MÜHDAN SAĞLAM

MÜHDAN SAĞLAM

Savaş ile yaptırımlar arasında: Başka bir dünya mümkün

Rusya- Ukrayna savaşı jeopolitikten siyasete, insan hakları ve insan olmanın sınırına kadar önemli sorgulamaları beraberinde getiriyor. Dünya ekonomisinde meydana gelen bu dönüşümün bedelini kimler ödüyor? Hayatımıza gittikçe yayılan yaptırım kavramının bizlere bedeli ne? Bu hafta bu sorulara yanıt arayacağız.

Uluslararası ilişkilerde özellikle güvenlik tehdidi nedeniyle bazı ülkelere Birleşmiş Milletler (BM) yaptırımları uygulanır. Bu, küresel sistemin normlarının korunması ve uluslararası hukuka saygı duyulmasını sağlama gerekçesine dayanıyor. Bu anlamda BM adına karar alan BM Güvenlik Konseyi. Konseyin 15 üyesi olmakla beraber iki yılda bir 10 üyenin yerine yenilerinin geldiği beş üyenin yerini hep koruduğu (bu nedenle kendilerine daimi üye deniyor) dikkate alındığında beş devletin çıkarlarının uyuşmasıyla yaptırım kararı çıkabiliyor. Örneğin, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne (Kuzey Kore) 2006’dan bu yana uygulanan yaptırımlar ve benzer biçimde İran’a 2010-2015 arasında uygulanan BM yaptırımları.

Her iki ülkenin ekonomisine ciddi darbe vuran bu yaptırımlar, yaptırıma konu olan nükleer faaliyetlerine set çekmeye yetti mi, bu soru işareti. Kuzey Kore kaldığı yerden testlerine devam ediyor, İran 2015’te kendisinin talebiyle başlayan nükleer görüşmeler uyarınca faaliyetleri konusunda geriletici adımlar atacağını taahhüt ediyor. Ancak 2018’den sonra Trump yönetiminin İran ile yapılan anlaşmayı hiçe sayması ve İran’a yaptırım uygulaması bir anlamda BM’yi ve etkisini düşündürüyor. Tam da bu nedenle aslında yaptırım denildiğinde akla BM’den ziyade ABD geliyor.

ABD’NİN SOPASI OLARAK YAPTIRMLAR

ABD’nin yaptırım sepeti çeşitli, yaptırım uyguladığı ülke sayısı da fazla. Kore Savaşı’nın ardından Kuzey Kore’ye gelen yaptırımlar, Küba’ya, SSCB’ye İran’a kadar uzandı. Üstelik bu konuda ABD’nin kriterleri ve kendi çıkarı, yaptırımların nedenini ve şiddetini belirliyor. Açık olan, bu yaptırımların kolay kolay kalkmadığı. Örneğin Kuzey Kore üzerindeki ABD yaptırımları, Küba’ya dönük olanlar hala sürüyor. SSCB yıkıldıktan sonra bu yaptırımların bir kısmı Rusya’ya da uygulandı.

ABD yaptırımlarının etkisinin yüksek olmasının en önemli nedeni, önemli bir ihracat pazarı olmasının yanı sıra küresel finansal kuruluşlardaki hakimiyeti ve doların egemenliği. Nitekim Trump döneminde Çin’e yönelik yaptırımların gündeme gelmesinde, ABD yaptırımlarını etkin kılan bu mekanizmalarda Çin’in etkin olmaya başlamasının da payı vardı. Yani ABD kendisinin benzeri yolları takip eden ülkeleri yaptırım araçlarıyla kendi parasından ve pazarından mahrum edebiliyor.

