EMEK EREZ
'Aptallığa' nasıl direnilir?
Gündelik yaşamda çok sık kullandığımız ancak hakkında pek düşünmediğimiz kelimeler vardır. Yaşamımızın içinde sürüp giden bu kelimelerden biri de aptaldır. Birisi karşısındakine “aptal” dediğinde elbette zihninde bu kelime ile ilgili belirlenmiş bir anlamdan söz edilebilir ancak kelimeyi kullananlara tek tek sorsak tanımlar ve nedenler muhtemelen farklı olacaktır.
Kesin yargılara varmanın zor olduğu konularda konuşmak, hakkında kafa yormak zor, hele ki bu kelime aptal gibi olumsuz çağrışımlar içeriyorsa ve yapacağınız yorumların sizi ahlâkçı bir bakışa yöneltme olasılığı varsa çünkü olumsuz çağrışımlı kelimeler hakkında konuşurken, kendimizi onun dışında tutarız, bu da sorunlu bir yan içerir.
Maxime Rovere’in, “Aptallarla Ne yapmalı, ‘Onlardan Biri Olmamak İçin’” adlı kitabı, aptal/aptallık üzerine bir tartışma sunuyor ve yazar böylece bu kelime hakkında konuşmanın riskini almış oluyor. Kolektif Kitap tarafından, Servet Ugan çevirisiyle basılan metin, kelimeyi göreli bir bakışla ele alıyor. Yani yazarın aptallık hakkında kesin bir yargısı olduğundan söz edemeyiz. Rovere, dünyamızı zindan eden, hayat hevesimizi çalan, hayatta yer ettiğini bildiğimiz aptalları/aptallığı anlamaya çalışıyor, meseleyi sadece kişiler üzerinden yorumlamayarak, aptallıkla nasıl baş edilir sorusunu sorduruyor.
HERKES BAŞKASININ APTALI
Aptallık konusunda yazarın da vurguladığı gibi öncelikle şunu kabul etmek gerekiyor, aptallar kendiliğinden, bir bitki gibi yer etmiyorlar yaşamımızda. Toplumsal, kültürel, sistemsel pek çok nedenden dolayı dünyada aptallara ve aptallığa maruz kalıyoruz. Ayrıca, aptallık karşılıklı etkileşimin ürünü çünkü hepimiz bir başkasının aptalıyız. Bu nedenle Musil’in aptallık hakkında yaptığı konuşmanın şu cümlesini hatırlamak gerekir: “Aptallık üzerine konuşmak ya da bu konudaki bir konuşmadan fayda sağlamak isteyen biri, kendisinin aptal olmadığını varsayar ve bu şekilde aynı zamanda kendisini zeki saydığını göstermiş olur oysaki böyle bir şey yapmak genellikle aptallık işaretidir.” Kendimizin aptal olmadığını düşünmemiz normaldir, böyle anılmayı hak etmediğimize, daha zeki veya akıllı olduğumuza inanırız ama başkası için de biz aptalızdır, bunun önüne geçemeyiz. Bu nedenle aptallık karşılıklı bir durum içerir. Rovere de buna dikkat çekiyor ancak onun yapmaya çalıştığı şey dünyada aptalların olmadığı, onların yaşamı belirlemediği veya kelimenin belirsiz bir alanda olduğu gibi bir sonuca ulaşmak değil. Onları anlamak, aptallığın nedenini düşünmek ve yaşamı bize dar eden aptallarla nasıl baş edeceğimiz hakkında bir yol bulmak.
AHLÂKÇI OLMAMAK
Kitapta, aptallara direnmenin farklı yöntemlerinden bahsediliyor. Bana kalırsa bunlardan en önemlilerinden biri onların bataklığına çekilmemek, onlardan biri olmamak için ahlâkçı bir bakışla ilişki kurmamak yani kendi değerlerimizi bu kişilere anlatmaya çalışmamak. Çünkü bu bizi kendimizi mutlak iyinin alanına konumlamaya götürebilir ki sorunlu bir bakış olur sonuçta insan türü kusurludur ve iyi kişiden kişiye, toplumdan topluma farklılık gösterir.
Kendi değerlerimizle meseleye yaklaşmanın getireceği bir diğer sıkıntı ise kişiye odaklanmak, onu değiştirmeye çalışmak anlamına gelir. Oysa Rovere’in hatırlattığı gibi kişilerle değil onu aptallık davranışına iten durumlarla uğraşmak kurtarıcı olabilir. Yoksa biz de aptallığın çukurunda kayboluruz, aptallığa karşı argüman geliştirmek, nasihat etmek de bir işe yaramayacaktır böyle bir tutum; aptalın çağrısına uymak, gücümüzden eksiltmek demektir ve bu bizi de aptal yapabilir. Çünkü yazarın cümleleriyle söylersek: “Aptallar sizi istemezler. Size saygı duymamaları bir yana varlığınızı bile hesaba katmak istemezler. Sizi dikkate almazlar. En büyük arzuları siz hiç olmamışsınız gibi davranmaktır ya da daha net bir ifadeyle sanki varlığınız ve onunla alakalı her şey; duygular, düşünceler, umutlar, korkular, endişeler ve gösteremediğiniz şefkatler, içinizde özenle taşıdığınız tüm bu duygu, imge ve semboller dünyasının hiç değeri yokmuş gibi davranırlar.”
