Ekonomist Erdoğan

Normalini kaybetmiş bir memlekete dönüştüğümüz için hemen hemen her gün dönüp dolaşıp yaşadığımız ya da muhatap olduğumuz olayın normalinin ne olduğunu düşünüyor ya da tartışıyoruz. Bu meselenin en garibanı da bizim mesleğimiz; gazetecilik.

Her teknolojik, ekonomik ya da politik gelişme sonrasında, “gazetecilik nedir, gazeteci kimdir?” sorularına yanıt arıyoruz. Bu mesele Ramazan aylarının gelenekselleşen “Sakız orucu bozar mı?” sorusunu da aşmış vaziyette.

Memleketin bu hale gelmesinin nedeni de açık; Recep Tayyip Erdoğan. Partisinin kuruluş yıl dönümünde yaptığı konuşmada Türkiye’nin 21 yıl öncesine göre her alanda daha özgür olduğunu, demokrasinin de çok daha ileriye taşındığını söyledi. Daha önceki açılamalarında da “Basın hiç olmadığı kadar özgür, yargı hiç olmadığı kadar bağımsız” demişti. Aynı zamanda ekonomide sıçrama yaptık ve en büyük ilk 10 ekonomiye girmek üzereyiz, Erdoğan’ın açıklamalarına göre. Bir ekonomik tez olarak yükselen döviz nedeniyle Erdoğan'ın meydanlarda söylediği "Onların doları varsa bizim Allahımız var" yaklaşımını da hatırlamak lazım.

Bu açıklamalar nedeniyle normal olmayan bir durumla karşı karşıya kalıyorsunuz. Hani burada felsefecileri devreye sokarak bir “Normal nedir, nasıl belirlenir?” tartışmasına da ortam yaratmak niyetinde değilim. Aslında ihtiyacımız da var buna. Biz “genel kabul” üzerinden yürüyelim, o zaman diliminde genel kabul gören ya da sayısal bilimlerin elde ettiği mutlak olan sonuçlar diye tanımlayalım. Bu işimizi de kolaylaştıracaktır.

EKONOMİ BİLİMİ

Ekonomi, iktisat bir bilim. Tanımı da hayli açık Wikipedia’da:

İktisat veya ekonomi, üretim, dağıtım, tüketim, ticaret, değişim ve bölüşüm ile ilgili etkinliklerin bütünü ile bu etkinlikleri inceleyen bir sosyal bilim dalıdır. Mevcut kaynakların sınırlı, insan ihtiyaçlarının ise sınırsız olması, iktisat biliminin ortaya çıkma nedenidir.

Sosyal bilim dalı olmasına karşın matematikle ifade ediliyor ekonomi. Tarihsel deneyimlerin sonucunu kural ya da kanun olarak ortaya koyuyor. Yanılma payı diğer sosyal bilimlere göre daha az. “Her şeyin başı” ekonomi olduğu için yaşanan pratik oranı hayli fazla ekonomi biliminde. Devletin ekonomiye tam hâkim olması da bir tezdi, devletin ekonomiye hiç bulaşmaması da. Her ikisi de denendi ama olmadı.

Devletin ekonomiden mutlak uzak durmasının söylendiği ülkelerde artık ekonominin gözü hep bir biçimde devlet aygıtı olarak çalışan merkez bankalarının açıklayacağı politikalarda. Yani serbest piyasa koşulları öyle kendi kendine bir ekonomik model oluşturamıyor, devlet gibi bir organizasyona ihtiyaç duyuyor. Zaten ekonomi bilimine ve elde ettiği deneyimlerden çıkardığı sonuçlara karşın, belli periyotlarla dünya ölçeğinde ekonomik kriz, nedenleri farklı olsa da yaşanıyor. Ve bunu bizzat bu bilimin kendisi önceden görüyor ve nedenleriyle birlikte söylüyor.

Ekonominin sanırım hayat döngüsünde periyodik bir krizi var, devletlerin de önlemekte aciz kaldığı. Belki sağanak yağmur, deprem gibi. (Ekonomist olmadığım için abartma hakkımı sonuna kadar kullanıyorum) Bir iktisatçı modunda yazmaya devam ederek güçlü bir tahlille bu mevzuyu kapatayım: Hiçbir ekonomik kriz sinyal vermeden gelmiyor.

FAİZ DÜŞÜRMENİN ANLAMSIZLIĞI

Türkiye farklı nitelikte ve uzun süreli bir ekonomik krizden geçiyor. Ve bu krizi politik olarak seçmenini de kısmen de olsa karşısına almadan yöneten bir siyasi irade var. Alınan kararların hiçbiri ekonomi bilimine uymasa da sonuçları iktidarı ve Erdoğan’ı tatmin ediyor. Çünkü hedef, dövizi biraz aşağıda tutmak ve piyasadaki para miktarını azaltmadan tekerin dönmesini, çorbanın kaynamasını sağlamak. Alım gücünün düşmesi sıkıntı değil, düşse de var olması yeterli bulunuyor. Ülkeye sürekli giren sıcak para ve bunlar için çıkarılan ve süresi uzatılan varlık barışı yasaları, swap anlaşmaları, kısa ve uzun vadeli yüksek maliyetli borçlanma, vatandaş ve ülke yararına olmayan ama kısa vadede Erdoğan’ın politik olarak işine yarayan para politikaları, faiz uygulamaları. (Buradaki Nass söylemi sadece politik kimliğe bir vurgu içindir, uygulanma ihtimali olmayan ama tabanın hoşuna giden bir söylemdir.)