ABD’nin küresel ittifak hattı, Avrupa’dan Asya Pasifik’e kadar uzanıyor. Buysa aslında yaptırım uygulanan devletle doğrudan karşı karşıya gelmese de, bazı devletlerin müttefiklerinin yanında durabilmek (bu elbette örtük bir zorlamaya dayanıyor) için yaptırım uyguladığı görülüyor. Örneğin Rusya’nın 2014’te Kırım’ı ilhakının ardından Japonya, Rusya’ya yaptırım uygulayan ülkeler arasında yer aldı. Oysa aynı Japonya’nın 2014-2019 arasında Rusya ile diplomatik, ekonomik ilişkisi ivmelendi. Japonya yaptırımlara katılmadığında kendisine bir fatura çıkarılacağını düşünüyordu ki öyle olurdu, göstermelik de olsa safını belli etmek adına yaptırımlara katılmıştı. Benzer bir durum AB içinde de yaşanıyor. Bu anlamda Almanya bugün Rusya’ya taviz vermekle suçlanırken "Yaptırımlara göstermelik katıldın ve Rusya’yı alttan destekledin" suçlaması yapılıyor.

Peki bu yaptırımlar kime uygulanıyor? Rusya örneği üzerinden ilerleyerek bakalım.

UKRAYNA SAVAŞI VE YAPTIRIMLARIN ETKİSİ

Ukrayna’yı işgaliyle beraber Rusya’ya, havacılıktan enerjiye, otomotivden teknolojik transfere kadar pek çok kalemde yaptırım uygulandı. Dahası Rusya Merkez Bankası’na ait rezervler donduruldu. Alışılageldiği üzere, Kremlin’e yakın iş adamları (oligarklar), bazı bürokratlar ve siyasetçiler yaptırımların odağında yer aldı.

Yaptırımların iki amacı var: İlk olarak Rusya’nın ağırlaşan bedel karşısında Ukrayna’dan çekilmesi veya çekilmesinin hızlandırılması. İkincisi, Rusya gibi bir başka ülkenin topraklarını işgale kalkışan olmasın diye ibretlik bir örnek yaratmak.

Söz konusu yaptırımlar, kuşkusuz Rusya ekonomisi üzerinde etkiye sahip. Rusya’nın enerji ihracatı konusunda şimdiden hesaplar güncelleniyor. AB’nin Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmak için kolları sıvaması doğal gazda Rusya’nın talep sıkıntısı yaşamasına neden olabilir. Talep gelse dahi özellikle SWIFT sisteminin dışına çıkarılmak Rusya’nın başını ağrıtacaktır. Peki Rusya bu anlamda bir ibret olacak mı?

Burada bir kuşku var. Öncelikle yaptırımlar, bugüne kadar kimseye geri adım attırmadı. İran da, Kuzey Kore de yolunda ilerlemeye devam etti. Yaptırımların gücünden ziyade, örneğin İran’da iktidara gelen yönetimin vizyonu müzakere sürecini etkiledi. Benzer biçimde Rusya’ya bakıldığında Ukrayna konusunda ikinci aşamaya geçtiği görülüyor. Üzerinde ciddi baskı olmasına karşın çekilmeyi telaffuz etmiyor, etse de Ukrayna’nın kabul etmesi hiç de kolay olmayan şartlar sunuyor. Peki bu yaptırımlar karşında bir bedel ödenmediği anlamına gelir mi?

'PUTİN Mİ, YAPTIRIM MI?' SORUSUNA MAHKUM MUYUZ?

Aslında sorunun kestirme bir yanıtı var. Yaptırım uygulanan ülkenin küresel entegrasyon düzeyi, bedelin kime yıkılacağını gösteriyor. Eğer yaptırım uygulanan ülke küresel ekonomiye entegre olmuş ve tedarik, finans gibi alanlarda önemli bir pozisyondaysa, yaptırımların gücü neredeyse tüm dünyaya yayılıyor. Örneğin Rusya, petrol, doğal gaz, gübre, paladyum, buğday gibi alanlarda önemli bir tedarikçi, nitekim bu kalemlerde ciddi fiyat artışları gözlemleniyor.

