‘Türkiye Yüzyılı Kabinesi’nin hafızası: Katliamlar ve kumpaslar

ERSAN ATAR

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oluşturduğu “Türkiye Yüzyılı Kabinesi”ne bakıp, AKP’nin ilk iktidara geldiği 2002’yi hatırlatanlar oldu. 2007’deki ikinci döneminde esen AB’ci rüzgarın ılık esintisini yüzünde hissedenler oldu. “AKP ilk başlardaki kodlarına dönüyor” diyenler oldu. Onlara göre; Erdoğan 2024 yerel seçimlerine hazırlanıyordu ve o nedenle böyle daha makul bir hükümet kurdu.

Böyle düşünenlere göre, Süleyman Soylu’nun tarihe geçecek bakanlık dönemden sonra İçişleri Bakanlığı’na getirilen Ali Yerlikaya “ılımlı” biriydi, kendisine “kredi açılıyordu.” Dışişleri Bakanlığı’na getirilen Hakan değil miydi Oslo görüşmelerini organize eden. Öyleyse Kürtlere daha ılımlı yaklaşırdı. Yaşar Güler değil miydi 15 Temmuz’da gözü bantlanıp Akıncı Üssü’ne elleri kelepçeli götürülen. Hiç olmazsa Hulusi Akar gibi “rehin alınırken kepini istemiyordu.” Öyleyse Güler 15 Temmuz’a direnen gerçek bir mağdurdu!

Öyleler miydi?

O zaman gelin önce biraz arşivleri karıştıralım. Örneğin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ilk kurulan “FETÖ kumpası”nı hatırlayalım:

Askeri Casusluk Davası. İddiayı uzun uzun anlatmaya gerek yok. Sadece şunu hatırlayalım yeter; İddia oydu ki fuhuş çetesi, “bal tuzağı” olarak tarihe geçen yöntemle askerleri tuzağa düşürmüş ve onlarla birlikte olmuştu. Ve nasıl bir fuhuş çetesiyse birlikte olduğu askerleri “excell dosyası”na kaydetmişti(!)

İddianın bu kısmıyla ilgili değiliz. Bizim ilgili olduğumuz; askerler bu fuhuş çetesine “devlet sırrı niteliğinde gizli bilgiler vermişti.” Buradaki kilit tanımlama “devlet sırrı”ydı. Savcılık fuhuş çetesinin elindeki bilgileri Genelkurmay’a gönderdi ve sordu: Bunlar devlet sırrı mıdır?

Genelkurmay’da dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve Genelkurmay İstihbarat Başkanı Yaşar Güler tarafından 9 kişilik bir bilirkişi heyeti oluşturuldu. Heyetten bir üye, “Efendim bunlar devlet sırrı falan değil” diyecek oldu, sustu. Günahı boynuna, susturuldu. Heyet raporu savcılığa gönderildi: Bunlar devlet sırrıdır. İmza: Hulusi Akar, İmza: Yaşar Güler ve 9 kişilik bilirkişi heyeti.

Fuhuş çetesinin elindekiler artık “devlet sırrı”ydı. Bunun daha iyi sağlaması mı olurdu? Genelkurmay’ın İstihbarat Başkanının oluşturduğu bilirkişi heyeti bile “onlar devlet sırrıdır” diyordu. Bu rapor İstihbarat Başkanı’nın da imzasıyla savcılığa ulaşıyordu. Ötesi var mıydı. Bu askerler hakkında derhal gereği yapılmalıydı(!)

Ara sonuç: TSK personeli sistem dışına çıktı. Amaç hasıl olmuştu.

Dava görüldü, devir değişti, nihai sonuç: Fuhuş çetesi ve dava öncesindeki soruşturma işlemlerinin FETÖ kumpası olduğu, o excell dosyalarda tutulan kayıtların da devlet sırrı olmadığı anlaşıldı, sanıkların beraatine... Geçmiş olsun.

Madem ki söz yeni Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’den açıldı, oradan devam edelim. 15 Temmuz gelmişti. O subay (Darbeyi haber veren O.K.) MİT’e gitmiş, “Darbe yapacaklar” demiş ve MİT ile Genelkurmay arasında trafik başlamıştı. Görüşme trafiğinin sonucu, dönemin MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar görüşmesiydi ama o masaya oturulurken eldeki bilgileri olgunlaştıran iki isim vardı: MİT Müsteşar Yardımcısı ve Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler. Yani Yaşar Güler de darbe girişimi ihbarlarından haberdardı.

