ÖZGE MUMCU AYBARS

ÖZGE MUMCU AYBARS

Tutuklanan bir şehirde İmamoğlu hapiste...

İstanbul'un meydanlarında bu kez yalnızca kalabalıklar değil, hafızayla yüklenmiş bir söylem dolaşıyor. İmamoğlu'nun tutuklanmasıyla başlayan süreç, bir şehirden çok daha fazlasının, bir siyasetçiden öte bir kuşağın geleceğine dair bir tartışmayı günümüzde yeniden canlandırdı.

Bu artık yalnızca bir "kim seçilecek" sorusu değil. Soru daha derin: Kim kalacak? Kim susacak? Kim konuşabilecek?

Süreç...

Gazeteci Sedat Bozkurt'un aktardığına göre, Ekrem İmamoğlu hakkında terörle ilintili bir soruşturma başlatılacağı bilgisi Ankara kulislerine yansıdı. Bu iddialar, kamuoyunda İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne kayyım atanabileceği yönünde beklentiler yarattı.

Ağustos ayında ekibiyle yaptığı olağan dışı toplantıda İmamoğlu, siyasi pozisyon alma kararı aldı. Bu kararın merkezinde Cumhurbaşkanlığı adaylığı vardı. Altı yıllık siyasi kampanyasını somut bir hedefle sonlandırmak istiyordu.

Sürecin erken başlaması, iktidarın da erken hamle yapmasına neden oldu. Önce diploma meselesi gündeme geldi, ardından gözaltı ve tutuklama süreci başladı.

Ankara kulislerinde, sadece yargının değil; Hakan Fidan, Mehmet Şimşek, Efkan Ala ve Selçuk Bayraktar gibi isimlerin de sürece dâhil olduğu belirtiliyor. Kayyım seçeneğinde çekince oluşan aktörler, yolsuzluk iddialarıyla farklı bir gerekçe inşa etti. ABD başta olmak üzere Batı'dan gelen tepkilerin tonu bu nedenle daha düşük oldu.

Kutuplaşma siyaseti ve unutulmayan hafıza

Mevcut iktidar, 20 yılı aşkın süredir ülkenin yaşadığı her krizi yalnızca aşılması gereken bir sorun değil; kendi iktidarını pekiştirmek için kullanılabilecek bir fırsat olarak değerlendirdi. Ekonomik dalgalanmalardan doğal afetlere, siyasi bunalımlardan toplumsal travmalara kadar her olay, yeni bir söylem yaratmanın, yeni bir öteki tanımlamanın aracı haline geldi.

Toplumun içinde zaten var olan fay hatları—etnik kimlikler, mezhepler, yaşam tarzları, sınıfsal ayrışmalar—birer siyasi kaldıraç gibi kullanıldı. Bir taraf "biz", diğer taraf "öteki" ilan edildi.

Bu siyasetin çerçevesi içinde sürekli bir düşman yaratıldı. Bir gün gazeteciler, sonra akademisyenler, ardından öğrenciler ya da kadınlar hedef haline geldi. Kimi zaman dış güçler, kimi zaman "iç mihraklar" kamusal dilin parçası oldu.

Ama göz ardı edilen bir gerçek var: Biz "öteki" değiliz.

Bir arada yaşama iradesi olan, farklılıklarından korkmayan milyonlar sokakta. Demokrasi, adalet ve eşitlik taleplerini dile getiren yurttaşlar hak ve adalet arıyor.

Ve biz yalnızca bugünü değil, dünden bu yana gelen hafızamızı da taşıyoruz.

Protesto hakkını kullanan, başkalarına saygı duyan; ama canlı bombalarla büyüyen bir kuşağız. Oyları çöpte bulunan, sınavları çalınan, OHAL dönemlerinde hayata tutunmaya çalışan bir nesiliz. Bu hafızayla susmuyoruz, çünkü yalnızca kaybın değil, direnmenin de tanığıyız.

Uluslararası diplomasi ve AB cephesi

İmamoğlu'nun tutuklanması yalnızca iç hukuk ve siyaset ekseninde değil, uluslararası ilişkiler bağlamında da dikkatle izleniyor. Avrupa ve ABD'den gelen ilk tepkiler, Türkiye'de muhalefete yönelik baskının yalnızca iç mesele olmadığını gösteriyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, gelişmeleri Avrupa değerleriyle çelişen bir süreç olarak tanımladı. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Hakan Fidan ile yaptığı görüşmede tutuklamayı "endişe verici" olarak nitelendirdi. Bir kulis ise Rubio'ya Hakan Fidan'ın bu konuyu açması.

