
NURİ GÜNAY
Aday belirlemekten daha büyük sorunlarımız var
“Seçim zamanları siyaset hızlanır” gibi klişeler eskiden herkesin dilindeydi. Artık her dönemin seçim süreci gibi yaşandığı bir siyasi iklimin içindeyiz. Ana muhalefet partisi, bir süreden beri erken seçim kararının bir an önce alınması gerektiğini; iktidar ise böyle bir konunun gündemlerinde olmadığını söylüyor. Şimdilik!
Ne derse desin, iktidarın attığı her adımın aynı zamanda seçimlere dönük olduğunu ortada.
Ekim başında Bahçeli’nin başlattığı süreç, Suriye’de Esad’ın devrilmesinin iktidar tarafından iç siyasete tercüme edilme biçimi, Filistin’deki ateşkesten pay çıkarma çabası ülkeyi yöneten koalisyonun iktidarda kalma ve Tayyip Erdoğan’ı tekrar seçtirme amacına hizmet ediyor.
“Suriye’deki sonuç iktidarın ömrünü en az on yıl uzattı” diyen bile var. Bu yorumlar erken şişirilip çabuk sönen balonlar gibi. İktidarın, kendisine atfedilmesinden çok hoşlandığı “bölgesel güç” gibi söylemlerin çok da gerçekçi olmadığı sis aralandıkça daha net görülmeye başlıyor.
Bütün bu tantana, büyük büyük laflar gerçek halimizi örtmeye yetmiyor. Sefalet koşullarına doğru adım adım ilerliyoruz. DİSK-AR’ın son raporundaki veriler acı tablonun yalnızca bir kısmı. Rapora göre; Geniş tanımlı işsiz sayısı11,4 milyonun üzerinde. 2024 Aralık’ta geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 28,2. Yaklaşık 5 milyon kişi çalışmaya hazır ancak iş aramaktan vazgeçmiş durumda. Geniş tanımlı işsizlik oranları pandemi dönemi oranlarına yakın seyrediyor. Geniş tanımlı kadın işsizliği yüzde 37,2. Her 10 işsizden yalnızca yaklaşık 2’si işsizlik ödeneğinden yararlanabiliyor.
İş sahibi olan kesimlerin ise hali ortada. Maaşlar ev geçindirmeye yetmiyor. Geleceğe dair plan, tasarruf yapılamıyor. Bugün büyükşehirlerde yaşayan, görece iyi kazanan meslek sahiplerinin de ev alması, araba alması artık hayal.
Baskı yapmadan ayakta kalamayanlar…
Hal böyle olunca iktidar elinde sopasıyla bütün ülkeyi hizaya sokmaya, muhalefet edenleri döve döve susturmaya çalışıyor. Tarihin tekerrür ettiğini düşünenlerden değilim ama bugüne bakınca başka tarihsel dönemler ve örnekler insanın aklına geliyor.
DP iktidarının “demokrasi” söylemiyle başlayıp Komünist Tevkifatı’yla, Halkevlerini kapatıp CHP mallarına el koymasıyla süren iktidarı… 1950’lerin ikinci yarısından itibaren ise köylünün, işçinin, memurun memnuniyetsizliğine verecek tek cevabının baskı olması. Devamında Tahkikat Komisyonu, Vatan Cephesi, İnönü’ye ve CHP’lilere dönük saldırılar, öğrenci eylemlerine dönük saldırılarla baskının tırmandırılması.
Sonrası, ülkemizi darbedeler dönemine sokan, her on yılda bir darbe yaptıran, solun önünü kapatmak için her türlü insanlık dışı uygulamayı hayata geçiren bir sistem.
12 Eylül… Kendisinden önceki bütün anti demokratik yöntemlerin ve darbelerin de tecrübesiyle, geleceği tasarlamayı da hedefleyen, ülkemizi bugüne kadar teslim alan faşist bir darbe.
Mevcut iktidar, sanki bütün tarihsel örnekleri özümsemiş şekilde, elinden gelen her türlü baskı şeklini gücü yettiği oranda uygulamaya koyuyor. Hedefi oldukça geniş. Kendinden olmayan herkes. CHP, Dem Parti, sosyalistler, gazeteciler, sanatçılar ve vatandaşlar. Sokak röportajında konuştu diye, sosyal medyada paylaşım yaptı diye tutuklu olan insanlar var.
