Sırrı Abi’nin hikmetinin sırrı nedir?

Başlıktaki soruyu, cevabını bildiğimden dolayı sormadım. Hakikaten, bu kadar farklı kesimden, bu kadar çok insanının sevgisini kazanması nasıl mümkün olmuştur?

“Hayat bir türküye sığacak kadar kısa.”

Bence ahir insanın, ölüm karşındaki acizliği değil Sırrı Abi’nin dediği. Aksine ölümlü olduğunu gerçekten idrak edebilenlerin hayatın anlamını kavrayabileceğini anlatıyor devamında.

Yüzyıllardır söylenegelmiş benzer sözler var. “Bu dünya penceredir, her gelen baktı geçti.”

Fakat onun için bir pencereden bakımlık zaman dolmadı henüz. Kimse ikna değil bu dünyadan göçmesine. Kendisi de öyle. Bundan sebep, direniyor; “Daha yapacağım işler var” diyor. Yakınları, dostları ve onu sevenler buna canı gönülden inanıyor. İnsanların eli kalbinde, güzel haberler bekliyorlar.

Bakmayın o meşum geceden sonra hastane önünü dolduran devletlilere. Sırrı Süreyya Önder halkın dostudur. Yoksulluğun içinden gelmiştir. Eline çok fırsatlar geçmiş olsa da dünya malına tamah etmemiştir. Halkına karşı olan vazifesini de yerine getirmek için çok uğraşmış, mücadele etmiştir. Bu mücadeleye her daim bir bedel çıkartır devleti yönetenler. Önder, ilk gençlik zamanlarından bugüne işkencelerle, hapislerle ödemiştir diyetini. Kalp damarındaki yırtığın da önceki hastalıklarının da sebeplerinden değil midir gördüğü zulümler? Mamak cehenneminin bunlarda payı yok mudur?

Onunla aynı kuşaktan, 12 Eylül’ün işkencehanelerinin cefasını çekmiş ne çok insan, hayatı boyunca kalıcı hasarlarla yaşadı, yaşamaya devam ediyor. Kimisi de erkenden göçüp gidiyor bu dünyadan.

Sanırım çoğu insan Sırrı Abi’yi, 2006 yılında gösterime giren Beynelmilel’le tanıdı. 2011 yılında milletvekili olmasıyla, onu dost bilenlerin de, düşman görenlerin de ilgiyle takip ettiği bir insan haline geldi.

2011 yılında Metin Lokumcu’nun ölümünün ardından yapılan eylemler gerekçe edilerek pek çok arkadaşımız tutuklanmıştı. Hapishanede de baskıya maruz kalmışlar, saçları zorla kesilmişti. Ardından üniversiteliler protesto için saçlarını sıfıra vurdurmuştu. Sırrı Abi, gençlerden sonra tıraş sırasına ilk girenlerdendi. Sonrasında meclis kürsüsü dâhil olmak üzere her yerde sürdürdü eylemini, gerekçelerini anlattı. Kürsüden konuşma yaparken “Sıhhatler olsun, tıraş olmuşsun” diye sataşan AKP’li milletvekiline şöyle demişti:

“Tıraş oldum evet, çünkü saçını kesmeyi örgüt üyeliğine delil sayan bir absürt, çok değil bir iki sene içinde şebeklik olarak anılacak polis fezlekelerine ve iddianamelere dikkat çekmek için tıraş oldum. Senin pek ihtiyacın da yok, Allah tarafından tıraş edilmişsin sen.”

Sözü tokat edip muktedirin suratına nakşettiği ya da sakince taşı gediğine koyduğu pek çok konuşması internette senelerdir dolanır durur. İnsandır, hepimiz gibi sinirlerine zor hâkim olduğu da oldu. “Bırakın gel hele gel” deyip kürsüden AKP’li Metiner’e yönelmesine de “Sabırdır, bazen taşar” demişti bir arkadaşım.