Örneğin son olarak Merkez Bankası faiz indirdi. Politika faizi yüzde 13. Adını unutmayın; 'politika faizi'. Bunun sokaktaki insana bir faydası yok, onu ilgilendirmiyor. Bu faiz bankaların işine yarıyor. Merkez Bankası’ndan bu faiz ile alınan para, banka tarafından yüzde 40’lara varan bir faiz oranı ile muhtelif ad altında kredi olarak vatandaşa veriliyor. Hatta Kur Korumalı Mevduat diye yüzyılın icadı ile bankalara şahane bir para kazanma olanağı tanıdı Erdoğan. (Yalçın Karatepe’nin Bir Gün gazetesindeki makalesini mutlaka okuyunuz)

DÜNYANIN NORMALİ

Şimdi girişimizdeki tartışmaya dönelim, ekonomik krizdeki, yüksek enflasyon yaşayan bir ülke normal olarak ne yapar? Normale işte burada ihtiyacımız var. Avrupa ve ABD işin “normali” gereği enflasyonla mücadele ederken farklı bir semptom olan durgunluk yaşamamak için sağlam adımlar atarak sakin, agresif olmayan bir biçimde faiz arttırdı. Çünkü ekonomi bilimi yılların deneyimiyle bunu söylüyor. İşte bir normal size.

AKP iktidarın ilk yıllarını tekrar tekrar anlatmadan kısaca da hatırlatalım. Dünyadaki bol nakit, Kemal Derviş politikaları, bütçe disiplini ve IMF kontrolü nedeniyle küresel kriz 2008/2009 yıllarında Türkiye’ye çok hasar vermeden atlatıldı. Erdoğan bunu “teğet geçecek" diye anlatmıştı. Yani dış kaynaklı bir krizi bertaraf edebilecek bir iktidar varmış o zaman Türkiye’de.

Yine dış kaynaklı olduğu söylenen bir ekonomik kriz ve onun sonucu olarak yüksek enflasyon ve sürekli artan döviz kuru mevcut. Krizin kaynağında yani dışarıda yüzde 7 ile 10 arasında enflasyon yaşanırken bu oran Türkiye’de yüzde 70 ile 100 arasında. Dış kaynaklı krizleri “teğet” geçirme yeteneği ve deneyimi olan bir iktidarın bu sefer bunu neden başaramadığı sorusunu soralım. Hatta bu dış kaynaklı ekonomik krizin, neden Türkiye’de kaynağına göre 10 kat fazla enflasyonla yaşandığı sorusunu da buna ekleyelim. İşte bu da normal olmayan bir durum.

YÖNETİLEN YOKSULLUK

AKP iktidarından önce cemaatin kanalı Samanyolu ve iktidarın kanalı Kanal 7’de Kimse Yok mu ve Deniz Feneri derneklerinin programları yayınlanırdı. Ülkedeki yoksulluklar biraz da dini dayanışma propagandası eşliğinde sergilenirdi. Bu programlar inanın çok etkiliydi. Millî Görüş’e ait olan yerel yönetimler de bu programlara katkı sağlardı. AKP’nin iktidarının ilk yıllarında bu derneklere bakanlar ziyarete gider, yayınlarına katılırlardı. Seçmen toplamak için çok iyi bir zemindi burası. Bu tür programlar artık yok, çünkü iktidarın buna ihtiyacı yok. Daha sonra devlet el attı buraya. Bakan Nebati açıkladı: 21 yıl önce 1 milyon aileye yardım yapılırken bugün 4.3 milyon aileye devlet bir biçimde yardım yapılıyor. Kaba bir hesapla nüfusun yüzde 20’sine AKP devlet aracılığıyla yardım yapıyor. Ve siyasetinin bir gereği olarak bu yoksulluğu yönetiyor, ortadan kaldırmak yerine büyütüyor. Hatta belediyeler elinden gidince ve muhalefete geçince bu ihtiyaç sahiplerine, onların yardım etmesini yani kendisine bir biçimde bağımlı hale getirdiği yoksulları muhalefet belediyelerine de “kaptırmak” da istemiyor. Bakın bu da normal değil.

