ÖZGE MUMCU AYBARS
Büyük genişlemeden bugüne: AB-Türkiye ilişkileri
Aslında zaman hızla geçiyor. Belki de Türkiye'de gündemin hızıyla da zaman hızlanıyor. Üniversiteden mezun olurken, Türkiye’nin AB ile müzakere süreci başlamış, en azından AB üyeliği konusunda bir “umut ışığı” yanmıştı. Bu umut ışığı, Adalet ve Kalkınma Partisi dönemine denk gelince giderek sönükleşti. Nihayetinde başka kavramlarla konuşmaya başladık: Gümrük Birliği Modernizasyonu veya stratejik ortaklık kavramları son yıllarda ön plana çıktı. Tam üyelik hayali ise giderek uzaklaştı.
1 Mayıs, yirmi yıl önce AB’nin en büyük genişlemesini yaşadığı gün. 6 kurucu ülkeden 27 üye ülkeye giden bu süreçte, GKRY, Çekya, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Malta, Polonya, Slovakya ve Slovenya Avrupa Birliği'ne katıldı. Türkiye ise donmuş müzakerelerle kapıda duran, Avrupa Parlamentosu raporlarıyla hak ihlallerinin altının çizildiği, AİHM Büyük Daire kararlarına bile uyulmayan bir ülke konumunda. Romanya ve Bulgaristan ise yakın zamanda Schengen Bölgesi'ne katıldı.
AB Müzakare Fasılları’nda, AB kapısında, birçok aday ülkeyle birlikte öylece duruyoruz, bekliyoruz.
Bir yandan Avrupa Birliği (AB) bir dönüm noktasında, iç zorluklar ve dış baskılarla boğuşuyor. Geçtiğimiz haftalarda, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un ortak vizyonları gelecek için kapsamlı bir plan sundu. Von der Leyen'in stratejik odağı, dijital dönüşüm yoluyla AB'nin teknolojik gücünü arttırmak ve sürdürülebilir kaynaklara hızlı bir geçiş yoluyla enerji bağımsızlığını güvence altına almak olarak özetlenebilir. Bu önceliklerle Avrupa'nın ekonomik dayanıklılığını ve çevresel sürdürülebilirliğini güçlendirerek kıtanın hızla gelişen küresel ortamda rekabetçi kalması amaçlanıyor.
Emmanuel Macron ise güçlü bir Avrupa savunma kabiliyetini ve daha fazla ekonomik egemenliği savunuyor. Macron'un önerileri, savunma ve ekonomi politikalarında daha özerk bir duruş sergileyerek Avrupa'nın dış güçlere olan bağımlılığını azaltmayı hedefliyor. AB Ordusu tartışmaları eski değil elbette, Macron bu pozisyonu en çok savunan liderler arasında yer almaya da devam ediyor. Zira, AB’nin ekonomik açıdan ABD veya Çin’den daha yavaş büyüdüğünü vurguluyor Macron. Bu kapsamda, Macron'un Avrupa savunma sanayiine daha fazla yatırım yapılmasını ve Avrupa'nın askeri kapasitesinin artırılmasını önermesi, Von der Leyen'in enerji bağımsızlığı ve dijital dönüşüm hedefleriyle paralellik gösteriyor.
Avrupa Parlamentosu seçimleri kapıda
Haziran ayının başlarında, Avrupa Parlamentosu seçimleri gerçekleşecek.
Bu yıl seçimlere ilginin artacağı gözlemleniyor. Eurobarometer anketine göre, yurttaşların yüzde 81’i mevcut jeopolitik koşullar karşısında sandığa gitmenin daha fazla önem kazandığına inanıyor. Katılımcıların yüzde 60’ı, yaklaşan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy vermeyi düşünüyor ki bu, Mayıs 2019’daki son seçime göre yüzde 11'lik bir artışa işaret ediyor.
Avrupa Parlamentosu seçimlerine yönelik artan ilgi, ne yazık ki dünya genelinde devam eden savaşlarla bağlantılı. Ortadoğu'da süren çatışmalar (İsrail – Gazze Savaşı) ve özellikle Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik devam eden askeri müdahalesi, barışın ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor.
