İLHAN UZGEL
ABD, Çin’i Pelosi ile sınıyor
Ukrayna savaşı hem hız kesmiş hem de uluslararası gündemden düşmüş iken ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Uzak Doğu gezisine Tayvan’ı dahil edeceğini açıklaması dikkatleri yine bu bölgeye, ABD-Çin çekişmesine çevirdi.
Çin kendi parçası saydığı Tayvan’a yapılacak bir ziyaret ihtimaline bile çok sert tepki gösterdi. Geçmişte verilen tepkiler ve kullanılan dil ile devamındaki askeri eylemlerle karşılaştırıldığında Çin yönetiminin giderek çıtayı yükselttiği dikkat çekiyor. Benzeri bir tavır bir süredir ABD yönetimlerinde de göze çarpıyor. Bu yazıda Çin-ABD rekabetinin giderek hızlandığını, dahası durumun bir sarmala girdiğini ve Ukrayna savaşı nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Uzak Doğu eksenli bir küresel stratejik rekabetin hız kazanacağını tartışacağım.
YENİ DURUMLAR
Küresel güç rekabeti yeni birşey değil ve İkinci Dünya Savaşından geriye doğru gidildiğinde içinde çok sayıda gücün bulunduğu rekabet ve savaşlar var. Ama yaşadığımız dönemin bazı açılardan farklılık gösteriyor. Bir defa Soğuk Savaş’a benzese de durum aynı değil. Sovyetler ile yürütülen rekabetin sınırları belliydi, Sovyet ekonomisi hiçbir zaman ABD ekonomisinin yüzde 60’ını geçemedi. Sovyetler kendilerini demir-çelik üretimi gibi geleneksel teknolojilerde ABD geçmeyi önemserken ve ABD ile uzay yarışında başabaş sayarken, ABD bilişim devrimine geçiyordu. Soğuk Savaş kontrollü, yazılı olmayan ama üzerinde anlaşılmış kurallara dayalı bir rekabetti. İki güç arasında Yalta Antlaşmasından başlayarak devam eden bir uzlaşı vardı. Çin öyle değil. ABD ile Çin arasındaki rekabeti düzenleyen resmi ya da üstü örtük bir uzlaşı yok. Nüfuz bölgeleri belli değil. Çin dünyanın her bir noktasında, her uluslararası örgütte karşısına çıkıyor. Modern dönemde ilk kez Asya’dan bir güç ekonomik büyüklük olarak, bir sürpriz olmazsa ABD’yi geçecek, satın alma gücü açısından bakılırsa geçmiş durumda. Sovyetlerin aksine Çin, bilişim teknolojilerine büyük yatırım yaptı, sonuçlarını da alıyor.
PELOSİ NEYİN PEŞİNDE?
Pelosi geçmişte de Çin konusuna en çok önem veren siyasetçilerden biri. 1991’de yani ünlü Tiananmen Meydanındaki katliamdan iki yıl sonra aynı meydanda poster açmışlığı var. Kariyerinin sonunda muhtemelen bir oldu bitti yaratmaya çalıştı. Nispeten açık işleyen ve her şeyin medyaya sızdığı ABD sistemi, şu sıralar Amerikan protokolünde üçüncü sırada olan bir ismin Tayvan’a gitmesinin yersizliğini açıkça hatırlattı. Savunma Bakanlığı ziyarete karşı olduğunu açıkladı, Biden iyi bir fikir değil dedi. Son 25 yıldır hiçbir üst düzey yetkili Tayvan’ı ziyaret etmemişti.
Pelosi’yi ikna etme çabaları sürerken bir ikilem de ortaya çıktı. Eğer açıklanan ziyaretten vazgeçerse bu yalnızca Pelosi için değil ABD için de geri adım anlamına gelecek. Tayvan tarafı düşük profilli bir ziyaret olmasını tercih ettiğini açıkladı ama bunun ölçüsünü belirlemek kolay değil. Çin ilk kez hem resmi ağızdan hem de hükümet kontrolündeki medya aracılığıyla sonuçlarına katlanırsınız dedi. Bunu Şi, Biden ile yaptığı uzun telefon görüşmesinde de dile getirdi. Şi’nin Biden’a “ateşle oynamayın” dediği bilgisi basında yer aldı.
ÇİN’İN TEPKİSİ NE ANLAMA GELİYOR?
Çin güçleniyor ve güçlendikçe kendisine daha güvenli bir ülke haline geliyor. Bunun ilk işaretini Biden göreve başladıktan bir süre sonra Mart 2021’de Alaska’da yapılan dışişleri bakanları toplantısında gördük. Orada Çin dışişleri bakanı ABD’li muhataplarını şaşırtmış, yüksek tonda, ABD’yi doğrudan eleştiren uzun bir konuşma yapmıştı. Çin o tarihten beri ABD ile aynı seviyede konuşmayı tercih ediyor.
