
ÖZGE MUMCU AYBARS
Beyaz Saray krizi ve nadir toprak elementleri meselesi
Son dönemde dünya liderlerinin dilinden düşmeyen bir terim var: “rare earths”, "nadir toprak elementleri" veya diğer adıyla "yeni madenler". Bu dillere pelesenk olan deyim, yeni bir küresel hakimiyet savaşın son ismi. Geçtiğimiz günlerde Oval Ofis'te yaşanan Zelenski, Trump ve Vance arasındaki tuhaf derecede agresifleşeyn tartışma, diplomasinin kara lekelerinden biri olarak tarihe geçti. Bu olay, Trump 2.0 yönetiminin ve MAGA kavramının yeni göstergesi de olarak değerlendirilebilir.
Avrupa’nın ortak değerlerine karşı ABD Başkan Yardımcısı Vance’in mesajlarının ardından gerilimle son bulan Münih Güvenlik Konferansı'nın ardından ABD ve Ukrayna arasında canlı yayında patlak veren bu gerilim, Avrupa'nın gelecekteki güvenlik mimarisini yeniden düşünmesine neden oluyor. Ancak bu jeopolitik çatışmanın temelinde, nadir toprak elementleri (NTE) üzerindeki hakimiyet mücadelesi yatıyor. Avrupa, Ukrayna krizinin yarattığı askeri ve ekonomik baskılardan kurtulmak için alternatif stratejiler arayışında. Bu stratejilerin merkezinde ise askeri bağımsızlığı güçlendirecek savunma projeleri ve nadir toprak elementlerine kesintisiz erişim yer alıyor.
Özellikle Zelenski-Trump-Vance görüşmesi, bu mücadelenin en açık yansımalarından biri oldu. Trump 2.0 yönetiminin ilk aylarında şekillenen yeni jeopolitik tablo, yalnızca Washington-Kiev hattını değil, Avrupa’nın savunma ve enerji stratejilerini de derinden etkiliyor. Avrupa ekonomisi, dijital dönüşüm ve yeşil enerji hedefleri doğrultusunda NTE’ye giderek daha fazla bağımlı hale gelirken, bu hayati hammaddeler konusunda Çin’e neredeyse tamamen bağımlı durumda.
Nadir toprak elementleri, 21. yüzyılın teknolojik rekabetinde kritik bir rol oynuyor. Akıllı telefonlardan elektrikli otomobillere, rüzgâr türbinlerinden hassas güdümlü füzelere kadar birçok alanda kullanılan bu 17 metal, hem yeşil enerji dönüşümü hem de askeri uygulamalar için vazgeçilmez. Radar sistemlerinden füze teknolojilerine, elektrikli araç bataryalarından telekomünikasyon altyapısına kadar birçok stratejik sektörde belirleyici bir rol oynuyorlar.
Ukrayna ise, lantan, seryum, neodimyum, itriyum, erbiyum ve skandiyum gibi önemli NTE rezervlerine sahip potansiyel bir kaynak ülke. Dünya maden rezervlerinin yaklaşık yüzde 5'ine ev sahipliği yapan Ukrayna, özellikle grafit ve lityum gibi stratejik mineraller açısından da zengin olduğu belirtiliyor. Ancak Ukrayna’daki NTE potansiyelinin tam boyutu ve bu kaynakların verimli bir şekilde kullanılabilirliği konusunda farklı görüşler mevcut.
Londra’da dün yapılan liderler zirvesinde, özellikle Fransa ve Almanya’nın ABD’ye bağımlılığı azaltma yönündeki hamleleri dikkat çekti. Ancak bu tartışmaların perde arkasında asıl mesele, nadir toprak elementleri üzerindeki kontrol savaşı. Avrupa için güvenlik artık yalnızca askeri güçle değil, aynı zamanda kritik madenlere erişimle de tanımlanıyor. Rusya’nın Fransa ve Almanya’nın ateşkes çağrısına henüz sıcak yanıt vermediğini de söylemek mümkün.
Peki, Avrupa bu açmazdan nasıl çıkacak? Asıl sınav, kıtanın savunma ve sanayi altyapısının sürdürülebilirliğinde yatıyor. İsveç’te keşfedilen nadir toprak rezervleri, Avrupa için bir umut kaynağı olsa da, bu kaynakların çıkarılması ve işlenmesi yıllar alacak. Avrupa Birliği bu süreçte madencilik yatırımlarını hızlandırmak ve geri dönüşüm teknolojilerine yönelmek zorunda. Mevcut ticaret savaşlarında, bu alanda Çin’in hâkimiyetini de kırmak kolay değil.
Ukrayna krizi, Avrupa’nın bağımsız bir askeri strateji geliştirme zorunluluğunu açığa çıkardı. ABD’nin bölgedeki etkisinin azalmaya başlaması, kıtanın kendi savunma sistemlerini inşa etmesini gerektiriyor. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in ‘stratejik otonomi’ vurgusu da bu bağlamda önem taşıyor. Fakat bunun için atılacak her adım, enerji ve savunma sektörlerinde bağımsız tedarik zincirlerinin oluşturulmasını gerektiriyor. Mümkün mü?
Sonuç olarak, Avrupa bir yol ayrımında. Ya ABD ve Çin arasında sıkışmaya devam edecek ya da nadir toprak elementleri gibi kritik kaynaklar konusunda kendi çözümlerini üretecek. Avrupa’nın güvenliği, artık yalnızca askeri ittifaklara değil, aynı zamanda teknoloji ve enerji bağımsızlığına da bağlı. Stratejik madenler üzerindeki hâkimiyet savaşları, bu yüzyılın en büyük güç mücadelelerinden biri olacak. Oval Ofis’te yükselen tansiyon ise, bu küresel satranç tahtasında sadece bir hamle olarak kalacak.
Immanuel Wallerstein’in vurguladığı gibi: "Dünya sistemi, birbiriyle bağlantılı ve birbirine bağımlı birimlerden oluşan bir sosyal sistemdir." Avrupa Komisyonu’nun stratejik otonomi hedefi, kıtanın bağımsızlığını sağlayabilecek mi sorusunu gündeme getiriyor. Bunun için güçlü bir sanayi politikası, madencilik altyapısının geliştirilmesi ve Çin’in NTE tekelini kıracak uzun vadeli yatırımlar gerekiyor. Avrupa’nın bu zorlu sınavı nasıl geçeceği, küresel güç dengelerini de şekillendirecek.
Okuyucuya not: Lise kimya dersinden bu yana ilk kez bu kadar çok element sıralıyorum. Kim derdi ki bir gün tekrar karşıma çıkacaklar!