Bu bilgi kendisinde olan Hulusi Akar etrafına bakıp da yaveri Levent Türkkan’ın kendisini kaçıracağı anı beklerken, bir “yaver kurbanı” da Yaşar Güler’di. O da yaveri Mehmet Akkurt tarafından kaçırılıyordu. Yaşar Güler, Mehmet Akkurt’a o kadar güveniyordu ki Akkurt, 15 Temmuz’da Genelkurmay’da öldürülen ilk asker olunca önce “FETÖ şehit etti” denildi ama sonra “hain” oldu. Yaşar Güler artık önce şehit olduğu söylenen sonradan “hain olduğu ortaya çıkan” Mehmet Akkurt için “Beni yere yatırdı, komutanım bu bir tatbikat dedi” diye ifade verebilirdi.

Peki Mehmet Akkurt, Yaşar Güler için neydi? Mehmet Akkurt’u aslında Yaşar Güler keşfetmemişti. Onu Genelkurmay Karargahı içinde “sadık biri” olarak ilk keşfeden Hulusi Akar’dı ve Akar Genelkurmay Başkanı olunca Akkurt’u Yaşar Güler’e yaver olarak emanet etti. Yaşar Güler kendisine pek güvenirdi ve haliyle Yaşar Güler şunu kendisine hiç sormamış mıydı?

“Biz Hakan Fidan, Feridun Sinirlioğlu, Ahmet Davutoğlu ile Süleyman Şah Türbesi meselesini konuşurken yanımda sadece Mehmet Akkurt vardı ve benim bu görüşmedeki konuşmalarım FETÖ’ye sızdırıldı, sakın bunları sızdıran çantasının içindeki ‘radyo’yla o ortamı dinleyen Mehmet Akkurt olmasın?”

Hani, “Suriye’den 8 füze attırılıp bunun savaş nedeni sayılması” sözlerinin kaydedilme iddiasından bahsediyoruz.

(Burada bir ara söz açalım: Yaver Mehmet Akkurt’un, Yaşar Güler’in o konuşmasını kaydettiğini daha sonra 15 Temmuz davaları sırasında Hulusi Akar’ın yaveri Levent Türkkan anlattı. Türkkan’ın iddiasına göre Yaşar Güler’in yaveri Mehmet Akkurt’un çantasında ‘radyo’ tabir ettikleri dinleme cihazı vardı ve bununla Güler Paşa’yı dinlerdi.)

Hani söze, yeni Erdoğan kabinesinin “Kürtlere karşı daha ılımlı bir politika izleyebileceği”ni düşünenlerle başlamıştık ya. Acaba onlar, Roboski katliamı sırasında kaçakçıları terörist diye rapor eden Genelkurmay İstihbaratının başında Yaşar Güler’in olduğunu unutuyorlar mıydı? Gerisi tekrara düşer yeni İçişleri Bakanı’na geçelim.

Katliam planlayıcısı gübre ararken, Rakka’da Gaziantep ketibeleri oluşurken...

Süleyman Soylu’dan sonra İçişleri Bakanlığı’na atanması, CHP’nin “bu işleri bildiği izlemini veren” önemli isimlerinden Murat Bakan’a bile nefes aldıran Ali Yerlikaya’dan bahsediyoruz. CHP’li Murat Bakan’a göre “Ali Yerlikaya valilik yapmış, devlet terbiyesi almış biri.” CHP’li Bakan o nedenle kendisine “Pozitif bakıyor, kredi açıyor.”

CHP’li Bakan’ın bakış açısı sadece bir örneklem. Siyaset bilimcilerden, “kadrolu televizyon yorumcuları”na kadar pek çok kişiden aynı sözleri duyuyoruz ve aşağıdaki aktaracağımız süreci, “umarım biz yanılıyoruzdur” umutsuzluğuyla aktarıyoruz:

Ali Yerlikaya 19 Şubat 2015’te Gaziantep Valisi oldu. Hani, Ankara Garı katliamının ve daha fazlasının yaşandığı 2015 yılı. O katliamdan önce Antep’te önemli şeyler oldu. Mesela katliamın “lojistikçisi” Yakub Şahin patlama için Nizip’te amonyum nitrat aradı. “Peki bundan Vali Yerlikaya’ya ne?” diye sorabilirsiniz.

Katliamdan 10 gün öncesiydi. Yakub Şahin Nizip’teki bir gübre bayisine gitmiş ve iki ton amonyum nitrat atmak istemişti. Gübre bayisi bu durumdan şüphelenip Nizip Emniyet’ini aradı.

Gübre bayisi, Emniyet’i ararken “Bizden biri şüpheli şekilde gübre almaya kalkıştı. Son zamanlarda terör olayları oluyor, biz de şüphelendik vermedik” diyordu. Nizip Emniyeti bu kişinin daha sonra canlı bombaları Antep’ten Ankara’ya da getirecek olan Yakub Şahin olduğunu çözmüştü. İsmiyle cismiyle Gaziantep Valiliği'ne, Emniyet Müdürlüğü’ne bildirildi. Her nasılsa yakalanamadı.

