Kültür sanat insanları

‘Bach İstanbul’da konser serisi kapsamında Beşiktaş Deniz Müzesi’nde 24 Ocak gecesi verilen konserden önce mikrofonu eline alan organizatör Hakan Erdoğan ‘sizler gerçek konser dinleyicisisiniz, burada olduğunuz için teşekkür ederim’ diyerek geceyi başlattı. Yıllardır klasik müzik organizasyonları yapan biri olarak Hakan Erdoğan’ı duygulandıran, kendi tabiriyle hatırı sayılır bir bilet parası ödeyip yağmurlu bir gecede salonu dolduran izleyicilerin, herhangi bir modanın, görünürlüğün ya da başka bir şeyin değil, sadece iyi müzik dinlemenin peşinde olduklarını düşünmesiydi. Bunda haksız sayılmaz. Nitekim tam da beklediğimiz gibi harika yorumcuların çaldığı nefis bir geceydi ve izleyici iki buçuk saatlik konserin ardından mekanı zor terk etti. Ama bizi o gece konsere çeken salt müzik aşkımız değildi. Biraz Deniz Müzesi’nde, saltanat kayıklarının arasında konser dinleme fikrinin cazibesi, biraz barok müzik merakı, biraz Hakan Erdoğan Productions markasına, biraz Bach’ın her kulağa iyi gelen şöhretine ve belki biraz da ismini bilenler için o gece çalan Jiri Barta’ya duyulan güvendi…

Hakan Erdoğan’a göre iki tip konser dinleyicisi var. Birinci grup, yılda bir iki kere mesela İKSV festivallerinde öne çıkan star müzisyenler için çoğunlukla da festivalin en pahalı biletlerinden alıp konsere gidenler. İkinci grupta ise düzenli olarak konsere giden, dinlemek istediği klasik müzik ya da caz sanatçısını, besteciyi bulunca uygun fiyatlı bir yeri de kollayıp biletini alan ve aslında konser salonlarının dolmasını sağlayan müzikseverler. Hakan Erdoğan’ın ne demek istediğini gayet iyi anlıyorum; bunun edebiyat dünyasında da benzer bir karşılığı var. Her yıl sayısız yeni öykü roman yayımlanıyor. Türkçe ya da çeviri bu kitapları takip eden, düzenli olarak kitap alan bir edebiyat okuru var Türkiye’de. Bir de yılda birkaç defa çok ünlü yazarların çok satan kitaplarını alanlar. Herkesin adını bildiği, yeni kitabı bütün medyada, sosyal medyada karşılık bulan, vitrinleri rafları kaplayan yazarları takip ediyorlar. Sonuçta insanların ne olursa olsun kitap okuması, bir romana zaman ayırması ve ondan zevk alması önemli. Ama şunu da biliyoruz ki bunun edebiyat okurunun çoğalmasına etkisi az. Temel dürtü, iyi bir roman okumaktan çok gündemi takip etmek. Ya da kendine ayırdığı kültür kontenjanını garantili bulduğu bir kitap için kullanmak. Kitap okumaya ayırdığı zaman o kadar sınırlı ki bunu ancak bildiği tanıdığı ve herkesle paylaşabileceği bir isim için kullanıyor.

Dünya çapında ünlü bir müzisyenin konserine gitmenin de böyle motivasyonu olduğunu düşünüyorum. Onu kendi kültür dağarcığına katmak. O konserde bulunmak ve o müzisyeni dinlemiş olmak. Konserin sana vereceği keyiften, iyi müzik dinlemenin hazzından ve coşkusundan çok işin bu sosyal kısmı daha önemli gibi…

Hakan Erdoğan’ın yıllardır düzenlediği konserlerin pek çoğu yaratıcı bir takım buluşlarla kendi dinleyicisini oluşturdu. Bu yıl Bach İstanbul’da konserlerinin 25. yılını kutluyorlar. 1998’de İstanbul’da başlamış ‘Bach Günleri’. O tarihten bu yana ‘Bach İstanbul’da’, ‘Bach Before & After’, ‘Bach & Love’ gibi farklı isimlerle de olsa devam ediyor. Barok müziğin bu dev ismine adanmış bu konserler dizisi, isminden afişine, mekanından müzisyenine hep kendine özgü bir tasarıma sahip oldu. Hakan Erdoğan’ın kafasında perukasıyla Bach gibi poz verdiği afişler ya da son yıllarda tarihi bir kadırganın, saltanat kayıklarının arasında düzenlediği Deniz Müzesi konserleri gibi... Arada mesela ‘Kahvaltıda Caz’ adıyla Sabancı Müzesi’nin bahçesinde ya da ‘Ramazanda Caz’ adıyla Sultanahmet’te düzenlediği konserleri de anmak gerekir. Barok müziğin dönem enstrümanlarıyla dinlenmesini sağlayan konserlere bugüne kadar Alexander Rudin, Gustav Leonhardt, Le Petit Band, Francois Fernandez, Benjamin Alard gibi önemli müzisyenler katıldı. İyi müzisyenler getirdiği kadar, merak da uyandırabildiği için Hakan Erdoğan çeyrek asırdır Bach konserler dizisini başarıyla sürdürüyor.

Yılda birkaç star müzisyen ve best seller yazarı takip etmek kolay ama onun ötesindeki devasa kültür sanat üretiminin içinde yolumuzu bulmak zor bir iş. Sanıyorum burada hepimizin güvendiği bir takım referans noktaları var. Nurullah Ataç’ın neredeyse yegane değerlendirici olduğu zamanlar çok geride kaldı. Şimdi sosyal medyanın ve internetin çokluğu içinde hepimiz kendimize göre bir yol çiziyoruz. Burada kanaat önderleri kadar kurumlar da önem kazanıyor. ‘Bach İstanbul’da gibi kendini kanıtlamış organizasyonlar ya da programına güvendiğimiz konser salonları ve orkestralar… Yayınevi logoları, sevdiğimiz kitapçılar, daha önce güzel oyunlar seyrettiğimiz tiyatrolar, galeriler, kültür merkezleri… Kültür sanat izleyicisi bunları çok önemsiyor ve referansları arasında bu güvenilir kurum ve markalar mutlaka yer alıyor. Yılda bir değil, haftada bir konser izlesek bile sıkıcı ya da enerjisiz bir konsere, kötü müzisyenlere, acemice yazılmış kitaplara vakit ayırmış olmak istemiyoruz. Yani aslında sadık kültür sanat izleyicisinin işi, popüleri takip edenlerden daha zor. Bu nedenle Hakan Erdoğan’ın başta söylediği gibi bu çaba en az o konserleri düzenleyenlerin çabası kadar önemli ve takdiri hak ediyor. Düzenli kültür sanat izleyicisi (konser izleyen, kitap alan, tiyatroya, sinemaya, sergiye giden herkesi kastediyorum) sadece kendi sanat hazzını beslemiyor, ülkenin kültür sanat ortamının ayakta kalmasına da destek veren kolektif bir çabanın da parçası oluyor.

Sonuçta popüler dünyada işler görece daha kolay. Ama kültür sanatta sürekliliği sağlayan kurumlar bizim için çok kıymetli. Bu kurumlardan da kıymetli olansa sadık kültür sanat takipçileri.

Önceki ve Sonraki Yazılar
CEM ERCİYES Arşivi
SON YAZILAR