CAN ERTUNA
Sorun yapay zekâ değil, dizginsiz tekno-kapitalizm
Yapay zekâ uygulamalarına dair işleyiş ve düzenlemeler, salt teknoloji girişimcileri ya da yatırımcıların inisiyatif ve insafına bırakılamayacak kadar önemli. Toplumsal düzen ve insan yaşamı üzeri etkiler göz önüne alındığında felsefeciler, sosyologlar, psikologlar ve iletişimcilerin de bu teknolojinin ortaya çıkaracağı dönüşüme dair söyleyebileceklerine kulak vermek gerekiyor.
“Ben annemin, babamın sesini kayıt etmeyi düşünüyorum. Uzun yıllar yaşadıkları sürece. Öteki dünyaya intikal ettiklerinde annem babam gibi sohbet etsin, fikir danışayım”.
WhatsApp grubumuzda bir arkadaşımın yapay zeka ile sohbet eden kişinin videosu hakkındaki yorumu buydu. Video, Open AI yapay zekâ şirketinin Chat GPT’ye dair güncellemelerinden sadece birini gösteriyordu.
Artık Black Mirror adlı bilim kurgu dizisinin 2013’te çekilen bir bölümündeki öykü neredeyse gerçek olmak üzereydi. Dizinin bir bölümünde henüz yapay zekâ uygulamaları kimsenin gündeminde değilken, erkek arkadaşını trafik kazasında kaybeden bir kadının, onun sosyal medya paylaşımları üzerinden eğitilen bir yapay zekâ ile erkek arkadaşını sanal olarak yeniden inşa etmesi (diriltmesi) ve onunla iletişimi sürdürmesi anlatılıyordu.
Geçen hafta başı tanıtılan Chat GPT’nin güncel sürümü de kendisiyle sohbet eden Open AI çalışanına akıcı, yerine göre düşünceli, yerine göre cilveli ifadelerle yanıt veren bir sesli sohbet makinasıydı. Günümüzde ses rahatlıkla klonlanabiliyor zaten. Bu bir de sentetik bir bedene kavuşturulsa Black Mirror’daki distopya gerçek olabilir. En azından arkadaşım anne ve babasının teknolojik “klonunu” hayal edebilir noktada artık.
Artık teknoloji duyuyor, görüyor, sentezliyor ve söze döküyor
Hafta başı Chat GPTnin yeni sürümü insanlarla sohbet etti, İtalyanca-İngilizce simültane tercüme yaptı, bir matematik probleminin çözümünü öğretti. Ertesi gün ise rakibi Google’ın yapay zekâ ekibinin maharetleri sergilendi. Yeni yapay zekâ asistanı kamerayla etrafı “görüyor” ve bir ofisteki araçların ne işe yaradığını, bir ekrandaki bilgisayar kodunun ne olabileceğini söylüyor hatta kaybedilen bir gözlüğün yerini hatırlatabiliyordu. Bu, şirketin yapay zekânın etkin şekilde kullanıldığı e-posta, kişisel asistan uygulamaları, fotoğraflar, arama ayarları gibi alanlarda sunduğu çok sayıda yenilikten sadece biriydi.
Muhtemelen YouTube içerik üreticilerinin yeni “yapay zekâ işinizi elinizden alacak mı?” videoları ve şirketlere “yapay zekâyi işinize entegre etmenin en iyi yolu” eğitimi verenlerin yeni modülleri yolda. Bu heyecan anlaşılır biçimde kendi alt ekonomisini yaratmış durumda ve biraz daha fazla okuyan ve deneyen yönünü bulmaya çalışan endişeli kalabalığın gurusu olabiliyor.
Ancak artık silikon vadisi lansmanlarındaki güler yüzlü coşkulu kalabalıklar eşliğinde pazarlanan tekno-iyimser senaryolar ile “yapay zekâ ya da robotlar dünyayı ele geçirecek mi?” endişesinin kaynağı tekno-kötümserlik arasında gerçekçi ve soğukkanlı bir yorumlama ve gerektiğinde denetleme iradesine ihtiyaç var.
Yapay zekâ uygulamalarına dair işleyiş ve düzenlemeler, teknoloji girişimcileri ya da yatırımcıların inisiyatif ve insafına bırakılamayacak kadar önemli.
