Ahlam El Beşir’e sorulmayan sorular

İstiklal saldırısı zanlısı Ahlam El Beşir’in ifadesindeki boşluklar neden sorularla doldurulmadı? Sorulardan özellikle mi kaçınıldı? O sorular sorulsa ne olacaktı, Taksim saldırısı mı çözülecekti? Hayır elbette ama El Beşir’in en azından bir şeyleri anlatırken doğruyu söylemediği ortaya çıkacak, ifadede boşluk kalmayacaktı. Ve belki de savcısıyla polisiyle, gazetecisiyle, okuruyla doğruyu aramaya başlayacaktık.

“PKK’lıların eline düştüğüm ilk günden beri beni tuttukları yerden kaçabilmek için daima araştırma yapıyordum. Kampta bulunan Ümmü Ala isimli şahıstan tanımadığım bir kaçakçının telefon numarasını aldım. Bu numaraya, ‘Beni buradan çıkarabilir misin?' diye mesaj attım. Kaçakçı iki gün sonra bana mesaj yoluyla geri döndü. Bana ismini söylemeyen şahıs, beni kaldığım çadırdan alarak çıkarttı ve Kamışlı’da bulunan evine götürdü. Burada üç gün kaldıktan sonra 14 Aralık 2018 günü akşam saatlerinde yola çıktık. Beni Dicle üzerinden şişme bot ile Irak ülkesi Zaho bölgesine getirdi. Burada biraz yürüdükten sonra Irak tarafından gelen araca bindirdi…”

Başlığa bakıp, İstiklal Caddesi saldırısının zanlısı Ahlam El Beşir’in kaçış öyküsünü anlattığımızı düşünebilirsiniz ama değil. Bu satırlar, 2013 – 2014 yıllarında IŞİD’e katılıp, dönenlerin cezasız kaldığını görünce Türkiye’ye dönen onlarca IŞİD’li kadından birinin kaçış öyküsü. Adı önemli değil ama söyleyelim; Ayşenur İnci.

Ahlam El Beşir’in yarım anlattığı ve detayları hiç de sorulmayan öyküsüne nasıl da benziyor değil mi? PKK tarafından esir alınma… Oradan bir kaçakçının kendisini alıp sınıra getirmesi, oradan da Türkiye’ye giriş. Sonra hangi şehre gitmek istiyorsa oraya gidiş.

İstiklal saldırısı zanlısı da öyle anlatıyor: “4-5 ay önce İdlib’e kaçakçılar aracılığıyla gittim. Burada ‘Bilal Hassan’ beni beklemekteydi. Kaçak yollarla Türkiye’ye giriş yaptık. Çok sayıda araç değiştirerek, İstanbul’a geldik.”

Baştan söyleyelim, “İstiklal saldırısının adresi şudur, budur” demiyoruz. Bu yazının amacı, “Saldırıyı düzenleyen o değildir, budur” demek hiç değil. Bizim burada dikkat çekmek istediğimiz; Ahlam El Beşir’in hikayesinin IŞİD’li kadınların hikayeleriyle benzerliği.

Neden "Albashır" denildi de "El Beşir" denilmedi?

El Beşir’in sorgusundan devam edelim. Ama önce neden “El Beşir” dediğimizi açıklayalım. 10 gündür hepimiz zorlanmıyor muyuz; “Albashır mıydı, Albahsır mıydı, Albashir miydi?” diye. Niye zorlanıyoruz ki “El Beşir” olarak telaffuz edileceğini hepimiz bilmiyor muyuz? Peki niye öyle telaffuz etmedik, bize devlet niye “El Beşir” olarak öğretmedi ismi? Neden telaffuz ederken kıvrandırıyor ki?

Aslında her şey o telaffuzda başlıyor olabilir mi? “El Beşir” olarak telaffuz edecek olursak bu kişinin Arap kökenli olduğunu her an hatırlayıp “PKK’da ne işi var?” diye soracak olabilir miyiz kendi kendimize?

