1 Mart tezkeresi için Gül kimi eleştirdi?

Siyasetin bile normal mecrasında tartışılmadığı bir döneme tanıklık yapıyoruz memleket olarak. Yerel seçimlerde, yerel seçimlere ilişkin meselelerin ne kadar az konuşulduğunun farkında mıyız? 22 yıllık iktidar partisinin adayları, halkın yaşadığı ekonomik zorlukları, seçilmesi halinde belediye başkanı olarak çözeceğinin vaadinde bulunuyor.

Siyaset toptan, hangi partilerle ittifak yapılması, hangi partilerle yapılmaması gerektiği konusunu tartışmakla meşgul. Meseleyi bazı partilileri belediye kapısından içeri almamaya, aynı kaldırımda yürümemeye götürenlere de maalesef tanıklık yaptık. Hem de muhalefet cephesinde. Siyasetin geneline baktığımız zaman, o, bize “muazzam” bir başarı gibi görünen Recep Tayyip Erdoğan’ın “seçim kazanma” yeteneği bir anda etkisini kaybediyor ve “seçim kaybetme” yeteneğinin muhalefette olduğunu anlıyorsunuz. Bundan da hiç hoşlanmıyorsunuz.

Bu pazar sizleri iç siyasetten alarak diplomatik alana götüreceğim. Erdoğan, iç siyaseti domine etmek için dış ilişkileri “gözü kara” kullanabilen bir politik figür. Bu nedenle uzun süre Mevlüt Çavuşoğlu ile ABD’yi biraz arka planda tutarak “görünür” bir diplomatik siyaset izledi. Hakan Fidan döneminde bu görünürlülük yerini, “kapalı” bir yönteme bıraktı. Az konuşan, halen MİT Başkanı gibi davranan bir bakan izlenimi veriyor Hakan Fidan. Ziyarete gittiği ülkelerde de bu eski kurumsal kimliğinin yarattığı etkiyi görebiliyoruz. Fidan bu aralar yine ABD’de.

(Şangay, S 400’ler “dostum Putin” turunun ardından geldiğimiz durak yine ABD oldu. Şaşırmadık ama. ABD ile ilişkileri hızla düzelteceğiz gibi. Bakalım başımıza ne gelecek)

Erdoğan dönemi ABD ile ilişkiler hep gel-gitler halindeydi. Erdoğan, ABD ile Azerbaycan ve Katar’la kurduğu gibi,“bire bir’in” yerine kullanacağım “kafa kol” ilişkisi kurmak istedi. Bu yöntemle Trump’la biraz aşama kaydetti ama devletler arası ilişkilerin en kötü olduğu dönem de bu dönemdi. Çoğu zaman Erdoğan’a ABD başkanı ile çekilmiş bir kare fotoğraf ya da 15 dakikalık özel görüşmenin yettiğine bile tanıklık yaptık. Kotarılan görüşmelerde ABD tarafında tam kadro devlet olarak yer alırken Türkiye tarafında sadece özel tercümanın varlığı hep kafa karıştırdı. Ve bu masalara oturmadan önce kullanılan o beylik lafların tam tersi, masada, “ne vereyim abime” yaklaşımlarının hâkim olduğu ABD tarafından sızdırılan bilgilerde yer aldı. Resmî açıklamaların tercümeleri bu nedenle hep çelişti.

Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesine göre ABD ile ilişkilerimiz, 18. yüzyılda Akdeniz’deki limanlarımız aracılığıyla gelişmiş ve temas böyle başlamış. Diplomatik ilişkimizin başlangıcı 17 Şubat 1927. ABD ile ilişkilerimizin gelişmesi 2. Dünya savaşı sonrasında başlıyor ve NATO ile müttefik ilişkisi olarak gelişiyor. Metne göre ABD ile görüş ayrılıklarımız “YPG/PYD/PKK, FETÖ ve yaptırımlar” ile sınırlı. Bunun dışında ilişkilerimizi geliştiriyormuşuz.

Bu özet, meseleyi getirmek istediğim, reddedilen 1 Mart tezkeresi için önemliydi. Çünkü halen tezkerenin geçmesini savunan Erdoğan için 1 Mart tezkeresi aldığı ilk yenilgidir. Bu nedenle o kadroyu tasfiye etti, o kadrodan kimse kalmadı yanında. 1 Mart tezkeresi ile ABD Irak’ın işgali için Türkiye topraklarını kullanacaktı. Buna ilişkin tezkere TBMM’ye sevk edildi ama genel kurulda yeterli çoğunluğa ulaşamadığı için reddedildi. Bu ABD açısından da ciddi bir travma oldu. Ortadoğu ülkelerinde ise Türkiye için ciddi bir itibar kaynağı.

