MEHVEŞ EVİN
Emek ve Özgürlük İttifakı’nda bir yeşillik var!
Üçüncü İttifak, Türkiye’nin en kronik iki meselesi olan “emek” ve “haklar” ekseninde siyaset yürütmek için bir güç birliğinin ilanı. Fakat demokrasi, haklar, emeğin yanı sıra doğadan yana bir siyaset vurgusu basınımızda pek önemsenmedi. Hatta, ittifakın birleşenlerinin bile tam yazılmadığını fark ettim.
O zaman tüm bileşenleri sayalım: Türkiye’nin üçüncü büyük partisi HDP’nin bileşenleri olan Birleşik Devrimci Parti, Demokratik Bölgeler Partisi, Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Sosyalist Dayanışma Platformu, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi, Yeşil Sol Parti ile Halkların Demokratik Partisi, Emekçi Hareket Partisi, Emek Partisi, Sosyalist Meclisler Federasyonu, Türkiye İşçi Partisi ve Toplumsal Özgürlük Partisi.
Sol ittifaka neden başka sol partilerin katılmadığı sorusunun özet cevabı, Kürt meselesine farklı yaklaşımları. Bu yazıda daha ziyade Dünya'da da radikal bir akım olarak başlayan “yeşil siyaset”in ana akım siyasete etkisine değineceğim.
Aşırı sağ, popülist hareketlerin yükselişi üzerinde çok yazılıp çiziliyor, fakat yeşil siyasetin özellikle genç kuşaklarda bulduğu karşılık pas geçiliyor. Mesela “göçmenlere defol” diyen bir Zafer Partisi, medyada çok daha görünebiliyor. Ama daha yeşil, daha adil bir geleceği siyasetinin merkezine koyanları duymak o kadar kolay değil.
“ERGENE’Yİ KAPATACAĞIZ” DİYEN TEK İTTİFAK
HDP seçilmişleri ne zaman Kürt sorunuyla ilgili bir şey söylese, doğal olarak manşetlere taşınıyor. Ancak sadece Kürtlerin hakkı değil, diğer azınlıkların, emekçilerin ve doğanın haklarına dair söyledikleri, basının büyük bölümü için de geri planda kalan bir tema. (Eski medya gelenekleri nasıl değişmek zorunda kaldıysa yakında bu yaklaşım da değişecek, çünkü ABD’den Avrupa’ya, Uzakdoğu’dan Amerikalar’a gidişat bu.)
Mesela geçen yıl aylarca Marmara Denizi’nin kirliliği konuşuldu, şimdi unutulup gitti gibi. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Ergene’yi ziyaret etti, parti Meclis’e pek çok araştırma önergesi verdi.
Fakat bu acil soruna dair en net tavrı “Ergene’yi kapatacağız” diyen HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar gösterdi. Mezopotamya Ajansı’na verdiği mülakatta Sancar’ın, ittifakı anlatırken emek sorununun doğa sömürüsüyle bağlantısını vurgulamasını çok değerli buldum:
“Çorlu ve Tekirdağ bölgesi emek sömürüsünün en derin olduğu yerlerden biri. Aynı zamanda doğa talanının en insafsız yaşandığı yerlerden. Ergene Nehri zehir akıyor. Birkaç metre ötede berrak bir su akarken kaynakta, buraya gelirken neden zehirli hale geliyor? Çünkü sanayi tesisleri hiçbir kontrol ve denetim olmadan atıklarını bu nehre salıyorlar. İktidar bunlara göz yumuyor (…)
Doğanın talan edilmesinin hayatlarımızı nasıl tehdit ettiğini burada birebir her gün yaşıyoruz. O nedenle emek sömürüsüne karşı mücadeleyi, doğa talanına karşı mücadeleyle mutlaka birleştirmeliyiz.”
