İLHAN UZGEL
Putin, Ukrayna’da el artırıyor
Ukrayna savaşı yeni bir safhaya geçerken, Rusya için zor ama daha tehlikeli bir hal almaya başladı. Putin yaptığı bir konuşmayla kısmi seferberlik ilan ederek, Rusya’daki askeri çevrelerden gelen baskılara cevap verdi ama dünyaya da sahadaki durumun iyi gitmediğini alenen göstermiş oldu.
En başından itibaren Putin’in Ukrayna seferinin realpolitik, insani, sınıfsal ve hukuk açısından etik açısından yanlış bir hamle olduğunu, küresel sistemin doğru bir okumasına dayanmadığını, sonuçta tabii ki en çok Ukrayna’ya ama Rusya’ya, buradan aynı anda hem emekçi kesimlere, hem oligarklara, hatta Avrasyacılara ve Avrasyacılık fikrine zarar verecek bir hamle olduğunu savunuyorum. İlk birkaç gün içinde Zelenski hükümetini deviremediği andan itibaren bu savaşın kaybedilmeye başlanacağını, Rusya’nın zaten büyük bir kısmını kontrol ettiği Donbas bölgesinin tümünü ele geçirmek için bu kadar maliyete ve insan kaybını göze almanın ciddi bir stratejik hata olduğunu vurguluyorum.
PUTİN’İN YENİ HAMLELERİ I: SEFERBERLİK
Sahada istediği sonucu alamayınca Putin üç yeni hamlede bulundu. Önce kısmi seferberlik, dört bölgede bağımsızlık ilanı ve Rusya’ya ilhak referandumu ve bilindik bir kart olarak nükleer koza tekrar başvurma, el artırarak bunun blöf olmadığını vurgulama.
Seferberlik kararı gereğince 300 bin askerin askere alınmasının en önemli sonucu, savaşa dair ilk hesapların tutmadığının kabulü oldu. İkinci olarak savaş Rus halkının hayatına şimdiye dek fazla dokunmamıştı. Bunda Rusya’nın ekonomisinin daha kontrollü olması nedeniyle Batı yaptırımlarının yarattığı olumsuz etkilerle baş etmesi de önemli rol oynamıştı. Seferberlik, Rusya’da askeri kesimin ve şahinlerin talebiydi ve bunun toplumsal sonuçları riskli olacağı için Putin yönetimi bundan kaçınıyordu. Savaşın başlarında yapılan kamuoyu yoklamaları genelde halkın desteğini gösteriyordu ama önemli bir kesimi savaş konusunda çekimser bir tavır alıyordu. Seferberlik ilanı bütün bu havayı değiştirdi ve savaşı halkın gündemine doğrudan soktu. Putin, Ukrayna’ya askeri müdahaleyi savaş olarak tanımlamayıp “özel askeri operasyon” diyordu. Seferberlik çağrısı askeri operasyon iddiasını da geçersizleştirdi.
Bu arada Wagner askeri şirketinin patronu Prigojin’in 1500 mahkumu hapishaneden çıkarıp savaşmaya gönderme pazarlığını kaydedip yayınlaması gibi görüntüler Putin yönetimi açısından hem savaştaki insan kaynağı sorununu gösterirken hem de başvurduğu yol açısından oldukça sorunlu. Sonuçta dünyanın ikinci büyük ordusuna sahip, 'elimizde nükleer dahil çok güçlü silahlar var' diyen bir liderin, mahkumların vereceği desteğe ihtiyaç duyması fazla çelişkili bir durum.
Kaldı ki seferberlik ile 300 bin kadar yeni askerin devreye sokulması tek başına yeterli bir girişim de olmayabilir. Rusya’nın komuta, lojistik, düşük moral, dirençli ve giderek daha donanımlı ve deneyimli bir Ukrayna ordusuyla karşı karşıya kalmak gibi ciddi zorlukları var ve kısa sürede verilecek eğitimle sahaya sürülecek askerlerin savaşın dengesini değiştirmesi kolay değil.
Rusya daha en başından 20. yüzyıldan kalma bir stratejik mantıkla komşu bir devleti topyekün ele geçirip başkentini düşürmeye çalıştı. Bu ABD’nin en son 20 yıl önce deneyip vazgeçtiği bir yoldu. Sonrasında, sahadaki mücadelenin fazla bir teknolojiye gerek duymayan bir topçu savaşına dönüşmesi ve en son da, artık üniversitelerde tarih derslerinde anlatılan bir konu olan seferberlik ilanı Rusların arkaik savaş mantalitesini yansıtıyor. Silah sistemlerinin bu kadar teknolojik bir hal aldığı bir dünyada, Rusya’nın bu teknoloji açığını daha fazla asker ile kapamaya çalışması bir zafiyet ifadesi. Örneğin, Savunma Bakanı Şoygu’nun, ABD’nin sivil ve askeri uydularının Ukrayna üzerinde yoğunlaşmasından yakınmasını anlamak zor. Rus komutasının, ABD’nin bu türden dinleme, gözetleme faaliyetlerini hesaba katmadığı sonucu çıkarmak doğru olmayacaksa da, bunun beklenmedik ve şaşılacak bir gelişme gibi aktarılması da çok ilginç.
