ÖZGE MUMCU AYBARS

ÖZGE MUMCU AYBARS

Deprem, çaresizlik, devletsizlik…

İnsan yaşadığı dramı kelimelere nasıl dökeceğini bilemiyor. Kendim, acı yaşarken, en çok yazarak kendimi sağaltırım. Depremden sonra çaresizlik, çaresizlikle beslenen öfke, enkaz altında kalanların çıkması için insanların toprağı kazmasını izlemek ve de ölülerini sadece bir battaniyeye sarıp arabalarının arka koltuğuna yatırıp, motorlarının arkasında onlara sıkıca sarılıp defnedilmesi için toplu mezarlara taşımak. Bunu nasıl sağaltabiliriz?

Bu kader mi? Fıtrat mı? Organize olmayan ve olmayı başaramayan bir devlet mi? Yanıt gayet açık.

Kahramanmaraş merkezli deprem, sabahın 4’ünde 11 şehri, mahallelerini ve köylerini yıkarkan Türkiye, siyasetin de fay hattının yeniden şekilleneceği bir depremin boyutlarını anlamakta zorluk çekecekti. Adıyaman; şehrin girişleri depremle kapanmış, Hatay, bazı mahallelere sessizlik hakim; Kahramanmaraş sessizliğe gömülmüş, tek bir haber yok… Öğlene doğru bir arkadaşım arıyor: “Özge, Samandağ’ın 4’te 3’ü yıkılmış ve buraya gelen kimse yok…” Derin bir nefes alıp afetin büyüklüğünü anlamaya çalışırken Ankara’da zangır zangır sallanıyoruz. Sabah sadece doğru bilgiyi paylaşmaya çalıştığım twitter hesabıma Ankara’da deprem oldu yazıyorum, ikinci depremi Elbistan’dan Ankara’ya bir hatta hissettiğimiz anlaşılıyor… Kendimi şunu düşünürken buluyorum: “Ne yapabilirim?” Bu, "ben ne yapabilirim ki zaten herkes bir şey yapsın" değil; birilerine ulaşmak için ne yapabilirim sorusu.

Burası önemli değil, sağa sola sorup ben de herkes kadar elimden geleni yapıyorum. Bir çok insan deprem bölgelerine koştu, bazıları lojistikte, bazıları enkazdan insan çıkarmakla uğraştı, bazı vekiller enkaza girip canlı çıkarmaya uğraştı. Bazıları çadır çağrısı yaptı, bazıları iç çamaşırı toparlamak için organize oldu, bazıları bebek bezi, hijyenik pes, göz damlası, bazıları pişik kremi, bazıları aşevleri açmak için… Belediyeler altyapısı çöken şehirlere destek için. Hatay Havaalanı’nın molozlarını Ankara Büyükşehir Belediyesi temizlemeseydi, havaalanı uçuşlara açılabilir miydi?

Ama ilk üç gün ne oldu? Sessizlik… Derin bir sessizlik. 4. Seviyede Uluslararası alarm, bunun sonucunda 86 ülkenin yardıma gelişi… Sibirya soğukları… İlk 72 saat kritikken AFAD’ın gelmemesi… Fısıltı gazetesinin çalışması… Geldiler, 3-4 kişiyi ölü çıkarttılar, sonra başka binaya geçtiler… Telefon üstüne telefon, mesaj üzerine mesaj. Herkes bir akrabasına ulaşmaya çalışırken nice ünlü isme yazdı. Bu çaresizliği tanıdınız mı?