Toplumsal düzen ve insan yaşamı üzeri etkiler göz önüne alındığında felsefeciler, sosyologlar, psikologlar ve iletişimcilerin de bu teknolojinin ortaya çıkaracağı dönüşüme dair söyleyebileceklerine kulak vermek gerekiyor.
Büyük teknoloji şirketlerinin dizginsiz rekabeti
Yapay zekâ söz konusu olduğunda dünyada teknoloji ve iletişim altyapısının önemli bölümüne hükmeden Alphabet (Google), Microsoft (Open AI’ın en büyük yatırımcılarından) ve Meta’yı (Facebook, Intsagram, Whatsapp) yine başat oyuncular olarak sahada görüyoruz. Üstelik Apple’ın Open AI ile iş birliği sinyali, diğer devlerin de donanımlarıyla bu sahnede yer alacaklarını gösteriyor.
Yapay zekâ pazarında geriye düşmek hissedarlar açısından hiç iyi bir haber olmaz, bu yüzden yüz milyonlarca dolar bu alandaki araştırma rekabetine ayrılıyor, piyasadaki en yetenekli mühendisler bu dev şirketler tarafından yüksek maaşlarla “kapılıyor”. Böylesi bir kaynak eşitsizliği varken onlara alternatif sunmak ya da daha sorumlu ancak eşit derecede başarılı yapay zekâ projeleri ile ortaya çıkmak kolay değil.
Dolayısıyla mevcut şirketleri denetlemek ve dizginsiz ilerleyen yapay zekâ araştırmalarını toplumun ortak faydası yönünde düzenlemek için ulusal ve uluslararası ölçekte irade ve yetkinlik sergilemek gerekiyor. İnternetin devlerinin yapay zekâda da egemen oyuncular olacağını düşününce, salt iletişimin değil, hayatımızın altyapısını 4-5 şirketin ele geçireceğini görmek, bu oligopol yapıya onun kurallarıyla teslim olup olmayacağımız sorusunu da gündeme getiriyor.
Doğru kullanıldığında sağlıktan, eğitime, çevreye kadar birçok alanda insan yaşamının kalitesini artıracak yapay zekâ uygulamaları, neo-liberal sistemler denetleme ve düzenlemeyi hakkıyla gerçekleştirmezse büyük bir istihdam krizine, toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesine ve çevre felaketine yol açacak gibi duruyor. Bu yüzden yurttaşların ve hatta çevrenin faydasına düzenlemeler elzem ve acil bir ihtiyaç.
Yapay zekâ ne kadar karmaşık hale gelirse o kadar fazla bilgi işlem gücüne ihtiyaç duyuyor. Bu haftaki tanıtımlarda, bilgisayarlar ve sunucular etrafında kurgulanan bu yeni geleceğin çevresel etkilerine hiçbir vurgu yapılmaması konuyu yakından izleyen BBC muhabirinin dikkat çektiği önemli bir konuydu.
Yapay zekânın kayıp ruhu
Yapay zekâ ile çevre ve toplumsal yaşamın yanı sıra bireylerin nasıl etkileneceğine dair de yeni soru işaretleri beliriyor.
Bu büyük dönüşümün eşiğinde, teknolojinin sağladığı büyük kolaylıkları kutlarken, bir yandan da bazı şeylere çalışıp çabalayarak zor yoldan ulaşmanın insana kattığı zenginlik ve deneyimin kıymeti üzerine düşünmek kötü bir fikir olmayabilir.
Bir süre sonra zorlu ilişkilerden vazgeçme pahasına pozitif enerji saçan yapay zekâ asistanlarıyla sohbete daha çok zaman ayırmanın, sağlıklı toplumsal ilişkiler kurma becerimizi ne yönde etkileyebileceğini tartışmanın da zamanı geldi gibi.
Kayıpların acısını dahi teknolojik destekle sağaltmak elbette önemli ancak onlarla yüzleşmenin benliği olgunlaştıran boyutunu göz ardı etmek iyi bir fikir olmayabilir.
Yeniden Black Mirror dizisindeki bölüme dönelim. Teknoloji yardımıyla ölen sevgilisinin sanal bir kopyasını yaratan kadın, zamanla insana özgü sosyal zekânın ve aslında bir ruhun yokluğunu hissettiği “kopya sevgilisine” bir uçurumun kenarında şöyle sesleniyordu: “Sen zaten sen değilsin, değil mi? Hiçbir tarihin yok. Sen onun düşünmeden sergilediği bazı şeylerin temsilisin sadece”.