ESAT AYDIN
Zamanın Yüzleşmesi: Eski Yükler, Yeni Başlangıçlar
Bir güneş yılı daha sona erdi.
Bir dönüş daha tamamlandı
2025’inci 365 gün, 5 saat, 48 dakika, 46 saniyelik o kusursuz matematiksel döngü başladı…
2025’inci 365: Zamanın bir sayıdan ibaret olduğu; ama bu sayının içinde bir yaşam külliyatı barındırdığını düşündürüyor.
Dünya, yörüngesinde sessizce bir tur daha atarken insanlık sayılarla anlam arayışına devam ediyor.
Çünkü insanlık, bu sayıların gücüne inanarak kendine yeni hikayeler yaratır.
Çünkü sayılar bize bir düzen, bir güvence sağlıyor.
Belki de bu yüzden Galileo, evrenin matematiksel bir dille yazıldığını vurguluyor, Pisagor da evrenin hakiminin sayılar olduğunu söylüyordu.
Her ikisi de sayılara sadece bir ölçü aracı gözüyle bakmıyor, aynı zamanda döngülerin, tekrarların bir sembolü olarak kullanılması adına onlara felsefi bir derinlik katıyordu.
Zamanı dilimlere bölen sayılar, başlangıçların ve sonların illüzyonunu yaratırken, bizler de kendi döngülerimizi tekrar ediyoruz.
Bir kez daha “evrenin sayıların gücü üzerine kurulu” olduğu noktada hakikati arıyoruz; ama o hakikat sayıların ötesinde, derin bir hesaplaşmada saklı…
Doğu’nun inançlarına göre zaman döngüsel, Batı’da ise zaman çizgisel; bir başlangıcı, bir ilerleyişi ve bir sonu var.
İnsanlık bu iki algı arasında...
Takvimlerimiz bize döngüyü öğretir; ancak tarihimiz bir hikaye gibi düz bir çizgide akmaya devam ediyor. Şimdi, 2025’in başındayız; bu döngü ve çizgi arasındaki o ince eşikte duruyoruz.
Hem geçmişin ağırlığını taşıyoruz hem de geleceğin umutlarını…
Ama hangisi gerçek?
Döngüler içinde mi hapsolduk; yoksa çizgiler boyunca mı savruluyoruz?
Belki de ikisi birden…
Babil’den Maya takvimine, her medeniyetin zamanı ölçme çabası; zamanı anlamlandırmak, varoluşu anlamlandırmak demekti.
Babil’in 60’lık sisteminden doğan dakikalarımız, Maya’nın kutsal döngülerinde saklı kıyamet beklentileri…
Her kültür, zamanı kendi dilimlerine tanımladı, böldü; ama hiçbiri onun akışını durduramadı.
Güneş her sabah yeniden doğdu; ama insanlık o doğuşa bir “yenilik” yükleme çabasından vazgeçmedi.
Bu yıl da öyle olacak,
2025’in ilk günü, aslında dünyanın sıradan bir döngüsünden başka bir şey olmayacak.
Ama ya insan?
Ya insanlığın kendi döngüleri?
Biz sadece takvimleri değiştirmiyoruz; umutları, korkuları, özlemleri ve yükleri taşıyoruz bir yıldan diğerine.
Öyle ya “geçmiş bir önsöz...”
Belki de insanın, yaşadığı her anı bir sonraki felaketin ya da kurtuluşun temel taşı olarak görmesi bundan.
Geçmiş, yeni yılın gölgesi oluyor; ama o gölgede eski sorunlar, yarım kalan hikayeler ve tamamlanmamış mücadeleler saklanıyor.
Çok değil, biraz geriye gidin.
2024 de insanlık için bir kez daha hatalarla, umutlarla, yıkımlarla ve yeniden inşalarla doluydu.
2023’te depremlerle sarsıldık, sellerle sürüklendik; 2022’de yangınlarla kül olduk.
Hiçbiri yeni değildi; ama yineledi…
Doğanın, insanın kontrolünden sıyrıldığında nasıl bir güç olduğunu kaç kez hatırlattı bize; ama her defasında yeniden başlamak için bir sayıya sığındık.
Bugün de 2024’ün son günüyle birlikte sanki her şeyin bittiğini ve 2025’in ilk günüyle her şeyin başka bir hikayeye dönüşeceğini düşünüyoruz.
Bu, insanlığın en büyük yanılgısı…
Çünkü değişim, insanın kendi derin yüzleşmesinde saklı.
Doğa bize bunu hatırlatıyor: Güneş etrafında bir tur daha dönen dünya, ne savaşları sonlandırıyor ne de yaraları iyileştiriyor.
Döngü tamamlanıyor; ama yaşam aynı kırılganlıkla devam ediyor.
Yine de bu döngüsellik, insanın içindeki umudu söndüremiyor.