Önder, bütün bunların hepsine maruz kaldı

Birçok insanın, “Çok zeki adam” dediğini duydum. Doğru. Fakat zeki olmak tanımlamaya yetmez bence onun becerebildiğinin hikmetini açıklamaya. “Sosyalist olmaya karar verdiğimde on üç yaşındaydım” diyor bir röportajında. Sonrasında geçirdiği yıllar, uzun hapisliği, verdiği kararın gerekçelerini ince ince örmekle geçmiş belli ki. Çok merak etmiş, çok okumuş, okuduklarını kendine bir güzel tercüme etmiş ve hiç ezber etmeden özümsemiş. Yani ortada çok ciddi bir emek var. Çağdaş edebiyatı, destanları, masalları, meselleri bir güzel harmanlayıp belki kendi bile hiç fark etmeden kendi tarzını yaratmış. En güncel meseleye dahi Anadolu’nun yüzlerce yıllık derinliklerinden bir emsal, duruma yakışır bir fıkra, ya da mesel buluvermesi hem iyi bir dinleyici hem de okumanın hayatının en önemli meşgalelerinden biri olmasından olsa gerek. Anlatma kabiliyeti ise gerçekten doğuştan gelen bir yeteneği olduğunu da düşündürtüyor. Bir ara sağcıların çoğunun gizli gizli Ahmet Kaya dinlediği söylenirdi. Bana kalırsa Sırrı Süreyya Önder’in konuşmalarını, onu sevmeyenler bile gülümseyerek izliyor.

Gezi direnişinin başlangıcında ve sonraki günlerde aldığı tutum, kepçelerin önünde durması alışılagelen milletvekili profiline sığmayan bir örnekti. Çok insana moral, cesaret verdi. Bildiğiniz gibi o dönem bir yandan da “Çözüm süreci” yaşanıyordu. “Acaba sonucu ne olur” diye düşünmedi. İyi ki de öyle yaptı.

Ülkemizde Kürt meselesine dair elini taşın altına koymak zordur. Defalarca gördük, mesele öyle bir yere gelir ki, sorumluluk alanlar topun ağzında buluverir kendini. Tehditler, hapisler, sürgünler, hatta cinayetler kuvvetli ihtimaller olarak, kılıç gibi sallanır insanların başının üstünde. Üstelik ne İsa’ya, ne Musa’ya hesabı, kimse memnun edilemez. İşitilmeyen hakaret kalmaz böyle zamanlarda.

Önder, bütün bunların hepsine maruz kaldı.

Kimse eleştiriden vareste tutulamaz. Aktif siyasette, hele de temsil mekanizmalarında görev alanlar, haklarında söylenebilecek her şeye hazırlıklı olmalıdır. Öte yandan düşman görenlerin dedikleri bir yana, izan daha çok dostlardan beklenir. Ne yazık ki son yıllarda “bizim tarafta” da vaziyet bu açıdan iyi değil. Empatiden yoksunluk, sevgisizlik, anlayışsızlık meselelere bakarken filtrelerimiz oluveriyor. Kolaysa, gelsin de biri geçsin oradan. Ne mümkün. Bizim gibi olmasını istiyoruz, değerlendirme tezgâhımıza yatırdığımızın. Her dediğini biz konuşuyormuşçasına söylemeli. Katılmadığımız her fikrinde, her söyleminde, her eyleminde çapanoğlu aramalıyız. Hatasız olmalı her zaman. Sırrı Süreyya Önder’in bahsettiğim tarza çok fazla maruz kaldığını düşünüyorum. Bunları defalarca tecrübe etmiş olmasına rağmen, benzer vaziyetleri tekrar yaşama ihtimalinin çok yüksek olduğunu bile bile yine barışın tesisi için sorumluluk aldı. Fikirlerini, yaptıklarını doğru bulanlar da, bulmayanlar da vardır. Ama ne yapıyorsa, bu coğrafyada yaşayan bütün insanların insan gibi yaşaması için yaptığına emin olabiliriz.

Aslında siyasetten değil de parlamenter olanından uzak kalmak istediğini söylüyordu. Yaşamın her alanı politikti, fikirlerinden caymamıştı ki siyaseti bıraksın. Sanıyorum kişisel hayallerinde her daim sanata dair yapmak istedikleri baskındı. Sonuncu cezaevi aylarında hazırlıklarını yapmış, notlarını almıştı. Üç senaryo, bir hikâye yazdığını anlatmıştı bir programda. Birçok kişi gibi ben de merak ediyordum. Fakat tekrar geri döndü uzak kalmak istediği alana. “Arkadaşları kıramadım” diyor ama bence halka duyduğu sorumluluk bu kararı almasının en büyük nedeni.

Şimdi umutla bu vartayı da atlatıp hayata kaldığı yerden devam etmesini bekliyoruz. Çoğu insan, alacağı büyük sorumluluklardan dem vuruyor. Ben harcadığı emeğin olumlu sonucunu görsün, görmeli diyenlerdenim. Diğer yandan da, heybesinde ne biriktirdiyse, kamunun yararı için döksün ortaya. Filmse film, öyküyse öykü, senaryoysa senaryo. Şart koşalım, “Her hafta bir yazı yazacaksın” diyelim hiç olmadı.

Hasılı, halk seni bekliyor Sırrı Abi…

Önceki ve Sonraki Yazılar
NURİ GÜNAY Arşivi