Bu durum, Avrupa Birliği'nin (AB) bazen ağır işleyen mekanizmalarının bile barış, güvenlik ve savunma alanlarında etkili bir güç olabileceğini umutlandırıyor. TAZ’da yer alan habere göre, özellikle, Rusya'nın tehdit algısının yüksek olduğu ülkeler için bu durum daha da büyük bir önem taşıyor. İsveç, Finlandiya ve Litvanya gibi Rusya’nın sınırında olan ülkeler, bu tehdidi doğrudan hissediyorlar. Bu durum, AB'nin dış politika ve savunma stratejilerinde daha etkin bir rol üstlenmesi gerektiğine dair genel bir beklenti yaratıyor. Kırılgan siyasi coğrafyalar, mülteci akınlarının artmasına neden oluyor. Türkiye’de tam bu noktada, 18 Mart anlaşmasının ağırlığıyla, bir mülteci / sığınmacı destinasyonu olarak duruyor. Bu durumun, iç siyasi tartışmaları ne kadar şekillendirdiği de malum.
Almanya, coğrafi konumu ve siyasi ağırlığı nedeniyle bu güvenlik meselelerinden önemli ölçüde etkileniyor. Dolayısıyla, yakında kurulacak yeni Avrupa Parlamentosu'ndan beklentiler oldukça yüksek görünüyor. Vatandaşlar, AB'nin küresel çapta barış ve istikrarı destekleme kapasitesini artırmasını ve içeride daha hızlı ve kararlı adımlar atmasını umut ediyorlar. Bu beklentiler, Parlamento'nun uluslararası krizlere yanıt verme yeteneğini güçlendirme niteliği taşıyor ve AB'nin dış sınırlarını daha etkin koruma konusundaki politikalarını şekillendirecek gibi.
EUCO kararları
Türkiye geçtiğimiz haftalarda, AB Liderler Zirvesi’nde gündeme geldi. AB Konseyi Başkanı Charles Michel, 17 Nisan’da Zirvenin ardından şu sözleri dile getirdi: “AB’nin Doğu Akdeniz'de istikrarlı ve güvenli bir ortamın sağlanmasında ve Türkiye ile işbirliğine dayalı ve karşılıklı fayda sağlayan bir ilişki geliştirilmesinde stratejik çıkarı bulunmaktadır. Kıbrıs'ta çözüm müzakerelerinin yeniden başlatılması ve ilerleme kaydedilmesi önemlidir. AB bu bağlamda BM öncülüğündeki sürecin desteklenmesinde aktif bir rol oynamaya hazırdır.”
Yani, 50 yıldır çözülemeyen ancak GKRY’nin tek taraflı üyeliğinin ardından daha da çıkmaza dönen Kıbrıs’ta çözüm, üyeliğe yeniden bir engel niteliği taşıyor, yetmiyor AB, BM öncülüğünde sürecinde desteklenmesinde aktif bir rol oynamaya hazırlanıyor. AB’nin bu çerçevede önceliği Doğu Akdeniz.
Bir yanda AB’nin ekonomik pazarını rekabetçi perspektife çekmesi, ekonomik bağımsızlığı hayata geçirme çalışmaları bir yanda AB Ordusu tartışmaları, sınır güvenliği, dijital güvenlik konuları. Hepsi tüm ağırlığıyla AB’nin kendi içinde tartışmaya devam ettiği ve politika geliştirmeye çalıştığı alanlar.
Türkiye tarafından bakıldığında, Türkiye’nin uygulamadığı AİHM kararları, devam etmeyen müzakere süreçleri, 18 Mart Anlaşması’yla “tampon ülke” olmaya zorlanan Türkiye ile savaşın tüm yakıcığıyla kavurduğu İsrail – Gazze hattı ve de Doğu Akdeniz’de doğalgaz paylaşımı belirleyici duruyor.
Özetle, kördüğüm üzerine kördüğüm. Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından bu konulara yeniden döneceğim. İtalya Başbakanı Meloni’nin AP’ye aday olması, bu dönemde bir sürpriz olmamalı sanki.
Ve 20 yıl, tüm karmaşasına rağmen geçmemiş gibi.