıldı.

Almanya’nın şu anki küresel sistemde ABD ve Batı sistemine dair birbiriyle yakından ilişkili iki önemli sorunu var. İlki, Almanya’yı var eden, güçlü kılan sanayi üretim kapasitesi ve ihracatı. Almanya bilişim teknolojilerine geçememişken, bir de bu en güçlü olduğu alanda zayıflamak istemiyor. İkincisi, Almanya’nın, ABD gibi küreselleşmeden çekilme lüksü yok, ekonomisi içinde dış ticaretin en yüksek yer kapladığı ülkelerden biri ve dış pazarlara çok bağımlı.

Almanya Rusya konusunda çaresiz bir şekilde ABD hizasına gelmek zorunda kaldı, Çin konusunda da geri çekilirse hem ekonomik hem de stratejik açıdan büyük kayıp yaşayacak. O yüzden Scholtz yanına işadamlarını alıp, Çin lideri Şi ile görüşmeye giderek elinde kalan “otonomisini” ABD’ye kanıtlamayı tercih etti.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İLHAN UZGEL Arşivi
SON YAZILAR