ÖZGE MUMCU AYBARS
Suriye iç savaşı: Yeni bir kaosun başlangıcı mı?
Suriyeli şair ve diplomat Nizar Kabbani, "En asil ruhlar, acıyı yudumlayıp başkalarına tattırmaktan kaçınanlardır" dizelerini kaleme alırken, muhtemelen bugünün Suriye'sini hayal etmiyordu. 13 yıldır süren iç savaş, yalnızca ülkenin tarihini değil, insanlık vicdanını da derinden sarstı. Palmira antik kentinde IŞİD tarafından 2015 yılında başı kesilerek öldürülen 82 yaşındaki arkeolog Halid Esad bu trajedinin sembollerinden biri oldu. Dökülen kan, yıkılan şehirler ve sönmeyen acılar, asil ruhların yerini kaosun aldığını düşündürüyor.
Suriye iç savaşı, 13 yıl önce başladığında yalnızca ülkenin tarihini değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel dengeleri de derinden sarstı. Çatışmalar, bölgeyi vesayet savaşlarının sahnesine dönüştürdü. Türkiye, savaşın yarattığı mülteci akınıyla en fazla etkilenen ülkelerden biri oldu. Avrupa Birliği, göçmen akışını durdurmak için 18 Mart Mutabakatı'nı Türkiye ile imzalamıştı. Bu dönemin ardından Suriyeli göçmenler, yalnızca insani bir mesele değil, aynı zamanda siyasi kavgaların bir parçası haline geldi. Türkiye'de yapılan anketler, halkın yaklaşık yüzde 90'ının Suriyelilerin ülkelerine dönmesini istediğini gösterirken, bu söylem üzerinden siyaset yapan yeni partiler de ortaya çıktı.
Suriye'de önce Özgür Suriye Ordusu, IŞİD, El Kaide ve SMO derken birbirinden farklı gayri nizami askeri yapılar ortaya çıktı. 2021 yılına ait haberleri incelediğimde şu bilgiyle karşılaştım:
"2012 yılında kurulan ve 2013'te El Kaide'ye bağlılığını açıklayan El Nusra Cephesi, daha sonra isim değiştirerek Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) adını aldı. 2021 itibariyle, HTŞ İdlib'in büyük kısmını kontrol ederken, birçok ülke tarafından terör örgütü olarak kabul edilmektedir. Türkiye'nin El Nusra'ya destek verdiği iddiaları ise sıkça dile getiriliyor. Bu desteklerin MİT ve İHH aracılığıyla sağlandığı öne sürülürken, Sadat'ın da El Nusra ve diğer isyancı gruplara eğitim ve lojistik destek verdiği iddiaları bulunmaktadır. El Nusra, hükümetlerden sağlanan desteklerin yanı sıra, ılımlı muhalif grupların silah ve lojistik kaynaklarını ele geçirerek büyümesini sürdürmüştür."
HTŞ'nin yükselişi
Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), El Kaide'nin Suriye kolu olan Nusra Cephesi'nin evriminden doğdu. Lideri Ebu Muhammed el-Colani, örgütü küresel cihat fikrinden uzaklaştırarak yerel bir otorite haline dönüştürme yolunda önemli adımlar attı. Asıl adı Ahmed Hüseyin el-Şara olan Colani, zengin bir ailenin oğlu. Önce Nusra Cephesi, önce Şam'ın Fethi Cephesi'ne, ardından HTŞ'ye dönüşürken, Colani, bu süreçte El Kaide ile bağlarını tamamen kopardı. Colani'nin bu stratejik hamlesi, örgütün uluslararası terörizm algısından sıyrılarak yerel bir yönetim modeli geliştirme niyetini, söylemsel olarak ortaya çıkardı. Özellikle Colani'nin CNNTürk ile takım elbiseyle yaptığı röportaj, HTŞ'nin imajını yenileme çabalarının bir parçası olarak değerlendirildi.
Bir başka dikkat çekici bir detay, HTŞ'nin 2018 yılından beri Türkiye'nin terör listesinde yer alması.
12 gün savaşı
27 Kasım ile 8 Aralık arasında geçen 12 günlük süreçte, Suriye'de rejim karşıtı güçler hızla ilerleyerek kritik başarılar elde etti. 27 Kasım'da HTŞ liderliğindeki silahlı gruplar Halep'te geniş çaplı bir harekât başlattı. 30 Kasım'da İdlib'de tam hakimiyet kuran gruplar, Hama'daki ilerleyişlerini sürdürdü. Aynı gün, Suriye Milli Ordusu "Özgürlük Şafağı Operasyonu" adı altında Halep kırsalında Tel Rıfat'ı PKK/YPG'den aldı.
5 Aralık'ta Hama kent merkezi rejimden alındı. Ardından, Dera'da patlak veren çatışmalar sonucu il merkezi 6 Aralık'ta muhaliflerin kontrolüne geçti. 7 Aralık'ta Suveyda ve Kuneytra illeri de muhalif güçler tarafından ele geçirildi. Şam'a açılan önemli bir nokta olan Humus'ta kontrolü sağlayan gruplar, aynı gün Şam'ın güney banliyölerine kadar ilerledi. Bu gelişmelerin ardından Esad rejimi, başkentteki kurumlarını terk etmek zorunda kaldı.