Ayşe Barım’ın gözaltına alınması ve Gezi sebebiyle tutuklanması, her türlü garabete hazırlıklı olmak gerektiğini bir kez daha gösterdi.
Haftaya, İstanbul’daki dokuz CHP’li belediyeye dönük operasyonlarla başladık. Bu belediyelerden, aralarında belediye başkan yardımcıları ve belediye meclis üyelerinin bulunduğu toplam on kişi gözaltına alındı.
Van Belediye Başkanı Abdullah Zeydan’a yargılandığı davada 3 yıl 9 ay ceza verildi. Biliyorsunuz, 2024 yerel seçimlerinden bugüne sekiz Dem Partili belediyeye kayyum atandı.
Kasım ayında CHP’li İstanbul Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer benzer gerekçelerle tutuklanmış ve yerine kayyım atanmıştı.
Anayasayı ihlal eden tüm bu adımların ,“Kent Uzlaşısı” olarak adı konulan yasal, meşru ittifakı hedef aldığı çok açık.
Diğer yandan yine bu hafta başında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı CHP’nin son kurultayı hakkında inceleme başlattı.
Basına dönük baskılara ise her gün bir yenisi ekleniyor. Halk TV çalışanı gazeteciler gözaltına alınmış ve Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş tutuklanmıştı. Toktaş hala cezaevinde tutukluyken geçtiğimiz Pazar günü Birgün Gazetesi’nden Uğur Koç, Berkant Gültekin ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Yaşar Gökdemir gözaltına altına alındılar. Sabah Gazetesi’nin önce kendisinin yaptığı bir haberi sayfalarına taşıdılar diye.
İmamoğlu’nun yargılanması yargıdan çok siyasetin konusudur
"Kime ne tür bir siyasi yasak gelir veya gelmez her şeyden önce bu benim derdim değil. Bu yargının konusudur, bunların takibini yargı yapar. Eğer birisi suç işlediyse, yargı bunun değerlendirmesini yapar, cezasını verir.”
Tayyip Erdoğan, gazetecilerin Ekrem İmamoğlu’na dönük siyasi yasak koyulması ihtimaline dair sordukları soruyu böyle cevapladı.
Erdoğan’ın, muhtemel en güçlü rakibinin attığı adımları, ya da ona dönük her türlü hamleyi önemsememesi söz konusu olabilir mi? Ya da ona yönelik bir yargı kararına dair “derdim değil” demesinin inandırıcılığı var mı? “Bu yargının konusudur” diyerek yargı bağımsızlığına yaptığı atfın hiçbir geçerliliğinin olmadığını kabullenmek için AKP’ye muhalif olmaya da gerek yok.
Bugün AKP ve müttefiklerinin tek gayesi iktidarlarının sürmesi. Bu amacın en önemli ana başlığı Erdoğan’ın makamını muhafaza etmesi. Bu sebeple her seçim mutlaka kazanılmalıdır. Kaybedilen seçimler tekrar edilmeli, bu da olmazsa seçimler yenilenmelidir. On yıllık kısa tarihimizin özeti bu değil mi?
Geldiğimiz noktada CHP’ye dönük baskılar iktidarda kalabilmenin ve gelecekteki seçimleri kazanmanın çaresi olarak görülüyor. En önemli hedef ise şimdilik Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olmasını engellemek.
Demokrasinin uzağından bile geçmeyecek yöntemlerle seçim sürecinin taşlarını döşeyip, “Millet bizi seçti” demeye çok alışmış bir iktidardan söz ediyoruz. Yine böyle yapacaklar.
Bunun karşısında yalnızca güçlü aday çıkartarak, seçim zamanında iyi kampanya yapılarak durulabilir mi?
Peşin söyleyeyim kastım konulara göre yapılan butik mitingler, iletişimcilik şaheseri sloganlar, hareketler, şekiller değil. Doğru düzgün bir asgari mücadele programı.
İnsanca bir yaşam talebini; demokratik bir ülke kurma hedefini; barışı, eşitliği, kardeşliği ortak payda haline getirip yürüyen geniş bir muhalefet cephesi derdimize derman olabilir. Zamanı geldiğinde seçimi de elbirliğiyle kotarır elbet.