O kayıp kitaplara ne oldu?

Yazan insan -sadece kendisi için yazdığını sonuna kadar savunanı bile- bana kalırsa içten içe bir okur gözünü üzerinde hisseder. Çünkü yazı en öznel alanda bile bir sesleniş içererek başkasının varlığını gerekli kılar. Bu nedenle en şahsi yazılarda bile bir gün birilerine ulaşabileceği fikri, yazarın zihninin bir köşesinde durur.

Yazarların eserlerinin yayımlanması konusunda tavrı farklılık gösterir, Kafka gibi bütün yapıtlarının yok edilmesini vasiyet ettiği söylenenler olduğu gibi, yazdıklarının bir gün mutlaka basılmasını varlık meselesi hâline getirenler de vardır. Mesela Claude Burgelin’in “Paralı Asker” (2021) kitabının giriş yazısında aktardığı gibi, Georces Perec kitap, 1960 senesinde reddedilince, “Condottière’e (Paralı Asker) gelince, onu okuyacak olanın da kafasına sıçayım” diyecektir. Bu anlık verilmiş tepki, hayal kırıklığının yansımasıdır. Yine Burgelin’in dikkat çektiği gibi, konu gelecek olduğunda cümleleri böyle fevri olmayacaktır: “Bırak olduğu yerde kalsın, en azından şimdilik. On yıl içinde, bir başyapıt vereceğim dönemde tekrar dönüp bakarım, olmadı bir araştırmacı senin eski valizlerinden birinde bulup yayımlayana kadar mezarımda beklerim.”

Kayıp Kitapların İzindePerec, kitabının yayımlanmasını mezarda beklemeyi bile göze almıştır, metninin okurla buluşmasını geleceğin belirsizliğinde bir umuda teslim etmiştir. Kitap, yazarın ölümünden yaklaşık otuz yıl sonra yayımlanır ve buluşma gerçekleşir.

Peki, bir zamanlar var olduğu bilinen ancak bir sebeple artık olmayan kitaplar hakkında hiç düşündünüz mü? Yazıldığı bilinen veya tahmin edilen ama bir şekilde okuruyla buluşamayan metinlerden bahsetmeye çalışıyorum. Elbette okurun hiç bilmediği ama ona ulaşması hayal edilmiş çokça metinden de söz edilebilir, sanırım hayal edilmiş kitaplara en çok rastlayanlar editörler ve lektörlerdir. Ancak burada bahsettiğimiz metinler daha çok yayımlansa ses getirebilecek ama yazarın elinde olmayan sebeplerden, yaşadığı çağdan, kendi titizliğinden, mirasçılarının tavrından dolayı yayımlanamayan kitaplar daha çok. Perec örneğinde olduğu gibi, yazan insanın bir şekilde okura ulaşma isteğini göz ardı etmezsek bu kitaplar hakkında düşünmek ilginç olabilir.

Giorgio Van Straten, Merve Yalçın Pelit çevirisiyle, Everest Kitap tarafından basılan, “Kayıp Kitapların İzinde” metninde bu ilginç konunun peşine düşüyor. İlginç çünkü metinde yazarların bir şekilde basılamamış kitaplarının öyküsü, bizi hem yazma çabasının anlamıyla hem de yazarların farklı nedenlerle okura ulaşamayan kitaplarının hüznüyle buluşturuyor. Straten’in “kayıp” kitaplarının izini sürdüğü yazarlar arasında, Romano Blenchi, Sylvia Plath, Walter Benjamin, Bruno Schulz, Nikolay Gogol, Lord Byron gibi isimler yer alıyor.

Şöyle diyor yazar: “Yolculuğun sonunda kayıp kitapların diğer kitaplarda olmayan bir şeye sahip olduklarını fark ettim; kitapları okumayanlara onları hayal etme, haklarında hikâyeler anlatma ve onları yeniden yazma imkânını miras bırakıyorlar.” Metni takip ettiğimizde bunu görebiliyoruz çünkü sonuçta haklarında konuşulan kitaplardan sadece biri Straten tarafından okunmuş. Burada peşine düşülen şey bir umutla yazıldıysa, yazıldığı biliniyorsa neden yayımlanmadı sorusunun ortaya çıkardığı hikâyeler.

Lord Byron’ın “Anılar”ına ne oldu?