Çin resmi açıklamalarında ABD’nin küresel sistemdeki yerine talip değiliz dese de, ABD merkezli kurulmuş olan küresel kapitalist sistemin yeniden düzenlenmesini istiyor. Rusya gibi, Çin de ABD’nin tepesinde oturduğu, düzenleyici olduğu ve kendisi dışındaki merkezlere küresel hiyerarşide yukarından yer ve konum belirlediği bu düzene itiraz ediyor. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi, Rusya tarzı bir “çok kutupluluk” arayışı yok. Bu kavramı toptan reddetmese de kullanmamayı tercih ediyor, kendi stratejisini bunun üzerine inşa etmiyor.
En son 4 Şubat’ta Putin ve Şi’nin yaptıkları görüşme sonrasında da yayınladıkları bildiride bu nokta çok açık olarak belirtildi. Çin, Rusya’nın çok kutupluluk talebini not etmekle yetindiğini ifadesini tercih etti. Çünkü çok kutuplu bir düzende Çin, Rusya, AB, Hindistan gibi güçlerle eşitlenmiş olacak. Oysa, kendisini bunlardan daha üstte, şimdilik ABD klasmanında bir güç olarak görüyor. İleride onu yalnızca nüfus, ekonomik büyüklük, askeri güç değil, teknolojide de geçmeyi hedefliyor. ABD merkezli küresel düzenden şikayetçi olduğunu, hegemonyaya karşı olduğunu gayet net bir şekilde ortaya koyarken kendisinin nasıl bir dünya düzeni arzu ettiğini, küresel sistem için somut olarak ne önerdiğini belirsiz bırakıyor.
BİDEN’İN ÇİN POLİTİKASI NE?
ABD en az 2011 yılından bu yana, yani Biden Obama’nın başkan yardımcısıyken Çin’i çevreleme politikasını yönelmiş ve küresel stratejisini buna göre oluşturmaya başlamıştı. Bu politikada bir değişiklik yok. Her başkan bunu farklı şekillerde devam ettirmeye çalıştı. Trump Çin ile ticarete ek gümrük vergisi getirmişti, Biden bunu devam ettiriyor. Bu süreçte Mayıs 2022’de Dışişleri Bakanı Blinken George Washington Üniversitesinde yaptığı konuşmada Çin’e yönelik politikanın ipuçlarını verdi. Buna göre ABD “yatırım, ittifak ve rekabet” (invest, align, compete) adını verdiği bir politika izleyecekti. Burada yatırımdan kasıt ABD’nin hem bilişim teknolojilerinde hem de insani altyapı, demokrasi gibi alanlara yatırım yapması. Yine ittifak derken, Çin’e yakın, uzak komşu ülkelerle ittifak ilişkilerini derinleştirmeyi kastediyor. Kibarca söylediği şey aslında Çin’i askeri olarak daha fazla çevreleyeceğiz demek. Rekabet derken de, aslında tehdit, düşman gibi kavramları kullanmayıp, küresel ölçekte sanki “tatlı bir rekabet” varmış imajını yaratmaya çalışıyor. Çevre, Covid, terörizm vs gibi konularda işbirliğine açığız demeyi de ihmal etmiyor. Ama geçmişe göre işbirliği vurgusu çok az. ABD bunun yerine kendisini bir hesaplaşmaya hazırlıyor.
ABD, Obama döneminin sonundan itibaren Çin ile iktisadi ilişkilerini yeniden düzenlemeye çalışıyor. Çin’e yatırım yapan şirketleri ABD’ye geri çağırıyor, bu çağrı Trump döneminde çok daha yüksek sesle yapıldı. Yatırım konusunda da ABD Kongresinden Yaratıcılık ve Rekabet Yasası (US Innovation and Competition Act) geçti ve bilişim alanına 250 milyar dolarlık bir kaynak aktarılması kabul edildi. Kongre’de iki partinin de uzlaştığı bu yasa içerideki tartışmalarda Çin’in kamu eliyle harcadığı miktardan az kaldığı için eleştirildi. Senato ayrıca geçtiğimiz hafta içinde CHIPS Yasası olarak bilinen yarı-iletken (semi-conductor) üretimi için şirketlere 52 milyar dolar destek öngören yasayı oyladı. Özellikle 10 nanometre (1 milyon nanometre 1 milimetre yapıyor) büyüklüğündeki çipler cep telefonlarından silah sistemlerine dek günümüzde çok önemli ve yüksek teknoloji gerektiren parçalar ve bunlar yalnızca Tayvan’da üretiliyordu. ABD bu üretimi, devlet desteğiyle kendi ülkesine çekmek istiyor. Bunda hem Tayvan’ın geleceği konusundaki belirsizlik, hem de Çin’e karşısında geri kalma endişesi rol oynamış görünüyor.