Belki de umut da insanın başka bir büyük yanılsaması; ama aynı zamanda en güçlü dayanağı…
Her yeni yıl, yeni bir başlangıç illüzyonuyla bizi geçmişle yüzleşmeye ve geleceğe bakmaya zorluyor.
Belki de gerçeklik arayışımızın başlangıç noktası bu umudun kendisidir.
Hegel gibi bakarsanız, belki de “gerçeklik, aklın bir serüvenidir.”
Zamanın dışındaki hayatlar
İnsan, kendi tarihini sürekli tekrar eden ama aynı zamanda yeniden yaratan bir varlık. Döngü içinde ilerleyen tek varlık biziz; çünkü geçmişin izlerini taşırken geleceğe anlam katmaya çalışıyoruz.
Bu çaba, bizi hem yoran hem de büyüten hem de bütünleyen bir şey.
2025’te bizi ne bekliyor?
Yeni sayılar, yeni felaketler, yeni mücadeleler… ?
Ama aynı zamanda yeni aşklar, yeni dostluklar, yeni zaferler…?
Ama ya diğer yüzleşmeler…?
Nietzsche’nin “ebedi dönüş” kavramını hatırlayalım.
Aynı hayatı tekrar tekrar yaşamayı kabul edebilir miydik?
2025 de geçmişteki tüm yılların birikimiyle gelecek.
Savaşlar bitmedi, yıkımlar durmadı, aşkların ateşi sönmedi; ama tüm bu döngü içinde insanlık hâlâ yaşıyor.
Belki de 2025’te esas yapmamız gereken, sadece “başka bir yıl” değil, “başka bir yol” seçmek...
Uzatmayayım…
Yeni bir yıl, yeni bir başlangıç değil; bir devamlılıktır.
Yani 2024’te çözülemeyen sorunlar 2024’e devredebilir…
Walter Benjamin, “Tarih, ardı ardına bir felaketler zinciridir.” diyor.
Ama bu zinciri kırmak, bizim elimizde.
Her yeni yıl, aslında bir hesaplaşma; geçmişin yükünü, hatalarını ve başarılarını anlamlandırıp, geleceği şekillendirme çağrısıdır.
Eğer bunu yapamazsak, yeni bir yıl yalnızca eski hataların bir başka adıdır.
Başka bir taraftan; yeni bir yıl, yalnızca bir takvim yaprağının değişimi değil, bir öz değerlendirme sahnesidir...
İnsan, düşündükçe ve fark ettikçe acı çeker; ama düşünmemek bir çözüm değildir.
Bu noktada, insanın acı veren gerçeklerle yüzleşerek büyümesi gerekiyor.
Düşünmek zamanın döngüselliği içinde kendi hikayemizi yazmaya çağırıyor bizi.
Yeni yıl, bir kutlama değil, bir davet olmalıdır…
Zamanın pasif bir gözlemcisi olmaktan çıkıp, onu şekillendiren bir yaratıcı olmak için bir fırsata dönüşmelidir...
Bir yılı daha ardımızda bırakırken, sadece takvimleri değil, hayatımızı da değiştirmemiz gerektiğini fark etmeliyiz.
Geçmişin ağır yükünü taşırken geleceğe umutla bakmak, belki de insan olmanın en derin tanımı…
Bu sefer farklı olsun.
Çünkü bir döngüyü kırmanın ilk adımı, o döngünün farkına varmaktır.
Unutmayın; yeni bir yıl, yeni bir başlangıç olabilir; ama geçmişi anlayarak, bugünü değiştirerek ve geleceği yaratma cesareti göstererek...
Bitiriyorum…
Zaman… Bir döngüye inanarak şekillenen, döngünün içine sıkışarak anlamlandırılan; ama aynı zamanda döngünün ötesinde bir şeylere ulaşmayı arzulayan insan tahayyülünün eseri.
2024 de sadece bir takvim yılı değil, yaşanmışlıkların biriktirdiği bir yük oldu.
Savaşlar, krizler, felaketler; ama aynı zamanda direnişler, dayanışmalar, umut arayışları… Tüm bunlarla geçen bir yılın ardından, bir sonraki yılın kapısı aralanıyor.
2024’te yaşananlar bize bir kez daha şunu gösterdi: İnsanlık iki kutup arasında gidip geliyor. Bir yanda hırs, sömürü, sınırların ve sınıfların derinleştirdiği uçurumlar; diğer yanda kolektif dayanışma, eşitlik arzusu ve özgürlük hayali.
Dünya artık ertelenemeyecek gerçeklerle yüzleşiyor.
2025’e girdiğimiz bu anda bir kez daha geçmişin yankılarıyla yüzleşiyoruz.
Belki de zamanı bir sıçrama, bir devrim olarak görmek gerekiyor.
Dün bir sosyal medya mesajında görmüştüm:
“Herkesin zamanı, herkesin yılı kutlu olsun.” diyordu.
2025, zamanın döngüsünde bir sıçrama, bir devrimin yılı olsun.
İyi yıllar…