Yazarın, “benim kayıp kitapların anısıyla çizdiğim kişisel haritam” olarak tanımladığı metinde ilginç kitap hikâyeleriyle karşılaşıyoruz. Mesela, bunlardan biri Lord Byron’ın “Anılar”ı. Bu kitabın varlığından eminiz çünkü yazar hayattayken iki bin sterlin karşılığında bir yayıncı ile anlaşmış. Onun okuruyla buluşamamasının nedeni sansür, burada direkt bir devlet ve otorite sansüründen bahsedemiyoruz ancak toplumsal gözetim korkusu olduğu açık. Byron’ın “Anılar”ının kaderi, ölümünden sonra mülkünün vasisi Cam Hobhouse, üvey kız kardeşi, eski sevgilisi Augusta Leigh ve yakın arkadaşı Thomas Moore’un eline kalıyor ve metnin yayımlanıp yayımlanmaması epey mesele oluyor.

Peki, “Anılar”ın yayımlanması neden sorun, yazar anlaşma yaptığına göre kitabının okurla buluşmasını istiyor değil mi? Burada sorun olarak görülen şey, Byron’ın eşcinsel kimliği, hem döneminin koşulları hem de kitabın mirasçısı kişilerin onun şöhretini elinden alabilecek bir şey olarak meseleye yaklaşmaları… Çünkü hayattayken eşcinsel kimliği nedeniyle sorunlar yaşamış, gizlenmek için evlilik yapmak zorunda kalmış, sürgüne razı edilmiş bir isimden söz ediyoruz ve böyle bir yazarın anılarında bu konudan bahsedilmiş olması muhtemel. Kitabın kaderini elinde tutan, yukarıda bahsettiğimiz isimlerden Moore haricinde diğerleri, onun yok edilmesi kararına varıyorlar. Yayıncıdan alınan para geri ödeniyor ve Byron’ın “Anılar”ı Straten’in aktarımına göre, “bir tomar kâğıt olarak John Murray’in şöminesini boylar.” Böylece, yazarın anılarından sonsuza kadar mahrum kalmış oluyoruz bana kalırsa, 1824’te “Anılar”ıyla birlikte yazarın tanınmayan varlığı da yakılmış oluyor.

Byron bu metinle belki de ilk kez gizlenmeden kendisinden söz edebilmişti, bunu tam olarak bilemeyiz çünkü okuma şansı elimizden alındı.

Siyah Çanta

“Kayıp Kitapların İzinde” metninden, bahsetmek istediğim bir hikâye de Walter Benjamin ile ilgili. Benjamin’in “kayıp kitap” öyküsü Straten’in sözünü ettiği gibi, Alman askeri birliklerinin 14 Haziran 1940’ta Paris’e girmesiyle başlıyor, Benjamin şehri terk etmeye karar veriyor. Düşünür Adorno ve Horkheimer ile Marsilya’da buluşmayı, onların aldığı izinle Portekiz’e gitmeyi ve deniz yoluyla Amerika’ya geçmeyi hedefliyor. Kitapta anlatıldığına göre, Marsilya bu dönem hayatta kalmak umuduyla yola çıkan mültecilerle dolup taşan bir yer.

Amerika’ya geçiş izninin alınmasında Benjamin’i bunaltan çok fazla bürokratik işlem var ama Benjamin Birleşik Devletler vizesini alıyor. Fransa’dan çıkış izni sorun oluyor çünkü bu konuda başvuruda bulunması Gestapo’ya teslim edilmek anlamına geliyor. Bu nedenle Benjamin için Fransa ile İspanya sınırı arasında kalan Portbou adlı küçük kasabaya kadar süren zor bir yolculuk başlıyor burası aynı zamanda yazarın dünyadan gitmeyi seçmeyi yer.

Bu yolculuğun konumuzla ilgili yanı Benjamin’in tüm o zorlu yollarda yanından bırakmadığı siyah evrak çantası. Straten, düşünürün bu çantada ne taşıdığının izini sürüyor. Benjamin’in Paris’ten ayrılmadan önce Georges Bataille’a “Pasajlar”ın fotokopisini bıraktığı biliniyor. “Tarih Felsefesi Üzerine Tezler”i ise Arendt’e emanet ediyor. Kitapta Benjamin’in yolculukta çok zorlandığından bahsediliyor, Portbou yolunda, “patika dikleşmeye başladıkça iki kadınla çocuk Benjamin’e yardım etmek zorunda kaldılar çünkü bırakmayı reddettiği siyah çantasıyla yürümekte zorlanıyordu” şeklinde anlatılıyor durum.