Bütün bu siyasete ABD “entegre caydırıcılık” (integrated deterrence) diyor. Çin ile yalnızca askeri ittifaklar, çevreleme ile değil teknoloji alanında da rekabet etmesi gerektiğini, aslında asıl rekabetin burada sürdüğünü fark etmiş durumda. Bir yandan Biden ilk denizaşırı gezisini Japonya, G. Kore gibi ülkelere yaparken, öte yandan QUAD, AUKUS gibi ittifak girişimleri, Hint-Pasifik Ekonomik Çerçevesi gibi girişimlerle kapsamlı bir Çin politikası oluşturmaya çalışıyor.
TAYVAN, UZAK DOĞU’NUN UKRAYNASI OLUR MU?
Çin güçlendikçe Tayvan’ı daha çok zorluyor. Tayvan resmen tanınmış olmadığı için hava sahası yerine “hava savunma tanınma bölgesi” adıyla bir alanı kontrol ediyor. Buraya her bir krizde Çin’in gönderdiği uçak sayısı artış gösteriyor. En son Mayıs 2022’de Biden’in Japonya gezisinde Çin saldırırsa, Tayvan’a yardım ederiz sözü üzerine 30 savaş uçağını Tayvan hava sahasına göndermişti. ABD 1979’dan bu yana “Tek Çin” politikası izliyor ve Tayvan’ı resmen tanımıyor. Dolayısıyla, bu ülkeyle bir ittifak anlaşması yok. Ama Çin’in olası bir askeri hamlesine karşı da “stratejik belirsizlik” denen bir politika izliyor. Tayvan’ın bağımsızlığına karşı olduğunu ama Çin’in de bir askeri operasyon yapmaması gerektiğini söylüyor. Yani, statüko böyle devam etsin diyor. Yapılan kamuoyu yoklamaları demokratik bir sisteme sahip Tayvan’da halkın kendisini Çin kültürüne yakın hissettiğini ama Çin yönetimine karşı bir mesafe içinde olduğunu ve birleşmeye yüzde 70 oranında karşı çıktığını gösteriyor. ABD ise öte yandan Tayvan’a büyük miktarda silah satıyor. Yalnızca Trump döneminde 18 milyar dolarlık silah satışı gerçekleşti. Ukrayna savaşını yakından takip eden Çin için şimdilik Tayvan’a yönelik bir askeri operasyon anlamlı olmayacak. Yarısı uçamayan 60 civarında savaş uçağı olan Ukrayna’nın aksine Tayvan’ın çoğu F-16’lardan oluşan 300’e yakın savaş uçağı ve güçlü bir hava savunma sistemi var. Ayrıca F-35 almaya çalışıyor. Çin ordusunun ciddi bir savaş deneyimi yok, Ukraynalılar gibi Tayvanlıların da güçlü bir direniş göstermesi söz konusu olabilir. Şu anki koşullarda böyle bir savaşın götürdükleri, getirdiklerinden çok daha fazla olur ve Çin yönetimi bütün enerjisini ekonomik büyümeye vermiş durumda. Ama ABD ve Batı sisteminin ciddi bir zayıflık göstermesi durumunda, Çin’in ilk hamleyi yapacağı yer Tayvan olacak.
Pelosi Tayvan’ı ziyaret ederse bu Çin’in açık uyarı ve hatta tehdidini dikkate almadığını göstermiş olacak. Bunun çok açık bir provakasyon olduğu belli. Bir tür bilek bükme yarışı. Çin gereğini yaparız, oraya giren uçağınız düşman uçağı sayılır dedikten sonra uçuşu takip ederse geri adım atmış olacak. Belki taciz uçuşuyla yetinecek ve olayın büyümesinden kaçınacak.
ABD her olayda Çin’in ne kadar zorlu bir rakip olduğunu yeniden fark ediyor. Şu anki koşullarda ne ABD ne Çin birbirinden kopamıyor, tuhaf bir şekilde uzun süren küreselleşme süreci boyunca iki ülke ekonomisi birbirine bağlandı. ABD 1985’ten bu yana Çin’e karşı dış ticaret açığı veriyor, bu azalmadan devam ediyor, hatta bu oran artmaya başladı. Gümrük vergilerini artırdığında bu sefer hem tüketim hem ara mal fiyatları artarak ABD içinde enflasyonu yükseltiyor. Amerikan şirketlerini geri çekme süreci ise beklendiği gibi gitmedi. Çin ise miktarını azaltsa da, hala ABD ile ticaretten elde ettiği dış ticaret fazlasının bir kısmıyla Amerikan Hazine Bonosu almaya devam ediyor. Ekonomisini dış ticaret bağımlılığından kurtarmaya çalışsa da, o da istediği sonucu alamıyor.
Tarih ekonomik karşılıklı bağımlılığın büyük savaşları önlemeye yetmediğini gösterdi. Her durumda Çin güçlendikçe ABD karşısında daha dik duracak. ABD ile kendisinin eşitleneceği, küresel sistemden daha fazla pay isteyeceği, nüfuz bölgesi talep edeceği bir döneme gireceğiz.