II: BAĞIMSIZLIK VE İLHAK
Putin, Ukrayna sahasında oyunu yeniden kurmak için ikinci hamle olarak Herzon, Zaporijya ve Donbas bölgelerinde sonucu belli bağımsızlık referandumları yaptırıp bunların Rusya’ya katılmasını sağlayacak. Bunun akıllı bir plan olduğuna kuşku yok. Böylelikle hem kendi kamuoyuna tarihi Rus topraklarının geri döndüğü müjdesini verip bir savaş ganimeti sunacak hem de Batı ve Ukrayna’yı zor durumda bırakacak. Çünkü Rusya’ya katıldıktan sonra bu topraklara yönelik olarak Ukrayna ordusunun askeri harekatı bir savunma savaşından çıkıp, saldırı savaşına dönüşecek. Dolayısıyla, taraflar yer değiştirmiş, Ukrayna Rusya topraklarına saldırıyor olacak.
Bu referandumların uluslararası hukuk açısından bir geçerliği yok. Komşu bir ülkeye askeri operasyon düzenleyip, silahların gölgesinde yapılan bir referandum zaten meşru olamaz. Kaldı ki, her güçlü ülke komşu ülkeye askeri olarak girip kendisine yakın bir yönetim oluşturup referandum ile o bölge ya da bölgeleri kendisine bağlarsa bütün dünyada kaos olur.
Putin böylece Donbas gibi daha önce elinde olan ve 24 Şubat’tan sonra ele geçirdiği bölge ve şehirlerin statüsünü mühürlemek istiyor. Buraları Rusya egemenliğindeki topraklar olarak ilan edip, Ukrayna ve Batı’yı buralara yönelik bir harekat konusunda uyarıyor, gerekirse nükleer silah kullanımını gündemde tutuyor. Bu en ciddi hamle, çünkü sonuçları büyük riskler taşıyor. Bu durumda Ukrayna bu oldu bittiyi ya kabul edecek ya da bu bölge ve şehirleri geri almaya çalışarak bu riski göze alacak.
III: NÜKLEER KART
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali irrasyonel bir karardı. Ama gerçekleşti. Taktik, yani kısa menzilli ve daha az etkili nükleer silah bile kullansa bu daha irrasyonel bir karar olur ama bu noktadan sonra imkansız olduğu söylenemez. Tıpkı işgalin kendisi gibi Rusya’ya faydası olmaz, savaşı kazandırmaz. Örneğin, nükleer silah ne için kullanılacak? ABD’nin İkinci Dünya Savaş'ında Japonya’yı teslime zorlamak için yaptığı gibi Ukrayna’nın iki şehrini mi nükleer silahlarla vuracak? Şimdiye kadar hiçbir ülke komşusuna karşı nükleer silaha başvurmadı. ABD Vietnam, Sovyetler Afganistan’da mutlak yenilgiye uğradılar ama nükleer silah seçeneğini gündeme bile getirmediler. Eğer Ukrayna birliklerini vurmak ise amaç bu da anlamlı bir tercih olmaz, birkaç yüz Ukraynalı askeri öldürmek için nükleer silah kullanmak mantıklı olmaz. Bunu bir kere kullanmak askeri olarak savaşın gidişatını değiştirmeyeceği gibi Rusya’yı uluslararası alanda daha zor bırakır. Nükleer silahların esprisi caydırıcı olmalarında yatar, kullanılmasında değil. Her ne şekilde olursa olsun, Rusya konvansiyonel silahlarla yenemediği komşusunu nükleer silahla cezalandırıyor konumuna düşer ve dünyada büyük prestij kaybeder.
BATI RUSYA’YI YOK ETMEK Mİ İSTİYOR?
Putin’in konuşmasında dikkat çeken bir nokta, Batı’nın Rusya’yı daha önce olduğu gibi “parçalamak” ve “yok etmek” istediği iddiası. Bir defa işgale kadar Rusya’ya karşı bütüncül bir Batı politikası yoktu. ABD ve İngiltere, Putin’in kendilerine yanaşmadığını, bir yandan Almanya-Fransa eksenini ABD’den ayırmaya çalışırken, öte yandan Çin ile yakınlaştığını görüyorlardı ve bundan rahatsızdılar. Yine Ukrayna savaşından önce Putin, Avrupa sermayesiyle hem ucuz enerji tedariki, hem yatırım imkanları ve enerji sektöründe işbirliği, hem de organik ilişkiler (eski siyasetçi ve CEO’ları Rus şirket yönetimlerine almak) kurarak Avrupa’yı ABD'nin yanından çekmeye çalıştı. Dolayısıyla, Avrupa’da Putin rejimine sempati olmasa da pragmatik bir işbirliği ve göz yumma söz konusuydu. Hatta, savaş sonrası özellikle Merkel, başta Putin, Orban ve hatta Erdoğan olmak üzere otoriterleri tolere ettiği gerekçesiyle görevden ayrıldıktan sonra sert bir şekilde eleştirilecektir. Almanya ve Fransa, ABD’den gelen Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğine yönelik baskılara direnirken, 2014 sonrasında Rusya’ya mesafeli olma, yaptırım uygulama gibi konularda ise gönülsüz ve göstermelik destek verdi.
ABD söz konusu olduğunda ise durum farklı. ABD elbette Rusya’yı zayıflatmak istiyor. Ama yok etmeye çalışmak anlamlı bir tanımlama değil. Bu otoriter liderlerin kendileri ile o ülkeyi özdeşleştirmelerinin, o ulusu kendi varoluşlarının uzantısı olarak görmelerinin bir sonucu. ABD Putin’i yok etmek isteyebilir, Putin de bunu fark ediyor ve tepkisini 'Batı, Rusya’yı yok etmek istiyor' şeklinde koyuyor. Yoksa ABD ve Batı Rusya’yı yok etmek yerine kendisine yakın tutmayı tercih eder. Dünyanın en büyük ülkesi olan bir ülkenin nasıl yok edileceğini zaten anlamak zor.
ÇİN VE HİNDİSTAN’IN RAHATSIZLIĞI ARTIYOR
Putin, Şubat 2022 başında Pekin’deki Kış Olimpiyatları öncesinde Çin lideri Şi ile görüşmüş ve iki ülke bir bildiri yayınlamışlardı. Bu bildiride Ukrayna adı geçmediği gibi, Çin yönetimi güvenliğin bir bütün olduğunu söyler ve NATO’nun genişlemesine dair provokasyondan bahsederken aynı zamanda sorunların barışçı yollardan çözümü ifadesini de devamında yaptığı açıklamalara ekliyordu. Çin tabii ki yaptırımlara katılmadı ve buna karşı olduğunu da açıkça ortaya koydu. Ama o görüşmede öyle görünüyor ki Putin, Çin liderini, bunun bir savaş değil bir askeri operasyon olacağını ve hızlı bir hamleyle Zelenski hükümetini devirip kendisine yakın bir yönetim kuracağı konusunda ikna etmiş olmalı.
Eylül içinde yapılan Şangay İşbirliği Örgütü’nün Semerkant’taki zirvesinde Putin, Şi ile yaptığı görüşmeyi aktarırken Şi’nin kendisine Ukrayna ile ilgili “kaygı ve sorularını” aktardığını söyledi. Hatta, Şi’nin “dengeli” yaklaşımını övdü. Oysa, iki ülke dışişleri bakanları daha önce iki ülke arasındaki dostluğun sınırının olmadığını ilan etmişlerdi. Çin’in dengeli değil herşeyiyle Rusya’nın yanında olması beklenirdi. En üst düzeyden yapılan bu açıklama Çin’in Rusya’ya koyduğu mesafeyi gösteriyor. Putin’in açıklamasında “Başkan Şi bize desteğini yineledi” gibi sıradan sayılabilecek bir cümle bile kuramaması, Çin’in savaşın uzamasından duyduğu rahatsızlığı gösteriyor. Yine, Putin’in seferberlik ilanı sonrasında Çin yönetimi “diyalog, ateşkes ve çözüm” çağrısı yaptı. Hırslı bir büyüme hızı tutturmak zorunda olan ve dünyanın en çok ihracat yapan ülkesi olan Çin, dünya ekonomisindeki bir yavaşlamadan zarar göreceğini biliyor. Bunun Rusya’dan alacağı ucuz enerjiyle telafi edilebilir bir yanı yok. Benzer şekilde Hindistan Başbakanı Modi de Putin ile görüşmesinde “şu an savaşın zamanı değil” diyerek, yaptırımlara uymasa da savaşın devamına da karşı olduğunu gösterdi.
Şu anki tablo Rusya’nın savaşa girerken açıkladığı hedeflerine ulaşamadığını gösteriyor. Ukrayna Neo-Nazilerden arındırılamadı, tersine daha da güçlendiler. Ukrayna silahtan da arındırılamadı, tersine daha fazla silahlandı. Ukraynalı diye bir kimliğin olmadığı iddiası da çöktü, tersine savaş Ukraynalı kimliğini güçlendirdi. Donbas bölgesinin önemli bir kısmı zaten dolaylı olarak Rusya’nın kontrolündeydi. Sıkışan Rusya, Ukrayna karşı saldırısını ilhak referandumuyla engellemeye çalışıyor. Bu savaş en son noktada savaşanların kaybettiği bir savaşa olacak.