CEM ERCİYES
Dolapdere
Bir zamanlar Kurtuluş’ta komşum olan Şahin Usta’nın evi Beşiktaş Spor Kulübü’ndeki güreştiği zamanın hatıralarıyla doluydu. ‘Usta’ unvanı ise 1960’lardan itibaren Dolapdere’nin en iyi kaportacılarından biri olmasından kaynaklanıyordu. Ben onu tanıdığımda emekliydi, zaten kaportacılık mesleği de çoktan tarihe karışmıştı. Ama Dolapdere hala oto tamirhanelerinin merkeziydi.
Aradan geçen yirmi senede biraz değişti, ama muhit bugün de öyle. Pangaltı’dan biraz aşağıya indiğinizde tamirhaneler başlar, sonra yerini plastik manken imalatçılarına bırakır. Arada büyük dükkanlarda inşaat malzemeleri, hatta kum, çakıl, kiremit satıcıları vardır. Bir süredir bunların aralarında oteller, sanat galerileri, müzeler ve lüks konut-ofis projeleri kendini gösteriyor. Caddenin bir tarafında bu yeni dünyanın yapıları, kurumları yükselirken, diğer tarafında Tarlabaşı’nın çöküntü alanına dönüşmüş eski yapıları ve şehrin en yoksul, çaresiz insanları yaşıyor. Bu anlamda İstanbul’un en keskin çelişkilerinden birini de simgeliyor Dolapdere.
Bilgi Üniversitesi’nin burada bir kampüs kurması değişimin başlangıcı sayılabilir. Ardından Vehbi Koç Vakfı’nın çağdaş sanat müzesi için, otomobil bayii ve servisi olan binasını yıkıp inşaata başlaması geldi. Bu arada Pilevneli Galeri müzenin hemen yakınlarındaki bir binada faaliyete başladı, Ankara’daki Evliyagil Müzesi bir küçük binada İstanbul şubesini açtı, daha sonra Dirimart açıldı, Tunca Sanat buraya geldi. Şimdi irili ufaklı başka sanat kuruluşları ve hatta bir iki kilometre ilerideki Piyalepaşa’da açılan galerileriyle birlikte burası sanatın yeni merkezlerinden biri.
Sanat izleyicisinin ve profesyonellerinin gelip gidiyor olması büyük bir dönüşüme neden olmuş değil. Atölyelerin, küçük dükkanların, yıkık dökük binaların bulunduğu, siyahlardan Suriyelilere her tür göçmenin ve yoksul insanın yaşadığı bir yer burası hala. Hafta sonu gittiğimde cadde üstünde bir iki yeni lokanta ve kafe açıldığını gördüm. Onun dışında öyle iddialı esnaf lokantaları filan da yoktur ve aslında bir şeyler yiyip içebileceğiniz, vakit geçirebileceğiniz en uygun yer Arter’in kafesidir. Türkiye çağdaş sanat ortamının en önemli kurumlarından biri olan Arter’i de Cumartesi öğlen saatlerinde beklediğimden tenha buldum. Kafesi de sergi salonları da gayet sakindi. Türkiye’deki en iyi sanat kitapçısı olan dükkanında küçük turumu attım ve farkında olmadığım güzel birkaç Türkçe kitap bulup, aldım.
Uzunca bir süredir çağdaş sanatta uluslararası düzeyde bir galeri olarak zirvede kendine yer edinen Dirimart’ta Shirin Neshat sergisi var. İran kökenli sanatçı Türkiye’de de iyi tanınır ve sevilir. Bu kez, yaşadığı ABD’ye dönüp bakmış ve bu ülkedeki göçmenleri, siyah ve hispanikleri, yani Amerikan rüyasından nasibini alamayanları fotoğraflamış. Land of Dreams adlı sergi 111 fotoğraf ve iki videodan oluşuyor. Türkiye’nin belli başlı sanatçılarının önemli bir kısmını temsil eden ve onlara sergiler açan Dirimart, böyle uluslararası starları da ağırlıyor. Mutlaka sanatın ağır toplarını görebileceğiniz, onlar için hazırlanmış kitaplar alabileceğiniz, iddialı bir kurum Dirimart.