Devletin paraya çok ihtiyacı var. Ve parayı vatandaşından kazanıyor. Yine normal olmayan bir şey aktaralım, hayat pahalandıkça devletin gelirleri artıyor. Çünkü devletin gelirlerinin büyük kısmı dolaylı vergilerden oluşuyor. Kafanız karışıyor değil mi, haklısınız. Ama karışmasın, devlet aracılığıyla AKP kendisine bol miktarda zengin yarattı. Sağ siyasetin yeteneğini burada bir kez daha gördük. Bütün tercihleri sınıfsal olan ve patronların önünü açan, bu anlamda sıradan bir sağ iktidardır AKP. Farkı belki özel ilişkilerde gizlidir. Örneğini İstanbul Havalimanı'nın kirasının 49 yıl sonrasına ertelemesinde gördük. Oysa rekorlar kıran ve çok para kazanan bir havaalanı olarak gösteriliyor burası. Türkiye içinde aktarmalı her yolcunun da zorunlu olarak uğrayacağı bir ara durak. Tam burada rejimin adını koymaya gerek var mı? Alım gücü düşen, halkı yoksullaşan ama sermayedarları rekor karlar elde eden bir ülke.

GERÇEKTEN TEK KİŞİLİK HER ŞEY

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde ekonomiyi danışacağı kimse yok artık Erdoğan’ın (Yiğit Bulut, Cemil Ertem bile). Aynı dış politikada olduğu gibi, kendi fikirlerini onaylayacak isimlerle yol alıyor. Hoşlanmayacağı düşünceleri açıklayacak olanlarla da ya görüştürülmüyor ya da görüşme öncesinde bizzat Özel Kalem Hasan Doğan tarafından “Hoşlanmayacağı konuları dillendirirseniz bu son görüşmeniz olur” diye uyarılıyorlar. Hatta bakanlar, bakanlıklarıyla ilgili bir konuyu doğrudan dile getiremiyorlar. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’a konuyu iletiyorlar. Oktay talepte bulunan bakana “Sen konuyu gündeme getir ben de destek veririm” güvencesi veriyor ama konu toplantıda gündeme gelemiyor.

Erdoğan'ın ucuz iş gücü olarak göçmenlere sahip çıkmasının kökeninde de ekonomik bir gerekçe yatıyor. Çok üretmek, daha çok ve ucuz üretmek. İthalatı dikkate almadan rekor olarak açıklanan ihracat rakamları da bunun göstergesi.

Özetle Türkiye’yi yönetmenin maliyetini iyi hesaplayan bir siyasetçi Erdoğan. Bu nedenle piyasadaki parayı eksiltmeden hatta arttırarak tekerin dönmesini çorbanın kaynamasını sağlamaya çalışıyor. Bunun temelinde de ülkeye para gelsin de nereden gelirse gelsin anlayışı var. Bu para gelecek yerlerle ilgili tek sıkıntısı IMF.

IMF karşıtlığı ideolojik ya da politik değil. Orada da manevra kapasitesi devreye itina ile sokulur. Kaldı ki Körfez ülkelerinden daha keskin bir manevra da olmaz bu. Mesele IMF’nin verdiği parayı kafanıza göre kullanacak olamamanız. Yani takvim dışına çıkarak Temmuz ayında asgari ücreti arttıramazsınız, emekliye memura enflasyon oranında zam veremezsiniz. Kamu harcamalarını yarı yarıya azaltırsınız. Bunları yaptığınız zaman da bir anda teker durur ve çorba kaynamaz. Kendinize bağımlı hale getirdiğiniz ve yarısı seçmen olan 4.3 milyon hane halkı size oy vermez ve o dramatik oy düşüşünü yaşarsınız.

Seçime kadar sarayın bir ekonomi politikası yok. Bu seferki düşünceleri çok fazla düz mantık içeriyor; “ekonomik nedenle bizden ayrılan seçmen ekonomi düzelince gelecektir.” Mesele onlara göre bu kadar basit. Bu nedenle, piyasadaki fiyatların yükselmesinin durması -onlar buna dengelenmesi diyor- net hedefleri. Ve piyasada paranın dönmesini sağlamak. Enflasyonun zirve yaptığı inancındalar bundan daha fazla yükselmemesi başarı olarak sunulacak. Tabii en önemli ekonomik faaliyet alanları inşaat. Bunu da piyasaya bir para pompalama aracı olarak görüyorlar ve bu nedenle desteklemeye devam edecekler.

AKP’nin ekonomi politikaları parti organlarında da görüşülmüyor. O nedenle hiçbir parti yöneticisi uygulanan ya da uygulanacak olan ekonomi politikalarını bilmiyorlar, anlamıyorlar, anlayamadıkları ve bilmedikleri için de anlatamıyorlar. Akademik olarak ekonomi ile ilgilenmiş, kariyer yapmış olanlar dahil. Bu nedenle mevcut sistemi tek başına kurgulayarak uyguladığı için rahat bir biçimde Erdoğan’a “ekonomist” diyebiliriz. Doğru ya da yanlış elinde uygulama olanağı da bulduğu bir modeli var. Ve model öyle ya da böyle 4-5 yıldır işliyor. Daha ne kadar işler? Erdoğan’ın hedefi seçime kadar. Ama ekonomi bir bilim ve elindeki verilere bakarak diyor ki; “zor”…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR