YAĞMUR KARAGÖZ

YAĞMUR KARAGÖZ

İstanbul’un taşlarında saklı sırlar: Gizlenen

Yıl 2035. Beklenen büyük deprem sonrası yıkılan İstanbul, hem fiziki yıkımın yarattığı hasar hem de uluslararası kuşatmaların gölgesinde. Halk ise kente sözde insani yardım desteği vermek için gelen “Mavi Görev Gücü” adlı uluslararası koalisyon askerleriyle çatışmada. Üstelik Covid-19 salgını tekrar ortaya çıktı ve 100 milyona yakın insan hayatını kaybetti…

Arif Ergin imzalı Gizlenen bildiğimiz bir kentin sokaklarında karış karış dolaşırken bizi hiç de tahayyül etmek istediğimiz bir distopya ile baş başa bırakıyor.

İstanbul’un taşlarında, surlarında, meydanlarında saklı bir belleğin romanı olan Gizlenen, tüm bu kaosun ortasında, Ayasofya’da bir eylem ile başlıyor. Deprem sonrası ayakta kalmayı başaran kentin hafızası eserler ya yıkılıyor ya da restorasyon bahanesiyle başka yere götürülüyor. Mimar Sinan’ın eserlerinde gizli olduğu söylenen sırrı keşfetmek için gelen işgalciler, şehri sararken direnişçilerin tek umudu YouTube üzerinden halka hitap eden “Yargıç” isimli gizemli bir figür olur.

Gizlenen, tarihin kayıp sayfalarıyla bugünün komplolarını bir araya getirirken, okurunu yalnızca sürükleyici bir maceraya değil; İstanbul’un ruhunu, hafızasını ve geleceğini sorgulamaya davet ediyor.

Arif Ergin ile İthaki Yayınları’ndan okuyucuyla buluşan son romanı Gizlenen üzerine söyleştik.

Gizlenen bilimden felsefeye, mitlerden tarihe; matematik, din, uluslararası ilişkiler ve Mimar Sinan’ın sırları arasında örülmüş, gerilimi yüksek bir roman... Kitabın hikâyesi nasıl doğdu? Yazarken sizi en çok etkileyen duygu ya da fikir neydi?

Mimar Sinan hayranlık duyduğum bir isim. Önceki romanım “Tekvin”de Osman Hamdi Bey ile ilgili araştırmalar yaparken bir yandan da bu roman için Mimar Sinan’la ilgili bilgi ve belgeleri toplamaya başlamıştım aslında. Mimar Sinan’ın çağları aşıp gelen, depremlere, yangınlara, afetlere direnen muhteşem eserlerinin sırrı nedir diye düşünürken İstanbul’da orta şiddette bir deprem oldu ve ben o an beklenen İstanbul depremiyle ilgili bir Mimar Sinan romanı yazmaya karar verdim.

Araştırma ve yazma yaklaşık 6 yıl sürdü. Gizlenen’in ana kahramanları Kenan ve Derya, önceki romanım Tekvin’in de ana kahramanları. Bu ikilinin içinde olduğu ve yine gizemlerin peşinde koştuğumuz bir roman fikri olarak doğdu Gizlenen. Bu fikri şekillendiren temel motivasyonlardan biri elbette beklenen büyük İstanbul depremi ve olası bir deprem sonrasında İstanbul’a göz dikme ihtimali olan bazı “dış güçlerdi.”

Mimar Sinan’ın sırrı, uluslararası komplolar, deprem sonrası İstanbul ve geçmişle bugünü buluşturan temalar… Gizlenen, tüm bu olay örgülerini sistematik bir bütünlük, teknolojik ayrıntılar ve güçlü bir kurgu ile işliyor. Bu noktada mühendislik bakış açınızın romanınıza etkisi oldu mu?

Elbette roman yazarken mühendis olmanın ciddi faydasını görüyorum. Romanı önce ana bir iskelet olarak kurguluyorum, sonra bu iskeletin içine gerekli öğeleri ekleyerek bir bütüne ulaşıyorum. Kullandığım tüm öğeler gerçek bilgi ve belgelere dayanıyor. Bu roman için de ciddi bir arşiv çalışması yaptım. Çok sayıda sahaf gezdim, müzelere gittim, yazdığım mimari eserlerde saatler, günler geçirdim. Öte yandan roman 2035 yılında geçtiği için, yani distopik bir kurgu olduğu için bilim ve teknolojiyi de kullandığım, bu konularda da ciddi okumalar yaptığım bir çalışma sonucu ortaya çıktı Gizlenen.

“Sinan’ın eserleri arasında bir bağ ve devamlılık var”

Romanda hem İstanbul hem de Mimar Sinan eserleri için bir karakter diyebiliriz. Sinan’ın eserleri birer yapıdan çok kentin hafızası. Mekân, bellek ve zaman seçimlerini nasıl kurguladınız? Özellikle Ayasofya’yı başlangıç mekânı olarak seçmenizin özel bir nedeni var mı?