Şunu belirtmek lazım: HDP, kuruluşundan bu yana özgürlükler kadar ekoloji konusuna manifestolarında, siyasetinde yer vermeye çalıştı. AKP’nin çözüm sürecini çöpe atmasıyla başlayan ağır kriminalleştirme, tutuklamalar, siyasi davalar ve son olarak da parti kapatma hamleleri, partinin daha geniş kitlelere kendini anlatmasına da izin vermedi. Ne oldu? Onca haksız saldırı ve lince, irade gaspına rağmen HDP, bu seçimin de kilit partisi.
BİRLEŞİK EKOLOJİK MÜCADELEYE ÇAĞRI
“HDP eşittir terör” zorlamasının arkasında ne yattığını çözebilenler için Emek ve Özgürlük İttifakı, diğer iki ittifakın sahip çıkmadığı/çıkamadığı Kürtlerin hakları kadar kadın, LGBTi, emekçi, ve doğa haklarını merkezine oturtuyor.
Örneğin HDP’nin bileşenlerinden biri olan Yeşil Sol Parti, eylül ayı itibarıyla örgütlenmesini tamamdı ve seçime girme yeterliliğini aldı.
Tahminim o ki pek çoğunuz Yeşil Sol Parti’nin neyi temsil ettiğini bile bilmiyorsunuz. Öyleyse sonuç bildirgesinden alıntılayalım:
“Yeşil Sol Parti Meclisi olarak, ülkenin değişik yerlerinde ortaya çıkan ekolojik yıkıma karşı direnişi örgütleyenlerin her biriyle dayanışmanın, onlara destek olmanın ve bu direnişleri birleşik ve bütünleşik bir ekolojik mücadeleye dönüştürmenin önemli olduğunu savunuyor; bunu öncelikli görevlerimiz arasında görüyoruz.
Sermayenin tüm canlılara ve doğaya karşı uyguladığı düşmanca politikalarla mücadelenin vazgeçilmez bir sorumluluk olduğunun altını çiziyor; saldırıların merkezi ve sistematik olduğu tespitinden yola çıkarak başta iklim krizi olmak üzere ekolojik yıkıma karşı uluslararası perspektifi esas alarak yerellerde güçlü örgütlenmeler gerçekleştirmenin önemini anımsatıyoruz.
Bu dille istenen kitleler yaratılabilir, mücadele kurulabilir mi, ayrı mevzu...
Dünyada ve Türkiye’de, kısa yoldan yüksek kâr için ekolojiyi, dolayısıyla insanı sömüren düzenin son çırpınışları yaşanıyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun Ipsos’la yaptığı son ankette Türkiye, iklim değişikliği dolayısıyla endişe yaşayan ülkeler arasında ikinci sırada.
Prof. Dr Fuat Keyman’ın vurguladığı gibi, “Genç kuşaklar için birinci ve ikinci sıraya yerleştirdikleri iki sorun: eşitsizlik (işsizlik) ve iklim değişikliği.” Keyman,’a göre “yeşil dip dalgan”ın siyasete nasıl yansıyacağının muğlak ve net bir yanıtı yok.
Öte yandan AKP’den “iklim, doğa” üzerine şaşaalı laflar duysak da sorunu yaratan politikaların bizzat sahibi olmaları (örnek: Ergene deşarjı) ne kadar samimi olduklarını gösteriyor.
1970’lerde tohumları atılan yeşil hareket, artık sadece gelişmiş ülkelere has, marjinal bir hareket değil… Yeşil partiler, Avusturya, Yeni Zelanda, Almanya, İrlanda, Belçika ve Finlandiya’da koalisyon hükümetinin parçası.
Brezilya, Bulgaristan, Kanada, Şili, Hırvatistan, Fransa, Macaristan, Meksika, Kuzey Makedonya, Norveç, Polonya, Ruanda, İspanya, Slovenya, İsveç, İngiltere’de ise Meclis’teler.
Türkiye dahil, Dünya’nın her köşesinde “iklim grevleri” yapılıyor ve giderek daha fazla gençten destek alıyor.
Seçimde “Z kuşağı”na hitap etmeye çalışanlar olaya bir de bu açıdan baksa ne güzel olur!