SAMİM AKGÖNÜL

SAMİM AKGÖNÜL

WOK

Hayır (ve maalesef), yazı gastronomi ile ilgili değil.

Zaten, batıda uydurulan ve uzak doğuyu andıran ancak derin büyük bir tavanın içinde her şeyi soya sosu ile karman çorman sotelemekten ibaret “wok” mutfağının gastronomi ile ne kadar alakalı olduğu da tartışmalı!

Buradaki wok sosyolojik bir kavram ve hayır, sanıldığının aksine melting pot gibi ya da, tam tersi, mozaik gibi çok kimlikli bir toplumu nitelendirmiyor. Söz konusu terim ilk defa Amerika Birleşik Devletleri’nde 1960’larda sivil haklar mücadelesi çerçevesinde kullanılmış. To wake fiilinin geçmiş zaman ortacı şekli wok. “Uyanık olmak” gibi bir anlam taşıyor.  Söz konusu uyanıklık ABD toplumundaki eşitsizliklere, ezilen azınlıkların durumuna, toplum ve devletteki yapısal ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı gözleri yummamak, üç maymunu oynamamak olarak algılanabilir.

Deyim 2010’lardan sonra ABD toplumunda tekrar gündeme geldi. Özellikle kadına karşı taciz ve şiddeti küresel ifşa hareketi #metoo (“ben de”) ve Afrika kökenli Amerikalılara karşı yapısal ırkçılığı ve günlük hayat ırkçılığını sonlandırmaya yönelik 2013 senesinde sosyal medyada başlatılan ve 2020’de George Floyd’un polis tarafından boğazına basılmasının ardından ölmesiyle yaygınlaşan #blacklivesmatter (“Siyahların Yaşamları Değerlidir”) hareketi wok(izm)’i tekrar gündeme getirdi.

Bu semantik hikâye Türkiye’nin de kimliksel kodlarını ilgilendirdiğinden, Türkçe okurları da düşünmeye sevk edeceğini umuyorum. Anlatayım.

Terim ilk önce Kanada’ya oradan da Fransızca konuşulan Quebec bölgesine geçti. Burada hafif bir anlam kaymasına uğradı. İlk defa Fransızca yazan Quebecli sosyolog Mathieu Bock-Côté tarafından radikal sol hareketlerin içindeki “kurban” söylemine dikkat çekmek için kullanıldı.

Hakikaten de Batı’nın siyasal dünyasında ama sadece Batı’da değil, Türkiye’de de radikal sol söylemi 1990’lara kadar sınıf odaklı iken, 1990’lardan sonra kademeli olarak artarak kimlik ve bu kimlikler arasında ezildiği düşünülen etnik, ırksal, cinsel (ve kısmen de dinsel) kimlikler öne çıkarıldı. Zaten terimin Fransa’ya gelmesi, sağda olduğu kadar geleneksel solda da bir rahatsızlık yarattı. 

Kelimenin Fransa’ya gelmesi ise 2021 yılına rast geliyor. Beklenmedik bir biçimde kelime negatif bir anlama büründü Fransa siyasal kelime haznesinde.

Birincisi, wokizmi tarif eden hep wokizme karşı çıkanlar oldu. O kadar ki, her karşı çıkan beyandan sonra gazetelerde “wokizm nedir” temalı yazılar yayınlandı[1]. Diğer bir deyişle kimse “ben wokist bir ideolojiyi izliyorum” demezken önce sağdan (örneğin Milli Eğitim bakanı Jean-Michel Blanqure) sonra da geleneksel soldan (Örneğin Paris Belediye başkanı Anne Hidalgo) wokizmin “tehlikeli” olduğunun altını çizen açıklamalar geldi.

Başta Sosyolog Michel Wiewiorka olmak üzere birçok “sol” entellektüel, “wokizm tehlikesinin” gelenekselciler tarafından icat edildiğini, böyle bir tehlikenin, hareketin ya da söylemin Fransa’da bulunmadığını söyledilerse de çoğu sağ entellektüel (Le Figaro ya da Valeurs Actuelles gibi yayınlarda) ve politikacı, özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde Zemmour, Le Pen gibi popülist politikacılara rol kaptırmamak için böyle bir tehlike varmış gibi yaptılar.

Diyeceksiniz ki bu kadar gürültü çıkaracak bir konu mu wokizm. Aslında değil elbette zira genel zeitgeist azınlıklar lehine ve ezilen, ayrımcılığa uğrayan grupların sesi her zamankinden daha çok çıkıyor ancak Fransa’da siyasal gelenek evrenselci bir ilkeler silsilesine sahip. Toplumun kompartımanlara bölünmesinden çok korkuluyor. Ve tepki söylemi bazen aşırıya kaçabiliyor.

Örneğin birçok popülist söylemde asıl ırkçılığın, büyük şehirlerin banliyölerinde yaşayan Arap asıllıların ya da zencilerin beyazlara karşı yaptığı ırkçılık olduğunu utanmadan söyleyenler var. Bu Racisme Anti-Blanc mitosu çok işe yarıyor olsa gerek, çünkü artık bir klişe haline geldi. Aynı şekilde “asıl” antisemitizmin Müslümanlar tarafından yapıldığını, “asıl” ayrılıkçılığın radikal İslam’ın eseri olduğunu medyada tekrar tekrar dile getirenler var.

Bu tepkisel söylemin ürettiği yeni kelimeler wokizm ile sınırlı değil. Örneğin “aynı ekip” birkaç sene önce kuyuya islamo-goşizm (İslamlaşmaya göz yuman sol) diye bir taş attı. Popülist söyleme göre entellektüeller arasında, özellikle de akademide bazı solcular çok naif ya da kötü niyetli. İnsan hakları, azınlık hakları kisvesi altında Fransa’nın siyasal İslam tarafından adım adım ele geçirilmesine olanak sağlıyorlar. Bu paranoyayı kanımca en iyi dile getiren Fransız edebiyatının kötü çocuğu Michel Houellebecq’in Türkçeye “İtaat” başlığı ile Başak Öztürk tarafından çevrilen Soumission romanı. Roman bir Müslüman Kardeşler üyesinin Fransa Cumhurbaşkanı seçilmesiyle başlayan toplumsal değişimi anlatıyor ve bir distopya yaratıyor.  İslamo-goşistler bu sözde tehlikeye göz yumanlar.

Aynı cenahta kullanılan diğer bir uyduruk tehlike cancel culture. Gene Amerika’dan gelen bu akım geçmişte ırkçı, ayrımcı ya da cinsiyetçi hareketlerde bulunmuş ya da bu tip politikalara destek vermiş kişilerin iptal edilmesini, gerekirse isimlerinin tarihten silinmesini, ders kitaplarından çıkarılmalarını, adlarını taşıyan sokakların adlarının değişmesini, heykellerinin yerlerinden sökülmesini, vs savunan bir “hareket”. Geleneksel sağa ve sola göre bu tarihi revizyonizm son tahlilde Fransız kimliğini, tarihini, değerlerini hedef alıyor ve kısa vadede Fransa’nın yok olmasına yol açabilir.

Evet, her yerden sağduyu sesleri yükseliyor, her yerden insanlar eşitlik talebi dile getiriyorlar, her yerden kurbanlar artık utanmadan kendilerini Twitter ışığına çıkarıyorlar ve aynı zamanda da tepkisel bir söylemi provoke ediyorlar. Etsinler. Wokizmin sadece wokizmden korkanların kafasında var olması hiç var olmamasından iyidir.

-------------------------------

[1] Örneğin https://www.lemonde.fr/podcasts/article/2021/11/04/c-est-quoi-exactement-le-wokisme_6100875_5463015.html

Önceki ve Sonraki Yazılar
SAMİM AKGÖNÜL Arşivi
SON YAZILAR