Bu süreçte rejim karşıtı gruplar, hem askeri hem stratejik açıdan büyük bir üstünlük sağlayarak Suriye'nin büyük bir kısmını kontrol altına aldı.
8 Aralık sabahı itibariyle rejim, Şam üzerindeki tüm hakimiyetini kaybetti. Beşar Esad'ın uçağının düştüğüne dair söylentiler yayılırken, Rusya'da olduğu bilgisi önceki gece saatlerinde ajanslara düştü.
Esad, yaşanan bu gelişmelerin ardından Moskova'ya sığındı ve Rusya, kendisi ile ailesine sığınma hakkı tanıdı. Aynı dönemde, Suriye Başbakanı Muhammed Gazi El Celali, ülkede özgür seçimlerin yapılması gerektiğini açıkladı. Bu açıklamanın ardından başbakanlık da el değiştirdi ve kurulan yeni hükümetin başına HTŞ kökenli Muhammed el-Beşir getirildi.
Açıkçası, 13 yıllık çatışmaların ardından neredeyse bir "modus vivendi" haline gelen durumun, yalnızca 12 gün gibi kısa bir sürede nasıl büyük bir savaşa dönüştüğü ve Şam'ın ele geçirildiği, ciddi bir soru işareti duruyor.
Bu gelişmeler, sahadaki aktörlerin stratejilerinde köklü bir değişimin göstergesi olabilir mi? Malum neredeyse son 2 yıldır, İsrail–Gazze ve Lübnan derken, bölgede çatışmalar hiç dinmedi.
İsrail'in Lübnan'a düzenlediği hava ve kara saldırılarıyla, bölgede etkin olan Lübnan Hizbullahı'nın Beşar Esad rejimine destek verme kapasitesini önemli ölçüde zayıflattığı iddia ediliyor. Bu durum, Suriye'deki faaliyetlerini durma noktasına getirdiği de iddialar arasında yer alıyor. İsrail'in bu hamlesi, aynı zamanda Hizbullah'ın İran'dan aldığı desteğin aktarım yollarını kesmeyi hedefleyen -belki de- daha geniş bir stratejinin sonucuydu.
Diğer yandan, Beşar Esad rejiminin en önemli müttefiklerinden biri olan Rusya, mevcut durumda, Ukrayna'daki savaşın getirdiği askeri ve ekonomik sıkıntılarla mücadele ediyor. Bu durum, Rusya'nın hem Suriye'deki rejimi destekleme gücünü azalttı hem de Esad rejiminin savaş alanındaki manevra kabiliyetini sınırladı. Moskova'nın dikkatinin Ukrayna'da yoğunlaşması, özellikle hava desteği ve lojistik yardımların kesilmesi, Esad rejiminin savunma hatlarını zayıflatarak muhalif grupların büyük kazanımlar elde etmesine yol açtı. Rusya'nın bu stratejik sıkışmışlığı, Suriye iç savaşındaki dengelerin muhalifler lehine kaymasına neden olan önemli bir faktör olarak öne çıktığını da söylemek mümkün.
Colani'nin azınlıklara yönelik geçmiş ihlalleri kabul etmesi ve "birlikte yaşam" mesajları göndermesi bir değişim sinyali olarak görülse de, uluslararası toplum bu konuda temkinli olduğunu söylemek mümkün. Zira HTŞ, yeni bir yönetim modeli inşa etmeye çalıştığını ifade etse de, geçmişteki şiddet eylemleri, bu mesajların gerçekliği konusunda önemli bir engel.
Doha'daki toplantı
Bu 12 gün içinde çatışmalar tüm şiddetiyle sürerken, Astana formatındaki Doha'da gerçekleşen Dışişleri Bakanları toplantısında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 2015 yılında aldığı karar yeniden gündeme geldi. 18 Aralık 2015'te oy birliğiyle kabul edilen 2254 sayılı karar, Suriye'deki krizin çözümü için uluslararası toplumun üzerinde uzlaştığı önemli bir belge niteliği taşıyor. Bu karar, Suriye halkının liderliğinde bir siyasi geçiş sürecini başlatmayı, insani yardımların artırılmasını ve terörle mücadelenin sürdürülmesini kapsayan bir yol haritası sunmuştu. Ancak yıllar içerisinde sahadaki çatışmalar ve taraflar arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle bu kararın uygulanabilirliği giderek daha zor hale getirmişti.
Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ve lideri Ebu Muhammed el-Colani'nin Suriye'deki dönemsel rolü, bölgenin geleceğini de şekillendiren kritik bir unsur. Ancak "ılımlı şeriatçı" ifadesi ne anlama geliyor? Bu cümleyi ilerleyen zamanlarda konuşacağımız aşikâr gibi.
Türkiye, Suriye meselesinde her zamanki gibi kritik bir konumda bulunuyor. ABD ile HTŞ arasında bir iletişimi kurduğu bilgisi de uluslararası ajanslara düşen haberler arasında yer aldı.
Ancak yaşanan onca acı ve yıkımın ardından, sahada hâlâ çok sayıda farklı aktör yer alıyor ve bu karmaşık yapı, sanki Suriye'yi yeni bir kaotik dönemin beklediğini gösteriyor.