Asrın çağrısı beklentileri karşıladı mı? Yanıtsız kalan sorular

Beşiktaş dolmuşu “trafik yoğunluğu” nedeniyle Kabataş’tan çıkmasa İstanbul’da “tarihi çağrı”nın yapılacağına dair hiçbir işaret yok. Taksim Meydanı bile her zamankinden daha az kalabalık. Hatta DEM Parti heyetinin açıklamayı yapacağı Elite World Otel’in önündeki üç canlı yayın aracı haricinde her şey olağan seyrinde.

Ancak kalabalık ve heyecan, otelden girince anlaşılıyor. Üzerinde “Asrın Çağrısı” yazan basın kartımı alıp basın açıklamasının yapılacağı salona giriyorum. Her yer tıka basa dolu, basın mensuplarının çoğu ayakta ve adeta birbirini eziyor. Sahnenin sağ tarafındaki meslektaşlarımın yanına eklemleniyorum.

Heyet, 16.45’te salona girince alkış kopuyor. Bu salonda basın dışında Kürt siyasetinin isimleri, barış anneleri var. Sahneye çıkan heyetin görüntüsünü almak için yarış başlıyor. Sırrı Süreyya Önder her zamanki tatlı diliyle havadaki gerginliği dağıtıyor, sahnenin önünde birbiriyle yarışan fotoğrafçılara “Mezopotamya Ajansı’ndan görüntü alabilirsiniz arkadaşlar” diyor, “Mezopotamya ne güzel isim değil mi? Çok çekti bu arkadaşlar” diyor. Salondaki herkes bu kara mizahı anlıyor, zira MA’dan pek çok meslektaş terör suçlamasıyla karşılaştı, tutuklandı… Sonra “CNN burada mı?” diyor. “Yalancı çıktınız, çağrı bir sayfa değil üç sayfa” diyor. Yine gülüşmeler…

Ne var ki heyetteki herkes Önder kadar rahat görünmüyor… Ahmet Türk’ün yüzüne düşen bulut, yorgunluktan mı yoksa okunacak çağrıdan pek de memnun olmamasından mı? Pervin Buldan’ın yüzünden pek bir şey okunmuyor genelde. Tülay Hatimoğulları’nın ciddiyetinin ardında gerginlik seziyorum. Benim izlenimim, çağrının heyette pek de öyle heyecan ve umut yaratmadığı.

whatsapp-image-2025-02-27-at-18-14-19.jpeg

Sahnenin arkasında İmralı’da Öcalan’ın heyete verdiği poz yansıtılınca yine alkış kopuyor.

Derken Önder, bir giriş yapıyor ve bu toprakların ne kadar barışa susadığını vurguluyor. Ahmet Türk, Abdullah Öcalan’ın açıklamasını Kürtçe okumaya başlayınca dikkatle salondaki konukların, kadınların yüzünü okumaya çalışıyorum. İfadeleri donmuş gibi. Bir arkadaşım kulağıma “Silah bırakma çağrısı yaptı” diye fısıldıyor: "Sorumluluğu ben üstleniyorum dedi."

Kürtçe bölüm bittikten sonra Pervin Buldan Türkçe okumaya başlıyor. Önder üç sayfa dese de bir sayfadan fazla değil sanki. Aslında en çarpıcı kısım, tek satırdan ibaret:

Silah bırakın.

Kadınlarla göz göze geliyorum. Biri elini kalbine koyup başını “olmadı” anlamında iki yana sallıyor. Birkaçı mendillerini çıkarıp ağlıyor. “Beklediğimiz bu değildi, hiç değildi” diyor biri. Barış annelerinde hayal kırıklığı hakim. “Böyle olmaz, karşılıklı olması lazım.. Diyalog olması lazım. Şimdi PKK bırakacak, gidip öldürecekler…”

Çağrı bitip heyet salondan ayrılırken alkışlar, zılgıtlar birbirini izliyor. Barış anneleri heyetle kucaklaşıyor ama sevinçten çok, teselli kucaklaşması gibi. Salon boşalırken çok bedel ödemiş bir arkadaşımın başını ellerini arasına alıp akan gözyaşlarını tutamadığını görüyorum.

Bir başkası, televizyona demeç verirken Öcalan’ın çağrısını şöyle yorumluyor: "Işığına kavuştu duygusu yarattı. Dünyaya seslendi…"

Benim buradaki havadan anladığım, Öcalan’ın sadece PKK’yı feshetme çağrısını yapmasının, Kürt siyasi hareketinde saygıdan kusur etmemek için açıkça söylenmese de büyük hayal kırıklığı yarattığı.

Sırrı Süreyya Önder, Öcalan’ın görüşmenin sonunda ilettiği şu notu da aktardı: “Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir."

Çağrıda yer almayan bu cümle, Kürtler için boş sayılacak mesajı daha anlamlı kılacak mı? Demokratik siyaset ve hukuki boyut diye teselli bulacaklar mi? Bu sorunun yanıtı da belirsiz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
MEHVEŞ EVİN Arşivi
SON YAZILAR