Örneğin JP Morgan bu hafta yayınladığı analizinde şayet AB Rusya petrolüne ambargo koyarsa petrolün varil fiyatının 185 dolara kadar çıkabileceğini söyledi. Peki AB’nin uyguladığı bu ambargo petrolün sadece AB piyasasında mı 185 dolar olması demek? Hayır, öyle olmuyor küresel olarak yani dünyanın her yerinde 185 dolar olacak. Yani petrol ithal eden tüm ülkeler için bu akaryakıt fiyatlarının artabilir. Petrolün küresel taşımacılıkta hala ana kaynak olduğu dikkate alındığında gemilerden uçaklara, otobüsten otomobile depo daha yüksek bir meblağa dolacak.

Taşımacılık gıdadan tekstile, sağlıktan eğitime neredeyse hayatın her alanına etki ettiği için de petroldeki enflasyon işe giden Sibel Hanım’ın daha çok yol ücreti ödemesine Selim Bey’in Antalya’dan yola çıkıp Edirne’ye gelen domatesi daha pahalıya almasına neden olacak. Küresel ve ulusal seyahat ücretlerinde akıl almaz artışlar yaşanacak. Üstelik örnekler Türkiye’den olsa da, yaşanan bu enflasyon Çin’den Şili’ye kadar uzanacak. Mısır’da fırıncılar buğday tedarik edemediği için fiyatlara zam yapacak.

Yaptırımların küresel faturası tüm dünyaya kesiliyor, üstelik savaş karşıtı olmanız, Putin’i hiç sevmemeniz, haritadan Ukrayna’nın yerini bulamamız ihtiyaçlarınıza ulaşmanızı ucuzlatmıyor. Yaptırımlar için “Yok mu artıran” diyen ABD başkanı Joe Biden bu durumu “Özgürlüğün savunulmasının bedeli” olarak açıklıyor.

Aynı Biden, Putin için "Artık bu insanın iktidarda olmaması gerekiyor" dediğinde, "ABD rejim değişikliği hesabı yapıyor" yorumları geldi. Bu yorumlar yanlış değil, ABD’nin bu konudaki sabıkası için Şili’yi, Irak’ı, Libya’yı hatırlamak yeterli. Ancak bu ülkelerin hiçbirinde yaptırımlarla iktidar değişmedi, zaten değiştiği örnek de yok. Kremlin’de değişen bir şey olmasa da bu politikaların bedelini ödeyenler var: Rusya halkı. Alım gücü çok da yüksek olmayan halk, yaptırımlar sonrası gelen zamlara karşı hayatta kalmaya çalışıyor. İçlerinde Putin destekçileri de var, Putin’den nefret eden de. Ancak ödedikleri bedel, listelere alınan oligarklarınkinden yüksek. Zira bir oligarkın yatına el konulduğunda o yatından oluyor. İnsan yatsız da yaşayabiliyor ancak ekmeksiz yaşayamıyor. Öyleyse ne yapılsaydı, Rusya halkı ve dünyadaki diğer ülkeler bedel ödemesin diye Putin’e buyur istediğin ülkeyi işgal et mi denseydi?

Öncelikle bu tuzak bir soru, ölüm ile sıtma arası bir tercih. Putin, bu sistemin yarattığı bir isim, ona bu alan da güç de mistik bir kaynaktan gelmedi. Sorun Putin ya da John ya da Mehmet’te değil. Belki sormamız gerek şudur: Birey düzeyinden değil, sistem düzeyinden bakalım, bizler kapitalist sistemin her tıkanmasında birbirleriyle 20. Yüzyıl savaşlarını hatırlatır şekilde çatışan, savaşan ülkelerin yöntemlerine mecbur muyuz? Yok mu bunun başka yolu? Putin ile yaptırım arasında tercih yapmak zorunda mıyız? Bugüne kadar bu yöntem başarılı olmadığı halde niye bunda ısrar edilmektedir? ABD, AB, Çin veya Rusya hangi saik ve güçle tüm dünyaya bedel öteden özel operasyonlar, özgürleştirmeler ve bedeller biçmektedir? Buna razı gelmek, olanı onaylamak gafil avlanmaktan öte, sistemi onaylamak değil midir?

Önceki ve Sonraki Yazılar
MÜHDAN SAĞLAM Arşivi
SON YAZILAR