El Beşir, Allah'ını seversen, siz kaç kardeşsiniz?

Neyse geçelim El Beşir’in sorgusuna. Bir metni okurken yazılan konu hakkında fikriniz yoksa, o metin sizin için “en doğruları” yazan metindir. Bir evrakı okurken o evrakta aslında neler olması gerektiğini bilmiyorsanız, o evrak en gerçekçi evraktır. Tüm toplum olarak; Ahlam El Beşir’in çarşaf çarşaf basına sunulan ifadelerini de öyle okuduk işte: Rapunzel’in uzun saçlarını kuleden sarkıtmasını okur gibi. Ama meslek hayatınız ifade tutanakları okumakla geçmişse işiniz o kadar kolay olmuyor. Batıyor gözünüzün içine içine.

Baştan okumaya başlayalım sorgu metnini. Emniyet'te, savcılıkta soruluyor El Beşir’e: Kısaca kendinizi anlatınız.

El Beşir başlıyor: "2002’de Halep’de doğdum. 2013’e kadar burada kaldım. Altı kardeşiz. Üçü vefat etti, ikisi hayatta. Babam ben beş yaşındayken vefat etti. 2013’ten sonra ben, annem ve kardeşim Süleyman ile Ebu Hanaya’ya gittik. Çadırda yaşadık. Annem vefat etti. Kardeşim Meryem ve ağabeylerim Muhammed ve Mahmud ile Rakka’ya kuzenimin yanına gittik. Muhammed, DEAŞ saldırısında ayaklarından yaralandı. Tedavi olduktan sonra tekrar ÖSO’ya katıldı. YPG, Rakka’ya saldırdı. Mahmud, Meryem ve Muhammed’in eşiyle YPG’nin kontrolündeki Münbiç’e geldik. Pastanede çalışmaya başladım."

Yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim…

Sıradaki soruya geçiliyor. Kendisine, “Üç kardeşin nasıl vefat etti?” diye soran yok. Belki o soru sorulsa şimdi “Kardeşleri IŞİD’liydi, çatışmalarda öldü” iddialarına meydan bırakılmayacak. Tabi öyle değilse.

Annen, baban, kardeşlerin nasıl öldü?

El Beşir’e sorulmuyor: "Annen ve baban nasıl vefat etti?" Sorulsa belki de “Amansız hastalığa yakalandılar öldü” diyecek de bugün bu sis perdesi oluşmayacak.

Tabii öyleyse...

"Rakka’daki kuzenin kimdi, IŞİD içinde miydi?" diye sorulsa belki de “Terzilik yapardı, anam babam öldükten sonra bize kol kanat gersin diye gittik” diyecek de bizim kafamızda soru işareti kalmayacak.

Tabii öyleyse...

El Beşir, “Kardeşim Meryem, ağabeylerim Muhammed ve Mahmud ile Rakka’ya gittik” diyor “El Beşir, doğruyu söyle, altı kardeşiz diyorsun, üçü vefat etti diyorsun, sağ olan ablan ve iki ağabeyini sayıyorsun; seninle yedi ediyor?” diye sorulsa hikaye en azından matematiksel olarak oturacak ama sorulmuyor. Süleyman’a ne oldu zaten bilemiyoruz. Ölen 3’ün içinde miydi? Süleyman niye öldü, öldürüldü mü, kim öldürdü?

“Rakka ve Münbiç’e hangi tarihlerde gittiniz?” sorusunun cevabı en azından tutanakta. Sorulsa belki de o bölgelerin IŞİD’in kontrolünde olduğu tarihlerin dışında bir tarih verecek de bizim kafamızda soru işareti bırakmayacak.

Kimliksiz dönmen niye sorun olsun ki?