Peki, siyah çantada ne vardı? Bunun kesin cevabı bilinmiyor bu konuda farklı tezler var, kurmaca bir kitapta bir İspanyol’a verdiği taslaklardan söz ediliyor, yolculuğu sırasında dağda geçirmek zorunda kaldığı gecede, ısınmak için yaktığı da söyleniyor. Straten, yazarın çantayı ısrarla bırakmamasından yola çıkarak şöyle bir yoruma ulaşıyor: “Ben o çantanın içinde gerçekten önemli şeylerin olduğuna inanıyorum. Belki ‘Pasajlar’ın devamı olacak bazı notlar belki de Baudelaire çalışmasının gözden geçirilmiş bir versiyonu. Veya bambaşka bir eser vardı, tamamen ortadan kayboldu ve bizler o eserin varlığından bile haberdar değiliz.”

Benjamin siyah çantasında ne taşıyordu, bunu belki hiç bilemeyeceğiz ama Straten’in umudunu sürdürürsek, bir şekilde gün yüzüne çıkacağı zamanı beklemek dışında yol görünmüyor.

Plath’in Mirası

11 Şubat 1963’te Fitzory Caddesi 23 numaralı evde Sylvia Plath hayattan gitmeyi seçiyor. Öldüğünde otuz yaşında, Ted Hughes’la evli ancak aldatıldığı için ayrılar. Straten şairden kalanlardan şöyle bahsediyor; “ardında yayımlanmamış birçok şey bıraktı. Şahsi notlar, günlükler ve tamamlanmamış bir şiir kitabı, -Ariel- ve toplanmamış birçok şiirle geçici adı “Double Exposure” (Çift Pozlama) olan başka bir roman taslağı.”

Evli olmaları nedeniyle onun mirasına ne olacağının karar yetkisi Hughes’a geçiyor. Yazardan kalan metinlerden günlüğü Hughes tarafından, “çocukları tarafından okunmasını istemediği için onları üzeceğini düşündüğü” gerekçesiyle yok ediliyor. Ancak yazarın dikkat çektiği gibi, çocuklarından birinin hayatına son verdiği düşünülürse bu çok da etkili bir çözüm olmamış. Ayrıca, Straten şuna işaret ediyor, “…eğer o eser yazardan başka insanları ciddi derecede etkileyecekse, alınan karar yanlış olabilir, ama vârisleri kendilerine verilen hakkı kullanmış oluyor.”

Plath’in “Double Exposure” adlı roman taslağının da akıbeti belirsiz, Hughes bu konuda tutarsız açıklamalar yapıyor, “kayboldu” diyor, sorumluluğu öldükten sonra söz hakkı kalmayan Plath’in annesine yüklüyor. Sonuçta okur, Plath’in mirasının bir kısmından mahrum ediliyor. En başa dönersek, yazan kişi bir şekilde ulaşmak ister bu nedenle metinlerinin sorumluluğunu alan kişiler hele ki Hughes gibi, (Straten Plath ile ilişki yürütmenin zorluğundan bahsetse de) şairi çoğu zaman üzmüş olduğunu bildiğimiz bir isme, eserlerin hakkının verilmesi bana kalırsa başta sorun. Özellikle, günlük türünde şahsi yazıların yok edilmesi de başka şüpheler oluşturuyor. Sonuçta yapacak bir şey yok, Plath’in yok olduğu kesinleştirilemeyen roman taslağı bir gün bir yerde karşımıza çıkabilir mi, bilmiyoruz ama yine Straten gibi öyle olmasını umabiliriz.

Giorgio Van Straten, “Kayıp Kitapların İzinde” kitabında, yazıda örneklediğimiz gibi yazıldığı bilinen, tahmin edilen hatta Benjamin örneğinde olduğu gibi belki yazılmıştır diyerek peşine düşülen, yarım bırakılan, bizzat yazarı tarafından yok edilmiş olabileceği düşünülen, çalınan, yandığı söylenen metinlerin izini sürüyor. Böylece, yazarın düşünün peşine takılıyoruz ve kesin sonuçlara ulaşılamasa da bir umutla yola çıkılan kayıp kitapları bulma hikâyesi, bizi bazen kederli bazen de şaşırtıcı olaylarla karşılaştırıyor.

Kaynaklar

Perec, C., “Paralı Asker”, s. 13-29, (Çev. Esra Özdoğan), Can Yayınları: İstanbul.

Önceki ve Sonraki Yazılar
EMEK EREZ Arşivi
SON YAZILAR