Sonra ne oldu? Yakub Şahin sonra Ankara Garı önünde patlayacak bombanın imalinde kullanılan bombayı yine Antep’te başka bir yerden temin etti. Bomba imal edilmişti ve Ankara’ya doğru yola çıkma zamanı gelmişti.

IŞİD’in “lojistikçisi” Yakub Şahin işini sağlam yapardı. Canlı bombaları öyle arabaya bindirip “Haydi gazanız mübarek olsun” diyecek değildi. Aldı yanına canlı bombaları, bindirdi doblo araca, geçti şoförün yanına Ankara’ya kadar getirdi. Sonuç: Gar katliamı. Son bulan 103 yaşam.

Ve bütün bu bilgiler Gar Katliamı soruşturmasının dosyalarındaydı ama dosyalar dava açılırken inceleme dışı bırakılmıştı. Abartmıyoruz bir gün Ankara adliyesinin koridorunda -evet bildiğiniz adliye koridorunda- 9 klasör bulundu. İçinden çıkan belgeler işte bu gübre arayışı ve canlı bombaların Gaziantep-Ankara yolculuğunu gösteriyordu.

Gar patlamasını sorgulayan avukatlar oturdular savcılığa suç duyurusunda bulundular: Ankara’da bu patlama olurken Gaziantep’te böyle böyle hazırlıklar yapılmış, bu hazırlıklardan Gaziantep Emniyet'i, yani valilik haberdar edilmiş ama bir tedbir alınmamış. Gaziantep’teki bu Emniyet görevlileri ve sıralı amirleri hakkında hiç olmazsa görevi ihmalden dava açılsın.

Bu suç duyurusu Vali Ali Yerlikaya’yı da içeriyordu. Sonuç mu? Elbette işlem yapılmadı.

Dahası vardı. Okur olarak önünüze bir IŞİD dosyası konulsa şu kelime ilk göreceğiniz kelimelerden biridir: Ketibe. Yani tabur.

Özellikle sözüm ona “itirafçı” IŞİD dosyalarına bakarsanız orada sıkça “Gaziantep Ketibesi” sözünü görürsünüz. Bu şu demektir: Gaziantep’ten gelenlerin oluşturduğu tabur… Yani IŞİD’in Rakka’da, Menbiç’te, Gaziantep ketibeleri, yani taburları vardır. Bu bize şunu gösterir; Ali Yerlikaya’nın yıllarca valilik yaptığı Gaziantep’ten gidenler IŞİD kamplarında taburlar oluşturmuştur.

Hani Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı döneminde İstiklal Caddesi’ni patlatan Ahlam El Beşir’in (Beşir’in kızı Ahlam) nasıl Türkiye’ye geldiği, nasıl İstanbul’a ulaştığı sorulmuştu ya. Mersin’deki Tece Polisevi saldırganlarının Mersin’e nasıl geldiği sorulmuştu ya.

Peki Ali Yerlikaya’ya “kredi açan”, kendisine “pozitif bakan” CHP’li Murat Bakan dahil muhalefet ve “kadrolu televizyon yorumcuları” Yakub Şahin’in bomba temini, canlı bombaların Gaziantep’ten Ankara’ya nasıl gelebildiklerini, Rakka’daki, Menbiç’teki Gaziantep ketibelerinin nasıl oluştuğunu sorgulamışlar mıydı? Sanmıyoruz.

Bu yazıda elbette, 15 Temmuz’da darbe ihbarı alan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın o gece dönemin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve Suriyeli muhalif Muaz Hatip ile yediği “iş yemeği”ni konu edebilirdik. Elbette Oslo’da Fidan’ın yürüttüğü diplomasiyle ilerleyen çözüm sürecinin nasıl sonlandığından, akil insanların nasıl “entel dantel” olduğundan söz edebilirdik ama bu yazının konusu daha çok iç güvenlikten sorumlu İçişleri Bakanlığı ile sınır güvenliğinden de sorumlu olan Milli Savunma Bakanlığı’ydı.

Şimdi bir daha sormak gerekiyor: Erdoğan’ın yeni kabinesi bir “reform kabinesi” mi, yoksa AKP’yi bundan sonra olacaklardan izole edecek bir kabine mi? Öyle ya ne Yaşar Güler ne Ali Yerlikaya ne de Hakan Fidan, AKP ile organik bağı olan siyasi figürler değil. Hoş, Yaşar Güler’in kardeşi Atilla Güler 2015’te AKP’den milletvekili adayı olmak istemiş ama kabul edilmemişti. O sayılmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ERSAN ATAR Arşivi
SON YAZILAR