Ama Dolapdere’nin en canlı yeri her zaman olduğu gibi Pilevneli. Murat Pilevneli, starlar yaratmayı, bulmayı ve onları daha da popüler hale getirmeyi iyi bilen bir galerici. Galerinin önünde Refik Anadol sergisindeki gibi bir kuyruk yoktu bu kez, ama ‘küçük kalabalık’ burada yine ‘bir şeyler olduğunu’ uzaktan bile belli ediyordu.
Son yıllarda yıldızı parlayan genç sanatçı Esra Gülmen’in yeni sergisi, ‘Don’t Play With My Emotions’ı gezmeye gelenlerin hepsi de çok genç ve çoğu da kadın. Bu genç kadınlar galerinin küçük mekanında her katı doldurmuş, neredeyse her eserin yanında resim çektirmekteydi. En başta da duvardaki dev ‘I do Give A Fuck’ yazısının altında…
Aslında galeride iki sanatçının sergisi var; Tarık Töre’nin karalamalar, illüstrasyonlar, yazılardan oluşan kaotik resimleri de gayet genç ve ilgi çekici. Ama insanları buraya getiren uluslararası kariyeri, instagram paylaşımları, hatta özel hayatıyla tanıyıp merak ettikleri Esra Gülmen. Onun işlerinde genç insanların aşina olduğu ‘duygular, klişeler, popüler kültür imgeleri’ vurucu birer görselliği dönüşüyor. Bu görselliği yazıyla yapıyor; harfleri resme dönüştürüyor, onları gündelik nesnelerle ilişkilendiriyor ve bazen bir yorgan, bazen bir klavye, bazen de bir dışkı heykeli şakacı bir sanat eseri olarak karşımıza çıkıyor. Günlük duygular, kadın erkek ilişkileri ve tabii ki cinsellik göndermeli işlerde herkes kendinden bir şeyler buluyor. İçerdiği zekaya, yalın ama güçlü görselliğe hayranlık duymamak mümkün değil. Sanki çağdaş sanatta bir süredir eksikliğini hissettiğimiz ‘sansasyon’ burada yeniden kendini gösteriyor. Dolayısıyla Esra Gülmen’in sergisi ve Pilevneli Galeri özetle söylemek gerekirse ‘yıkılıyor’. Instagramda paylaşıldıkça popülerliği artan bu sergi, 28 Mayıs’a kadar açık.
Pilevneli’deki sergileri gezerken edebiyatta ve sanatta yeni ve genç bir başka ruhun artık kendini gösterdiği ve takipçi kitlesini de yaratmakta olduğunu düşündüm. Hemen en yakın kitapçıya gidip Sally Rooney’nin yeni romanını almaya karar verdim.
Tabii bu o kadar kolay olmadı; çünkü Dolapdere’den Beyoğlu’na çıkmak öyle kolay değil. Malum, bu sanat muhitinin en büyük sorunu ulaşım. Toplu taşım neredeyse yok, arabayla gelenler nereye park ediyor bilmiyorum; anladığım kadarıyla ara sokaklarda kendinize bir yer bulmanız gerekiyor. Taksi ise, malum İstanbul’da zaten yok, bulsanız da şoföre “Taksim’e gidiyorum” diyecek cesarete sahip olmanız gerek. Çünkü aslında Beyoğlu-Taksim hemen önünüzdeki tepenin üstü. Yani çok kısa mesafe. Fakat buraya yürümek için dik bir yokuşu tırmanmak, Tarlabaşı’nı aşmak, benim gibi yanlış hesap yaparsanız devasa kentsel dönüşüm alanına denk gelip inşaatın etrafından dolaşmak zorundasınız. Nişantaşı için de tamirhaneleri kat edeceğiniz bir başka yokuşu tırmanmanız gerekiyor. Dolayısıyla Dolapdere sanat turu, size kaçınılmaz bir küçük çevre yürüyüşü de vadediyor.
Benim bu yürüyüşe itirazım yok. Shirin Neshat’ın Amerika’nın kaybedenlerini gösteren pırıl pırıl fotoğraflarını seyrettikten sonra biraz da kendi kaybedenlerimize bakmamız şart. Neyse ki Dolapdere sanat muhiti bize bu imkanı da sunuyor. Belki de hesaplanmamış bir performans olarak, buradaki sanat tecrübenize bu yüzleşmeyi de ekliyor. Havalar iyiyken, kaçırmayın.