El Beşir anlatmaya devam ediyor hayatını, YPG içinde olduğunu göstermeye çalışarak:

“YPG’li Ahmet Arreş ile sevgili olduk. İki ay sonra ayrıldım. Ahmet Arreş, YPG adına talepte bulunmadı. Pastanede çalıştığım sırada ‘Mümbiç Diyar’ ve ‘Ferhat' isimli YPG’de üst düzey görevdeki kişiler Cerablus’a giderek, bilgi toplamamı istedi.”

“El Beşir, doğruyu söyle; O zamanlarda Cerablus Özgür Suriye Ordusu’nun kontrolündeydi bu işte bir terslik yok mu?” Neyse El Beşir’i dinleyelim: “Ahmet Arres’in peşinden Cerablus’a gittim. Bir gece kaldım. Dönüşte Münbiç’e giderken, kimliğimi yırttılar. Kimliksiz girdiğim için YPG aleyhine casusluktan beni tutukladılar. Bir ay cezaevinde kaldım."

“Kimliğini kim yırttı El Beşir? Bir gece ne yaptın Cerablus’ta?” sorulmuyor. Sorulsa “YPG elinde tutuklu kaldığı”nın büyüsü bozulacak belki de. Ve “Seni Cerablus’a gönderip bilgi toplamanı isteyen zaten YPG değil miydi, kimliksiz Münbiç’e dönmen niye sorun olsun ki?” diye sorulmuyor. Yazıyor da yazıyor katip.

Seni Halep'te sanan ailen kim?

El Beşir devam ediyor: "Çıktıktan sonra Münbiç’e döndüm. Hasan Cemil ile tanıştım. YPG’deki pozisyonunu bilmiyordum. Hasan Cemil, 'Hacı seninle görüşecek' dedi. O bölgede YPG’deki üst düzey sorumlulara ‘Hacı’ denir. Kod isimdir. Hacı’nın sol kolunda dövme var. Bana, 'İdlib’e gideceksin. Orada bir gençle buluşacaksın, karı koca görüntüsü vereceksin' dedi. Reddettim. Dört gün sonra Hacı, 'Türkiye’ye gideceksin' dedi. Onayladım. Ertesi gün yola çıktım. Ailem beni Halep’te biliyordu.”

Ve sorulmuyor kendisine, “Sen doğduğun Halep’ten çıkalı yıllar oldu. Hani önce Hanaya’ya gittiniz ya annenle, annen öldü ya sonra, oradan kardeşin Meryem ve ağabeylerin Muhammed ve Mahmud ile Rakka’ya geçtiniz ya, hani oradan da Münbiç’e geçtiniz ya hani sen bir pastanede çalışıyordun ya orda, ailen seni neden yıllar önce çıktığın Halep’te sansın? Hem ailen kim? Hani annen baban ve üç kardeşin ölmüştü ya üçüyle de (nasıl oluyorsa) Rakka’ya geçmiştiniz ya, Halep nerden çıktı, filmin başına mı döndük?” diye soran olmuyor.

IŞİD'li kadınların da dibinde bitiveren o kaçakçılar

Ve kaçakçılar devreye giriyor, tıpkı baştaki hikayede anlattığımız Ayşenur’un dibinde bitiveren kaçakçı gibi. Anlatıyor El Beşir:

“4-5 ay önce İdlib’e kaçakçılar aracılığıyla gittim. Burada ‘Bilal Hassan’ beni beklemekteydi. Kaçak yollarla Türkiye’ye giriş yaptık. Çok sayıda araç değiştirerek, İstanbul’a geldik.”

Sorulmuyor kendisine, “Bu kaçağın yolu nedir El Beşir, biraz anlat bakalım?” Hadi o sorulmadı da, “El Beşir, senin için ‘doblo tarzı bir araçla İstanbul’a geldi’ diyordu devletin bakanı, nerden çıktı şimdi bu ‘çok sayıda araç değiştirme’ lafı?”

Hacı, ÖSO komutanı olan ağabeyine mi zarar verecekti?