Haluk Levent’in Ahbap ile bir çok yere ulaşmaya çalışması, İhtiyaç Haritası’nın bir çok bölgede çalışması. Daha ne çok örnek, ne çok isimsiz kahraman var… O kadar çok insan, o kadar büyük bir gönülle sahaya gitti ki..
Sonra Konya yolunda, İletişim Başkanlığı’nın ışıkları hiç sönmedi. Hani o “Rende Binası” dedikleri. Böylesi bir krizden nasıl çıkılacaktı – düşman yaratarak. Ama kutuplaştırma sevdalısı yönetimimiz düşman yaratacaktı. Elbette düşman büyük bir afet. Doğa gücü. Allahın takdiri…
Gerçekten öyle mi? 1999 depreminden bu yana ödediğimiz vergiler nereye harcandı? Biz neden devlet yerine 15 – 20 kişi organize olup el ele yardım ulaştırmak için çabalıyoruz? Neden yerel yönetimlerin Tırların üzerine Valilik yazılıyor? Çıldırdınız mı? İnsanlar öldü ve siz insaniyetinizi trol ordularınızla enkazın içine gömdünüz. Yoktunuz, el insaf, ilk 72 saat, yoktunuz!

İmar barışlarında oradaydınız, önlemler alınmazken oradaydınız, inşaatlar usülsüz kontrol edilirken oradaydınız, Hatay afet bölgesinden çıkarılırken oradaydınız.

Deprem vergileri nerede? Neredeydi o ayazda Kızılay’ın çadırları? Nerede afet durumlarında organize olması gereken ordu?

Kendi adıma çok öfkeliyim. Ve herkesin bu soruları da defalarca sormasını istiyorum.

Ölen yakınınız enkazdan çıkarılabilirdi. İnsanlar kaderine terk edilmeyebilirdi. Enkazdan cesetleri çıkarıp aile yakının eline vermeyebilirdiniz! İnsanlar arabalarının arkasına koyup ölen yakınlarını kendi imkanlarıyla o toplu mezarlara gömmeyebilirdi!

Belki 500 yıl boyunca orada deprem olmayacak. Ama belki bizler hafızamızın en derinliklerinde, oralarda, devletine vergisi veren insanlara bakmak için bir devletin olmadığını, Hilti’lerin gitmediği, çadır stoğunun yeterli olmadığını ve mobil tuvaletlerin olmadığını hatırlayacağız.
Evet çok güvendikleri 1999 depremi söylemi… O depremin siyasi sonuçlarından birinin DSP’nin başında olduğu koalisyonun dağılması olduğunu hatırlamamaları enteresan.
Hatay’a 2-3 Eylül tarihlerinde Hatay Barosu’nun davetlisi olarak gidip, TBB Başkanı Erinç Sağkan ve yazar İnci Aral ile o yıkılan Hatay Meclis Binası’nda bir panel vermiştik. Panelin ardından ufak bir tören yapılmıştı. Orada Gürkan Korkmaz ile nihayet yüz yüze tanışmış, Ali İsmail Korkmaz Vakfı için yaptıkları dinleyip, vakıf yönetiminin zorluklarıyla nasıl baş edilir, konuşmuştuk. Bugün Gürkan’ın bir çok akrabası hayatta değil, biri diğer kardeşi…

Hatay Barosu’na kayıtlı birçok avukatla tanışmış, Hatay’a daha uzun gelme sözü verip, hayatımın geri kalanı için Hatay eksenli bir hayatı düşlemiştim. O hayat dolu sokaklar, mutlu insanlar… Meğer o düş bir trajedinin ortasında havada kalacakmış.

Belki yaşanan travmanın yazıya dökülmesi uzun zaman alacak. Bazı insanlar ölen çocuklar için enkazlara balonlar takacak, neden anlayamadığım şekilde… Bazıları bu yaşananları görmezden gelip televizyonda yeni bir dizi açacak, bazıları AHaber’e inanacak. Bazıları instagramda, tiktok’ta yeni trend videolara dalacak. Evet hepimizin arınmaya ihtiyacı var doğru, ama hayatın tüm bu akışkanlığı, hayata devam etme güdüsü olsa da, travma hepimizin içinde baki kalacak.

Bu trajediden çıkan bir umut halkın afetteki dayanışma gücü olacak. Elele, birlikte, dayanışmayla ve hiçbir çıkar beklemeden…
Ve elbette #benidenotet

Önceki ve Sonraki Yazılar
ÖZGE MUMCU AYBARS Arşivi
SON YAZILAR