KURUMLARIN APTALLIĞI
Aptallar veya aptallık sadece gündelik yaşamda kişiler arası ilişkilerde yaşamı zora sokmaz. Onları kurumların alanında da sık sık görürüz. Rovere şöyle söylüyor: “Aptallar ‘politika’ ve ‘din’ diye adlandırılan tüm bu şeylere o kadar inanırlar ki coşku sel olup taşar. Bir şeye inanmak insana tahammül, sükûnet ve denge getirirken onların inancı kendilerini olağanüstü kırılgan yapar. Bir nüans, bir aksaklık bile canlarının yanmasına yeter.” Böylesi bir politik tahayyül ve inanç başkasını saf dışı bırakır, hayatı sadece kendi etrafında süren bir şeymiş gibi algılar bu da kendi yüzünde kaybolmuş bireyler yaratır. Aptallığın bu türü daha çok kurumlar düzeyinde açığa çıkar, bu tür aptallık devamlı kendi yarasına bakar bu nedenle de hep mağdur hisseder.
Yazar, kurumların aptallığı bahsine devleti de ekliyor burada da sorunun memurlar değil kurumun kendisi olduğunu düşünüyor. Çünkü ona göre; “Devlet çalışanlarına hep en verimsiz görevleri yükleyerek ve onların işlerini daha özenle yapmalarının koşullarını baltalayarak, çalışmalarının karşılığını almalarına engel olarak, onlara kendilerini yıpratan bir yaşam biçimi dayatarak zaten temeli hatalı olan işleyişine bir kat da savsaklama ekler.” Bu nedenle burada sorun kişilerin değil devlet kurumunun aptallığıdır ve bu bize kişilerin aptallığından çok daha fazlasıyla uğraşmamız gerektiğini gösterir. Rovere, yapısal aptallıklarla uğraşmanın hayati önemde olduğunu düşünüyor bu nedenle şimdilerde kayıtsızlığa kapıldığımız, içimize kapandığımız durumdan çıkmamız gerektiğini hatırlatıyor çünkü yapıların aptallıklarına direnmenin yolu: “ Demokrasinin vazgeçilmezlerinden olan başkaldırı tutumu” eğer aptallıkla mücadele etmek için bu tutumu benimsemezsek veya yazarın ifadesiyle: “kolektif sorunlarla herkes meşgul olmazsa bilfiil tiranlığın içine düşeriz.”
YÖNETENLER NEDEN APTAL?
Devlet aptallar aracılığı ile işler, yönetenler de genellikle aptallardan seçilir çünkü Rovere’in işaret ettiği gibi: “Devlet otoritesinin aracı, polisler ve diğer memurlar olduğu kadar, artısını, eksisini düşünmeden kendi aralarındaki güç ilişkilerini ‘yukarıdan’ gelen bir tehdidin gölgesinde konumlandırmayı alışkanlık edinen yurttaşların kendileridir.” Burada söz konusu olan yönetilmeyi seçen herkes değil yazarın dikkat çektiği mesele fikrimce, devletin gücüyle ilişkilenerek onu kendi gücü varsayan ve devletin başkasına karşı tutumuna ses çıkarmayan, kendi ayrıcalığını korumak adına aptalın/aptallığın devamını sağlayanlar. Çünkü aptal yöneticilerin devamını kendi çıkar ortaklığıyla bir tutanlar için bu aynı zamanda kendini gerçekleştirme yöntemi hâline gelir.
Ayrıca, devlet gücünü kanunlardan alır, hukuk devletinde yaşadığını düşünenler devamlı yeni kanunlar isterler oysa kanunlar her zaman iyi anlama gelmez gücü elinde bulunduranın kanunu, boyun eğdirme yöntemi olarak işleyebilir çünkü kurban bu yasalara sığınmak, ondan medet ummak zorunda kaldığında aslında aptallığın pençesine düşmüş olur. Bu durum aptalların faydalandığı bir şeye dönüşür. Rovere’in bu konuda verdiği örneğe bakalım: “Sizi taciz eden pislik şüphesiz bir suç işlemiştir ama yasal yoldan hakkınızı aramak için büyük çaba sarf ederek bir süreç başlatmanız gerekir ve bu sürecin tekabül ettiği zaman insanlıkdışıdır (çünkü karşılaştığınız şey) -devlet-çok-büyük-aygıt-senden-daha-güçlüdür-pis-aptal” olur.
Böylece aptallar tarafından aptallığın içine çekilmiş oluruz çünkü bu tarz durumlarda çok örneğini gördüğümüz gibi kanunlar genellikle kurbanın yanında olmaz. Bu duruma düşmemek için Rovere’in önerisine kulak verelim: “Kurumların çatısı altında aptallarla bir tür yasa ötesi, gayri resmi etkileşim kurabilen bir toplumsal bilincin birey düzeyinde vücut bulmuş biçimini ayakta tutmak ve desteklemek vazgeçilmezdir.” Böylece, kurumlarda yerleşik hâle gelmiş aptallıkla yatay bir mücadele hattı örmüş oluruz çünkü yazarın söylediği gibi, “çatışmalarımızı mümkün olduğunca devletin dışında çözme becerilerine sahip olmamız gerekir.”
Maxime Rovere’in, “Aptallarla Ne yapmalı, ‘Onlardan Biri Olmamak İçin’” adlı kitabı, bana kalırsa, aptallığı sadece kişiler düzeyinde ele almaması açısından önemli bir metin. Ayrıca kendimizi mutlak iyinin alanına konumlayıp yargılar dağıtmamızın da önüne geçiyor çünkü hem özellikle kurumlar düzeyindeki aptallığın yaratılmasında hepimizin payı var hem de kitabın başında da bahsettiğimiz gibi zaten herkes bir başkasının aptalı olabiliyor. Önemli olan aptallıkla, aptallarla ve aptallığın pençesine düşmemek için kendimizle nasıl mücadele ettiğimiz, yazarın açtığı patikaya girersek belki bir yola ulaşılır.