İstanbul’un bir kalbi varsa bence bu Ayasofya’dır. Binlerce yıllık bir eser. Her din için özel bir yeri var. Üstelik Ayasofya çağımıza ulaşabildiyse bunu Mimar Sinan’a borçlu. Sinan’ın kubbe ve duvarlarda yaptığı restorasyon ve eklediği payandalarla Ayasofya ayakta kalabildi ve bundan sonra da asırlarca yaşayacak. O yüzden Gizlenen gibi bir İstanbul ve Mimar Sinan romanına açılış için Ayasofya’yı seçtim.

Mimar Sinan’ın eserlerinin sayısı konusunda net bir ittifak yok. Benim tespit edebildiğim doğrudan 361 Mimar Sinan eseri arasından, bu roman için seçtiğim 13 tane eser oldu. Araştırmalarım sonucunda bu 13 eserin aralarında bir bağ olduğunu, bir iletişim ve devamlılık olduğunu fark ettim. Seçtiğim her eserin bir anlamı ve misyonu var, ancak okurların okuma keyfini kaçırmamak için daha fazla bilgi vermeyeyim.

Romanın ana kahramanı Kenan Ruzly’nin kimliği belirsiz bir düzlemde: Halk kahramanı mı? Suçlu mu? Hakan mı? Yargıç mı? Kenan’ın kimlik karmaşası ile İstanbul’un geçmişten bugüne gelen, değişen kimliği ve geleceği arasında bağlantı var mı?

Elbette, çok güzel bir tespit yapmışsınız. Bu flu durum önceki romanım Tekvin’de de aynı şekilde vardı. Çünkü önceki romanım da İstanbul’un bir başka semtinde, Beyoğlu ve Galata civarında geçiyordu. Orada da çok katmanlılık, çok kültürlülük ve kültürler arası geçişler vardır. Bu karmaşık durum romanın tüm kahramanlarına sirayet ediyor diyebiliriz.

“İstanbul sevginin, barışın ve birleştirmenin kenti”

Kitapta ayrıca yoğun, kasvetli bir hava hâkim. Sık sık elektrikler kesiliyor, meydanlar yağmurla kaplı, şimşekler çakıyor, molozlar arasında verilen direniş distopik gerçekliği de artırıyor. Romanın atmosferi ile ilgili ne söylemek istersiniz?

2035’teki büyük deprem sonrası altyapı da yerle bir olmuş durumda. İstanbul’u yavaş yavaş işgal etmekte olan bir güç var ve bu güce karşı direnen Türk gruplar ortaya çıkıyor. İstanbul bu çekişmenin sahnesi olarak oldukça hüzünlü ve öfkeli. Çünkü aslında sevginin, barışın ve birleştirmenin kenti olarak inşa edilmiş.

İstanbul’un bu huzursuzluğu romanın atmosferine ve havasına da yansıyor. Önceki romanımda günlerce kalkmayan bir sis vardı. Bu romanda ise sürekli bir yağmur ve fırtına durumu söz konusu.

Dijital aktivizm, siber saldırlar, darkweb, hacktivizm, sosyal medya çağrıları kitapta geniş bir yer kaplıyor. Siz geleceği nasıl tahayyül ediyorsunuz? Geleneksel sokak direnişleri yerini bu “meydanlara” mı bırakacak?

Aslında bırakmaya başladı bile. Dünyada her saniye binlerce hack saldırısı yaşanıyor ve bu saldırıların bazıları gizli servisler tarafından yapılıyor. Gizlenen gelecekte geçtiği için bunun biraz ötesinde bir elektronik savaş, fiziksel savaşa eşlik ediyor. Gelecekte tüm savaşların elektronik hale geleceğini öngörmüyorum. Aksine, bu tür teknolojik devrimlerin sonunda hep tam ters bir akım başlar.

Fiziksel savaşlar bitmeyecek ama teknolojiden alınan destek her geçen gün daha acımasızca ve daha beklenmedik şekilde evrilecek. İnsan’ın kötülüğünün bir sınırı yoktur çünkü.

Gizlenen’i açıkçası polisiye bir film izler gibi okudum. Hatta zihin sinemamda her bir karakteri, mekanı canlandırabildim. Bu noktada bence betimlemeleriniz çok başarılıydı. Sinema ya da dizi projesi gelebilir mi?

Güzel sözleriniz için çok teşekkür ederim. Ben yazdıklarını önce zihninde gören ve bir film gibi seyredip sonra yazıya döken bir yazarım. Bu yüzden yazdığım metinlerde de bir senaryo havası oluyor. Kitaplarım için zaman zaman sinema ve dizi teklifleri alıyorum ama henüz olumlu değerlendirdiğim bir teklif olmadı. Güzel bir proje olacaksa buna sonuna kadar açığım. Hayalimde yarattığım karakterlerin bedenlenip sinema perdesine yansıması benim için de çok heyecan verici olurdu.

Son olarak üzerine çalıştığınız, okuyucularınızı bekleyen yeni bir proje var mı?

Evet, iki yeni roman üzerinde çalışıyorum. Biri yine Tekvin ve Gizlenen gibi tarihi, gizem ve gerilim romanı olacak. Diğer ise Tekvin romanındaki bir karakterin, Ahu’nun hikayesi olacak. Yani bir adet devam ve bir adet de spin-off romanı önümüzdeki yıl arka arkaya gelebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAĞMUR KARAGÖZ Arşivi