Ve anlatıyor El Beşir:

“Ferhat Habeş’in Esenler’deki evine gittik. Evde Ferhat’la eşi Fatma vardı. Burada Bilal ile iki ay kaldım. Bilal, ertesi gün Ferhat’ın tekstil atölyesinde beni işe başlattı. Sadece bir gün çalıştım. Bilal’in işe gittiği dönemde evde kalmaktaydım. Ferhat’ın kardeşi cezaevinden çıkınca Bilal’le atölyede kalmaya başladım. Atölyede Rama Eltaha ile arkadaş oldum. Rama ile Ahmet Haj Hassan gizli evlidir. Bilal bana saldırıp sahip olmaya çalıştı. Makasla kendimi savundum ve Rama Eltaha’nın evine gittim. Hacı atölyeye dönmemi, Bilal’in isteklerini yapmamı, aksi halde ablam ve ağabeyime zarar vereceğini söyledi. Korktuğum için gittim.”

Sorulmuyor kendisine; “Ne dedin ne dedin, ‘Ferhat’ın kardeşi cezaevinden çıkınca Bilal’le atölyede kalmaya başladım’ mı dedin? Ferhat’ın kardeşi niye cezaevine girmişti ki?”

Neyse belki Ferhat’ın özeline girmek istememiştir savcı. El Beşir “Hacı atölyeye dönmemi, Bilal’in isteklerini yapmamı, aksi halde ablam ve ağabeyime zarar vereceğini söyledi. Korktuğum için gittim” diyor. Hangi ağabeyine zarar verecek ki YPG’li Hacı, ÖSO komutanı olan ağabeyine mi? Sorulsa işin büyüsü örgüsü bozulacak belki. Sadece yazıyor katip.

Aynı taksidesiniz ve Bilal'le mesajla haberleşiyorsunuz, öyle mi?

Ve patlama gününü anlatıyor Ahlam El Beşir:

“Bilal, olay günü saat 13-14’te çay koydurdu. Taksim’e gidebileceğimizi söyledi. Beş aydır ilk defa iyi davranıyordu. Daha önce çay gibi ikramlarda bulunmamıştı. Korsan taksiciye mesaj attım. Saat 14.00-15.00 arası taksici Yasir geldi. Bilal ile araca bindik. Bilal’in elinde iki beyaz poşet, bir kahverengi sırt çantası vardı. Poşetin birisinde Yasir’e vermek üzere atölyeden aldığımız iki pantolon, iki ceket; diğerinde abur cubur; çantada yiyecek olduğunu söyledi. Bir büyük poşetin içerisine üçünü koydu. Ön koltuğa ben oturdum. 45 dakika sonra Taksim’e geldik. Yolda Bilal telefonla konuştu. Telefondaki şahsa ‘Tamam, geliyorum, dert etme’ dedi. Tedirginliği arttı. Taksim’e yaklaştığımız sırada dönmesi gerektiğini söyledi. Ben de dönmek istedim. Bilal mesaj atarak, 'Sen in' dedi. İndim. Çantaları bana verdi. 'Sen biraz gez, ben döneceğim' diyerek, korsan taksiyle ayrıldı.”

Sorulmuyor: “Her şeye tamam Ahlam da Bilal’le sen zaten aynı taksidesiniz. Taksiyle giderken Taksim’e yaklaştığınız sırada dönmesi gerektiğini söylüyor sana, sen de dönmek istiyorsun, buna da tamam. Bilal sana aynı taksinin içinde, o arka koltukta, sen ön koltuktayken niye mesaj atıyor ‘sen in’ diye?”

Bütün bunlar ve okuru yormayalım diye bizim de atladığımız daha birçok soru sorulsa ne olacak, Taksim saldırısı mı çözülecek? Hayır elbette ama El Beşir’in en azından bir şeyleri anlatırken doğruyu söylemediği ortaya çıkacak, ifadede boşluk kalmayacaktı. Ve belki de savcısıyla polisiyle, gazetecisiyle, okuruyla doğruyu aramaya başlayacaktık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ERSAN ATAR Arşivi
SON YAZILAR