AB Dışişleri Temsilcisi Kaja Kallas ise Türkiye'nin demokrasi geleneğinin sorgulandığını açıkça ifade etti.

Özellikle Avrupa Parlamentosu (AP), Türkiye'ye en sert yaklaşımı benimseyen kurumsal yapı olarak öne çıkıyor. Şu ana kadar AP'deki birçok parlamenter ve siyasi grup, yaşananları sert şekilde eleştirdi. AP'nin Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor, "Türk makamlarının yetkilerini kötüye kullanmalarının bir başka endişe verici örneği" diyerek, "Tamamıyla otoriter bir devlete doğru tam hız gidiliyor" değerlendirmesinde bulundu.

Bu tepkilerin gölgesinde, Türkiye-AB ilişkileri açısından önemli bir tarih yaklaşmakta: 3 Nisan'da Brüksel'de yapılması planlanan ekonomik diyalog toplantısı. Gerek Ankara gerekse Brüksel tarafı, toplantının yapılacağı varsayımıyla hazırlıklarını sürdürüyor. Ancak diplomatik kaynaklara göre, toplantının iptali ya da ertelenmesi ihtimali hâlâ masada.

BBC Türkçe'ye konuşan kaynaklar, iki olasılığı öne çıkarıyor: Türkiye'deki gelişmeler nedeniyle Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in toplantıya katılamaması veya Avrupa Birliği'nin siyasi gerekçelerle toplantıyı iptal etmesi.

Şu an için bu olasılıkların gerçekleşeceğine dair somut bir sinyal bulunmamakla birlikte, Türk yetkililer Brüksel'den gelebilecek olası bir iptalin karşılık bulabileceğini ima ediyor. Buna göre, Ankara da Brüksel'in uzun süredir yapılmasını istediği "güvenlik ve göç" konulu üst düzey diyalog toplantısını iptal edebilir.

Sessiz direniş biçimi: Boykot

Özellikle genç kuşakta yeni bir protesto biçimi ortaya çıktı: Boykot. İktidara yakın olan belirli markalara boykot ve o markalarına ürünlere yönelik bilinçli tüketim reddi başlatıldı. Sosyal medya üzerinden organize olan bu hareket, gündelik tüketim alışkanlıklarını siyasallaştırıyor. Verilen mesaj net: "Demokrasiye saldırı varsa, tüketim yok."

Mahir Polat ve tutukluluğa yönelik tepkiler

İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat'ın tutuklandıktan sonra yaşadığı kalp rahatsızlığı nedeniyle yoğun bakıma alınması, kamuoyunda yeni bir tartışma yarattı. Polat'ın altı stenti olduğu ve hayati tehlike taşıdığı avukatları tarafından duyuruldu. Hükümete yakın bazı isimler bile bu tutuklamanın "ölçüsüz" olduğunu belirtti. Diğer yandan Hizbullah'a ait 10 isim, ikisi Gonca Kuriş'in katilleri, Cumhurbaşkanı kararıyla salındı.

Saraçhane ve Maltepe

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İBB binası önünde başlayan Saraçhane mitinglerini "bir demokrasi yürüyüşü" olarak tanımladı. Yasak kararlarına rağmen protestolar her akşam devam etti.

Ardından gelen Maltepe Mitingi ise kitlesel katılımın ve siyaseten ortaya konan iradenin sembolü haline geldi. Ekrem İmamoğlu'nun mitinge gönderdiği video mesajdaki ifadeleri dikkat çekiciydi: "Bu dava yalnızca benim değil, Türkiye'nin davasıdır."

Bu dava bu topraklarda hak, adalet ve demokrasi talebiyle yaşayan herkesin davası.

Ve bu nedenle, soru şudur: Bu ülke hangi sesi duyacak? Eleştirenleri mi, susturanları mı?

Unutmamak gerekir: Demokrasiler yalnızca seçilenlerin değil, onları sorgulayabilenlerin de korunmasıyla yaşar. Ve bir ülkenin adaleti demokrasi testinden yine geçemiyor.

Ve unutmamak lazım, "Hayat, her şeyin tersini görecek kadar uzundur."

Önceki ve Sonraki Yazılar
ÖZGE MUMCU AYBARS Arşivi
SON YAZILAR