Gül, Erdoğan’ı eleştirdi, atladık

Geçtiğimiz günlerde 11. Cumhurbaşkanı, o dönemin Başbakanı Abdullah Gül, Tarih dergisinde bir yazı kaleme aldı. Gözlerden, buradaki çok ciddi ve önemli bir detay kaçtı. Gül, “Batıcı bilinen birçok arkadaş tezkereye karşı çıktı ancak kendisini ‘geleneksel’ ve ‘yerli’ sayan birçok arkadaş ise tezkerenin geçmesi için çok çaba sarfetti" dedi. Abdullah Gül isim vermedi ama bu eleştirilerin hedefinde kimin olduğunu, konu hakkında bilgisi olan herkes anladı. Hedef Erdoğan’dı. Erdoğan birkaç yıl önce tezkerenin geçmesi gerektiğini savunurken, “Ben 1 Mart tezkeresinin yanındaydım, karşı olanlar bunu açıkça söylemediler. Birileri de gizli kulisler attılar. O insanların kimler olduğunu araştırır bulursunuz” demişti.

Oysa o dönem Gül başta olmak üzere AKP’li bakanlar, kendi aralarında yaptıkları toplantılarda niyetlerini açıkça ortaya koyuyorlardı. Bazı bakanlar tezkereyi imzalamadılar. Gül devreye girdi, kendisinin de tezkerenin TBMM’ye sevki için imzalamak zorunda olduğunu, konuya ilişkin kesin kararın TBMM genel kurulunda verileceğini belirterek bakanları ikna etti. TBMM Genel Kurulu’nda bakanlar Ertuğrul Yalçınbayır, Hüseyin Çelik ve Mehmet Aydın tezkereye ret oyu verdiklerini açıkladılar. Açıklamayan bakanlar da vardı. Erdoğan oylama öncesi AKP grup toplantısında konuşarak tezkerenin geçmesi için destek istedi hatta orada bir oylama da yaptırdı. TBMM’deki oylama öncesinde TBMM Genel Kurulu’nda gizli oturum yapıldı. AKP’li milletvekillerinin bazılarının, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın konuşmasından etkilenmesi sonucunda karar değiştirerek ret oyu verdikleri o dönem bizzat kendileri tarafından dillendirilmişti. Oturumu yöneten TBMM Başkanı Bülent Arınç da tezkerenin geçmemesi için çaba harcayanlardandı. Teknik olarak kabul oylarının çok olmasına karşın tezkerenin reddedilmesi kararını da memnuniyetle o açıklamıştı.

Erdoğan’ın tezkereci olma hikayesi

Tezkere için 24 Şubat 2003’de toplanan bakanlar kurulunda görevli olan tüm bürokratlar dışarı çıkarıldı. Kayıt cihazları hatta mikrofon sistemi bile kapatıldı. Toplantıya Gül başkanlık yapıyordu ve o dönem AKP Genel Başkanı olan Erdoğan’ın tezkereye karşı olduğunu kendisinin de sıcak bakmadığını bakanlara açıkladı. Bu açıklama bakanları rahatlattı.

Bakanlar Kurulu’nun ardından 28 Şubat 2003’de MGK toplandı. MGK toplantısının ardından yapılan açıklamada tezkereden hiç söz edilmedi. Askerler de tezkerenin geçmesine taraf olmadıklarını bir biçimde böylece ortaya koymuş oldular. MGK toplantısının ardından tezkerenin geçmesini savunan 3 bakan; Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu ve Vecdi Gönül (Bu isimler, ANAP’ın muhafazakarları, AKP’nin liberalleri olarak nitelendirilirlerdi) tezkerenin mutlak geçmesi gerektiğini Gül’ün yanına giderek tekrarladılar. Gül meseleyi görüşmek için Erdoğan’a ulaştı ve Erdoğan’ın fikir değiştirdiğini, tezkerenin geçmesi gerektiğini savunmaya başladığını o anda öğrendi. Erdoğan kararını değiştirdikten sonra bakanlarla teke tek görüşerek tezkerenin geçmesi gerektiğini uzun uzun anlatmaya başladı. Burada kullandığı 2 argüman vardı. Birincisi “önümüzdeki ay memur maaşlarını bile veremeyiz”di. Diğer argüman ise “Doğu Perinçek ve CHP gibi düşünmeyin” idi. Maaş kısmı doğal olarak ekonomiden sorumlu isme Ali Babacan’a soruldu. Babacan bu açıklamanın doğru olmadığını söyledi.

(Babacan ile dönemin Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın tezkere için maddi kaynak sağlamak amacıyla yaptıkları ABD gezisi ve görüşmeleri bu yazının dışında tutulmuştur)

Erdoğan’ın görüş değiştirmesine neyin veya kimin sebep olduğu halen bilinmiyor. Ama Erdoğan başbakan olur olmaz, eski başbakanlık binasının zemin katında bulunan bakanlar kurulu toplantı odasını tamamen yıktırarak çok güvendiği bir isme özel olarak dinleme cihazı arattırdığını biliyoruz. Tezkereye karşı olduğuna ilişkin açıklamanın yapıldığı bakanlar kurulu toplantısının hemen ardından ve aniden karar değiştirmesi ve Başbakan olur olmaz bakanlar kurulu toplantı salonunda dinleme cihazı arattırması ve orayı yıkarak yeni baştan yaptırması yanında pek çok senaryoyu da getiriyor. Doğal olarak bu senaryolar dillendirilirken içinde aynen bu yazıda olduğu gibi bol miktarda ABD’nin adı geçiyordur…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR